Mart ayı başında, yazarımız, sevgili Hasan Amca’mızı kaybettik.
Hasan Öztürk’ü okul arkadaşım Serter’in babası olduğu için çok küçük yaşta tanıdım. Okul yıllarından sonra zaman zaman bir araya gelir, sohbet ederdik. Ankara’daydık. Yaşımız küçük de olsa bize değer verirdi. Rakı sofrasında karşısına oturtur, bizi adam yerine koyardı. Onunla birlikte olmanın benim için ne kadar değerli olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.
Hasan Amca, 12 Eylül’ün acılarını çekmiş, yaşamını edebiyat ve tiyatroya adamış çok büyük bir yazardı. 1996 ve 1997’de iki kez senaryo dalında Yunus Nadi ödülünü almış, pek çok tiyatroda oyunları oynanan, tanınmış bir kişiydi. Bir gün Altunizade’deki evinde otururken, cesaretimi toplayıp Çalakalem için bir şey yazar mısın diye sordum ona. Hiç düşünmeden, yazarım dedi.
Evden çıktığımda, acaba ertesi gün unutur mu verdiği bu sözü diye düşündüm. İçki masasında, laf arasında, öylesine söylenmişti. Öyle değilmiş. Sekiz yıl boyunca bir kez bile aksatmadan hep gönderdi yazılarını. Dergi onun sayesinde renklendi, canlandı. Yeni sayı çıktığında tüm yazıları okur, beğendiği yerleri özellikle vurgulardı. İşleri savsakladığımızda, dergiyi çıkartmamız gerektiğini söylerdi. Ben; bir şey beklemeden, kim okur diye düşünmeden yazmayı ondan öğrendim. Daha pek çok şeyi öğrendiğim gibi.
Şu anda okuduğunuz sayı, belki de bugüne kadar çıkarttığımız en zor sayımız. Hasan Amca’nın en son öyküsünü de okuyacaksınız Çalakalem’de. Dut Ağacı’nı mutlaka okuyun. Büyük bir yazarın ötesinde ne kadar naif, içten, alçakgönüllü, iyi bir insanı yitirdiğimizi daha iyi anlayacaksınız. Şiirinde de “Son durak mı bu?” diye soruyor.
Hasan Öztürk, oyunları oynandıkça, şiirleri okundukça, öyküleri basıldıkça, her zaman yaşamaya devam edecek. Yokluğunu ise, yeni bir sayı hazırlarken hissedeceğiz.
Bir şiirini şöyle bitirmişti:
Ben Erguvan vakti öleceğim Neri
Eflatun ve hüzünlü bir akşamüstü.
Eflatun ve hüzünlü bir akşamüstü toprağa verdik Hasan Amca’yı. Bir şey arar gibi uzağa baktı gözlerimiz.
Ondan söz ederken, yüzümüze kendiliğinden gelen bir gülümseme, varla yok arası. İçimizde buruk bir ilkbahar sevinci.
Ve Boğaz’da erguvanlar açmak üzere…