Yaşlandım, diye geçirdi içinden; yüreği acıyla burkuldu. Yorgun kalbinin bu acıyı taşıyıp taşıyamayacağını düşündü bir an. Nice acılar görmüştü uzun yaşamında, bu sonuncusu hiç birine benzemiyordu. “Aşk arıyorsan vazgeç bu sevdadan, acı arıyorsan o başka; sonbahar sevdalarının ne yaman şey olduğunu iyi bilirsin, ” dedi günlerce kendi kendine. “Hele bu kez eskileri aratacak bir acıyla karşı karşıyasın” diye de uyardı. Gel bu sevdadan vazgeç sonbahar sevdalısı, yaşlı yüreğin taşımayabilir bu ağır yükü. “Kalan kısa ömrünü bu yangınla tüketmen kendine haksızlık olur” deyip vazgeçirmeye de çalıştı kendisini. Olmuyordu; ne denli uğraşsa vazgeçemiyordu bu sevdadan. Biri varmış gibi karşısında: “Dırdır edip durma orada. Vazgeç demek kolay, becerebilseydim çoktan yapardım bunu; olmuyor, aklımdan bir an bile gitmiyor.” Kendi kendine bağırdığını anlayıp acı acı güldü ve bu kez, biraz da hüzün kokan sesiyle alçak sesle konuştu: “Bu kadında başka bir şey var; özellikle de gözlerinde…”
Böylesine kavga etmemişti hiç kendisiyle. Kavga eden iki parçasından hangisinin yanında olacağına karar veremiyordu. Aslında, bu umutsuz aşka karşı duran yanının haklılığını biliyordu bilmesine; ancak, işine gelen yanı diğeriydi. Ne varmış yaşımda? İnsan ölünceye dek aşık olabilir, bu benim en doğal hakkımdır, deyip kendini yüreklendirmeye çalışıyordu.
Dayanılacak gibi değildi o iki siyah göz. Kendisinden büyük siyah gözleri vardı kadının. Bakışları nasıl da içine alıp eritiyordu yaşlı adamı. Böylesine umarsız uçurumlara düşmemişti hiç bir kadının gözlerinin içinde. Bir an yaşlandığını düşündü; bunu hiç kabul etmek istemiyordu. Aşkın yaşı yoktur diyordu ama, karşısındaki kadınla aralarında çok büyük yaş farkı olduğu da bir gerçekti. Bu yaş farkı içindeki ateşi iyice körüklüyor, başını saran bu çaresizlik acısını daha da dayanılmaz hale getiriyordu.
Daha önce de yıldızlar kadar uzak, hatta yıldızlardan da uzak kadınlar sevmişti. O zamanlar gençti. Yeni umutlarla acıları daha kolay gömebiliyordu içine. Kanayan yarasına tuz bastığı da olmuştu zaman zaman; ama dayanmıştı acıya. Bu hiç yaşamadığı kadar büyük sevdayı nasıl gömecekti içine ? Belki de son aşkıydı bu. Yaşlı adam için, kendisini diri diri gömmekten başka bir şey değildi bu…
“Söylesem ona, seni seviyorum desem ?” Aklına gelen bu düşünceyi hemen kovdu. Yanıtı baştan belli olan soruyu sormanın ne anlamı vardı ? Ara sıra bir araya gelip onun gözlerinin içinde geçirdiği, unutamadığı anları da yitirme tehlikesi vardı; buna dayanamazdı. Alacağı olumsuz yanıt tüm dünyasını yıkardı. Bu yanıtı almadığı sürece, kadının da kendisini sevdiğini düşünüp avunuyordu. Her seferinde, iyice yitirmek korkusunu düşünerek sevdiği kadına içini açmaktan vazgeçiyordu.
Sonbahar aşklarının verdiği enerjiyle bir çok güzel şeyler yazmıştı. Daha doğrusu acısını bırakıp, uçup giden karşılıksız aşklarla… “Oturup bir şeyler yazsam mı acaba ?” diye geçirdi içinden. “Bu diğer sevdalara benzemiyor oğlum, kadından başka bir şey düşünebiliyor musun da bir şeyler yazacaksın ?” Acı acı güldü aklına gelen düşüncenin saçmalığına. Dudağına yapışıp kalan acıyı da silmedi üstelik; alışmak istiyor gibiydi bu acıya. Mezara dek götürebilir, onun ayrılmaz bir parçası olabilirdi kalbine saplanıp çıkmayan bu çatal uçlu bıçak.
Kalkıp bir sigara yaktı. İçmemesi gereken sigaradan büyükçe bir duman çekti içine. Boşluğa üflediği dumanlar arasında bir süre sevdiği kadını aradı. Karşılıklı oturduklarında, onu sigarasından çıkan dumanlar içinde görmek, bir ormanda, sisler arasında kendisine bakan güzel gözlü bir ceylanı seyrediyormuşçasına mutluluk verirdi yaşlı adama. Sigara dumanları arasında göremeyince sevdiği kadını, korktu. Bir an, aklından geçenleri kadının sezdiğini sanıp telaşa kapıldı…
Bir akşam arkadaşlarıyla gittikleri yemekte, gecenin geç bir saatinde kadın, yaşlı adamın elinden tutup başını onun omzuna koymuştu. Adam öylesine mutlu olmuştu ki. Üstelik umutlanmıştı o akşam. Sevdiği kadının rahatsız olmaması; onun başının omzunda daha uzun kalabilmesi için yavaş yavaş soluk alıp vermişti. Saatler biraz ilerlediğinde, sarhoş olmaya başladığını söyleyen kadın bir süre sonra da kalkıp gitmişti. Topluluk dağıldığında adam, yolu oradan geçmediği halde, kadının sokağından yürümüş, yanan ışıklarını görüp bir süre bakmıştı penceresine. Omzuna konan o güzel başın bir davet olup olamayacağını düşünmüş ama, çekinip kapısını çalamamıştı kadının. Aradan bir kaç gün geçip de yine bir araya geldiklerinde kadın, o akşam çok sarhoş olduğunu, yanlış şeyler yapıp yapmadığını sormuştu kendisine. Demek başını omzuma koyması da sarhoşluktanmış diye düşündü ve içini aydınlatan umut kırıntılarının arkasından kırılan düşleriyle bakakaldı adam.
Nasıl davranacaktı bu kadına karşı? Her şeyi göze alıp söylemeli miydi sevdiğini ? Belki de kadın biliyordu adamın kendisine karşı olan bu ilgisini ? Bunu kendisine açmasını bekliyordu ? Ya bilmiyorsa ? “Sen de diğer erkekler gibiymişsin, seksten başka bir şey düşünmez misiniz siz ?” derse. Ne zaman yüreğini kadına açma düşüncesi geçse aklından, kadını tamamen yitirme korkusuyla vazgeçiyordu bu düşüncesinden.
Acı dolu günler birbirini kovalıyordu. Uyku düzeni bozuldu yaşlı adamın. Ara verdiği alkole yeniden başladı. Günde içtiği altı, yedi sigara bir pakete çıkmıştı. Yüreği sanki hüzün pınarı olmuştu da gece gündüz durmadan kanıyordu. Sonbahar sevdaları acı olur bilirdi; daha önce de yaşamıştı bunu. Ama böylesine derin, böylesine acılı yaşamamıştı sevdayı.
Uyku tutmamıştı. Dışarıya çıkıp sokaklarda yürümeye başladı. Ayakları onu sevdiği kadının sokağına götürmüştü yine. Durup bir süre baktı ışıkları yanan pencereye. Yanına yaklaşan bir sokak köpeği ilkin kendisi gibi ortalarda yalnız dolaşan adama, sonra da onun baktığı pencereye baktı; bir süre sonra da kuyruğunu sallayıp uzaklaştı oradan. Vakit gece yarısını geçtiği halde evinin ışıkları yanıyordu. Belki de genç bir sevgili bulmuştu kadın kendine. Gençti, güzeldi, niye bulmasın ki? Kıskandı görmediği, bilmediği, hayalinde yarattığı genç sevgiliyi. Aklını pencerede bırakıp yürümeyi sürdürdü. Sokaklar bomboştu, bir süs gibi taşıdıkları meyveleriyle nazlı nazlı sallanan turunç ağaçlarından başka hiç bir canlı yoktu çevresinde. Yalnız gecelerinde hep yaptığı gibi yıldızları anımsadı; durdu ve gökyüzüne baktı. Bir çok yıldız göz kırpıyordu yaşlı adama. “Sevdiğim kadın kadar uzaktalar.” diye söylendi kendi kendine. Biraz daha izledi uzaklardan göz kırpan yıldızları. Acı bir gülümsemeyle ikinci kez söylendi: “Hayır, hiç olmazsa görebiliyorum onları, sevdiğim kadın yıldızlardan da uzak.” deyip yalnızlığına doğru yürümeyi sürdürdü.
Bir deniz kıyısındaydı. Buraya nasıl ve niçin geldiğini bilmiyordu. Yavaş yavaş lodosa dönen hava içini ısıtıyordu. Sevdiği kadın tarafından sarılmışçasına ürperdi. Deniz kendisini yalamaya başlayan lodosla cilveleşiyordu. Kumsalda oturup buranın neresi olduğunu çıkarmaya çalıştı, anlayamadı nerede olduğunu. Bir sigara yakıp denize doğru üfledi dumanını. Duman denize doğru gitmeyip geri döndü ve yüzüne yayıldı. Biraz sonra lodosun kendisine doğru getirdiği bir karaltıya dikkatlice baktı. Karaltı yaklaşınca adam şaşkınlıktan donup kalmıştı. Karşısındaki oydu. Kendinden büyük siyah gözleriyle bakıyordu adama. Üstünde bikini mayosu vardı. Gözlerini kırpıştırıp dikkatlice baktı kadına. Yanına oturacağını sanıyordu; umduğu olmadı adamın; biraz sonra da karanlık gecenin içinde yitip gitti kadın. Onun burada ne işi var diye düşündü, çevresine dikkatlice bakındı ve sonra da anımsadı. Bulunduğu yerin neresi olduğunu şimdi anlamıştı. Yazın, sevdiği kadınla birlikte denize girmek için geldikleri kıyıydı burası. Ayakları onu buraya getirmişti. Sigarasını bitirip ağır kalktı ve bir kez daha kaldırıp başını baktı yıldızlara. Orada sevdiği kadının olmadığını bile bile bir süre baktı gökyüzüne. Yalnız gecelerdeki dostları hüzünle bakıyorlardı yaşlı adama…
Karabiber ağaçlarının sarkan dallarının yüzünü okşadığı bir sokaktan geçip eve doğru geldiğinde tan yeri ağarmıştı. Kadının sokağında yine başını kaldırıp baktı penceresine. Işıkları yanmıyordu kadının. Giderken gördüğü köpek bu kez de gözlerini dikmiş bakıyordu adamın yüzüne. Yine kuyruğunu sallayıp, adamla konuşurcasına bazı sesler çıkardı. “O da yalnız. O da sokaklarda ve tek başına. Hoşça kal dostum.” deyip uzaklaştı oradan yaşlı adam.
Eve geldiğinde kendisine bir kahve yapıp paketindeki son sigarasını yaktı. Yavaş yavaş aydınlanıyordu dışarısı. İçindeki karanlığın da biraz olsun aydınlandığını fark etti. Temiz havadaki uzun yürüyüş yaramıştı ona. Bir öykü yazabilirim belki diye düşündü. Aklından çıkmayan kadına karşın öykü yazmaya karar verdi. Kadının, kendisini rahat bırakmayıp, yazacağı öykünün içine bol bol gireceğini bildiği halde masasının başına oturdu…