Ülkemizdeki eğitim düzeyinin yeterli olmadığından yakınırız sürekli. Eğitimin çok önemli olduğu herkesçe bilinir ama eğitim düzeyinde iyileşme şöyle dursun, sürekli geriye gidiş gözlenmektedir. Fazla bilen, düşünen insanı sevmez ülkemizin gerçek yöneticileri. Onların ideal vatandaşı, kendi denetimlerindeki medyanın etkisi altında düşünce üreten vatandaştır. Düşünmek sadece onların tekelinde olmalıdır. Onlarda tüm toplumun yerine düşünebilecek kadar fazla bilgi ve zeka vardır. Bu nedenle topluma verilen eğitim göstermelik olmalı, ezberciliğe dayanmalı, buralarda hissettirmeden düşünmenin zararları gösterilmeli, öğrenciler ilk günlerinden başlayarak baskı altına alınmalıdır.
Bu koşullar altında ülkemizdeki eğitim düzeyinin daha iyi olmasını beklemek hayalcilik olur. Toplumun değişmesini istemeyenler iktidarı denetimleri altında tuttukları sürece, eğitimde bir gelişme beklemek boşa olur. Bazı aydın geçinen kişiler, halkımıza oy verme hakkını bile fazla görmekte, gerekçe olarak, halkın doğru düşünemediğini göstermekteler. Gizlice yapılan baskı altına alma işini, daha fazla gizlemeye gerek görmemekte, ideal yöneticiler olarak seçilmişleri değil atanmışları görmek istemektedirler.
Eğitim üzerindeki engellemelerle yol almak olanaksız gibi ama, bu engelleme olmasa, halkımızın eğitimi, olaylara bakış açısı, düşünme sistemi çok değişir mi? Yabancı ülkelerde eğitim gören vatandaşlarımıza baktığımızda pek bir şeyin değişmediğini görüyoruz ne yazık ki. Kendilerine anne ve babalarını örnek alan çocukların, bilgi düzeyi yükselse bile, düşünce yapısı önceki kuşaklara benziyor. Baskıcı bir ailede büyüyen çocuk ileride kendini özgür hissedemiyor. Ondan beklenen şekilde düşünüp hareket ediyor. Eğitim sistemini ne kadar değiştirseniz de eğitimin en önemli parçası olan aileyi değiştiremediğiniz için, genel kuralları ve değer yargılarını değiştiremiyorsunuz.
Farklı ülkelerden insanların yaşadığı ortamlara girince bu durum çok daha rahat görülebiliyor. Bir toplumun insanları, gösteriş peşindeyken, diğerleri sadelik içinde; birileri yoğun tempoyla çalışırken, diğerleri hırsızlık, dilencilik gibi işler yaparak yaşamayı tercih edebilmektedirler. Aynı ortamda yaşamalarına rağmen, tamamen farklı olan bu insanların değişik olma nedenlerini toplumun en küçük parçası olan ve toplumu simgeleyen aile kurumunun dışında arayabileceğimiz başka bir yer yoktur.
Bu farklılıklar aynı ülkenin içinde farklı bölgelerde de görülmektedir. Aynı şehrin bir kasabasından, son derece başarılı, eğitimli, düşünebilen insanlar çıkarken, başka bir kasabasından, eğitimsiz, bağnaz, topluma zararlı insanlar çıkabilmekte. Bu farklılığın kuşaktan kuşağa geçmesi, ve uzun yıllar boyunca devam etmesi, ailenin ve çevrenin eğitim üzerindeki etkisinin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir.
Baskıcı toplumlarda, ülkenin olanaksızlıkları yüzünden küçük yaşta aileden ayrılmak zorunda kalan kişiler, şanssız gibi düşünülseler de, ailenin baskısından küçük yaşta kurtulmaları, ileride daha sağlıklı bir düşünce yapısına sahip olmalarını sağlayabilmektedir.
Dini inançlar da eğitimin önemli parçalarından birisidir. Din birçok toplumda önemli bir baskı aracı olarak kullanılmaktadır. Birçok kişi neye, neden inandığını bilmeden, sadece inanmaktadır. Dindar geçinenler tarafından doğru denilenleri, düşünmeden uygulamaktadır. Günümüzün en büyük canileri bu kişiler arasından çıkmakta ve bu kişiler ne yaptıklarını sorgulamadan büyük katliamların uygulayıcısı olabilmektedirler. Bu kişiler binlerce kişiyi acımadan öldürüp, dahası bu katliamı yaparken kendi canlarını da seve seve feda edebilmektedirler. Kuşkusuz bu insanlar işledikleri suçların farkında olmayıp, dinlerine hizmet ettiklerini sanmaktadırlar.
Dini baskının yoğun olduğu toplumlarda, düşünme ve davranışlar üzerindeki baskı daha da artar. Bu nedenle birçok toplum, bireylerini inançları konusunda tamamen serbest bırakmıştır. Ülkemiz, birçok konuda baskıcı olmasına rağmen, bu konuda insanları özgür bırakabilmek için çaba harcamaktadır. Yönetenlerin dinsel baskı istememesinin nedeni insanlarının mutluluğunu istemesinden değil, yönetme gücünü din adı altında siyasi faaliyet gösterenlere kaptırmak istememesindendir. Dinsel baskı ile yönetme gücünü eline geçirmek isteyenlerin şu ana dek, buna güçleri yetmemiştir. Bununla birlikte, çoğunluğu düşünemeyen, kolaylıkla yönlendirilebilen insanlarımız, meydan boş kaldığında, kendilerini bu türden baskılardan koruyabilecek güçte değildir. Doğal olarak, düşünebilen insan yüzdesine bakınca gelişmiş ülkelerin çok gerisinde olan ülkemiz, din baskısı altında yönetilen ülkelerin ilerisindedir.
En gelişmiş ülkelerden bazılarında, sınırsız düşünce özgürlüğü varmış gibi görünse de, uygulanan ekonomik sistem, karşıt düşünce sahiplerini parasız bırakarak baskı altına almaktadır. Değer yargıları, düşünce sistemi mümkün olduğu kadar paraya bağlanmakta, insanların para peşinde koşması, paranın esiri olması, bu sayede kolayca yönetilebilmesi sağlanmaktadır. Çevrenin etkisinin, düşünce yapısı üzerindeki etkisinin büyük olduğu düşünülünce, halkın geneli paraya bağımlı bir düşünce yapısına mahkum olmaktadır. Mutluluk ve mutsuzluk parayla gelip gitmekte, en azından böyle olduğu sanılmaktadır. Bu ülkelerdeki eğitim bu temel üzerine oturtulmaktadır. Büyük şirketler personel alırken, içinde bulundukları ekonomik sistemin gerektirdiği gibi düşünmeyi sağlayan eğitimi veren okulların mezunlarını işe almakta, bu şekilde diğerlerini de bu okullarda eğitim almaya zorlamaktadır. Bu eğitimi alanlar, ancak kendilerine çizilen sınırlar içinde düşünebilmektedirler. Her şeyi parayla ilişkilendirmekte, örneğin başarının ölçüsü olarak alınan maaşı en önemli kriter olarak görmektedirler. Dikkatleri yaptıkları işten çok, daha çok kazanç ve üst mevki koltukları üzerine odaklanmıştır.
Her toplumda belli baskı kurma araçlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Aile bu baskı altına girmişse, bu baskıyı fazlasıyla çocuğuna yansıtmakta, bu sayede, toplumun düşünce yapısı kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır. Bu yapı, toplumun düşünce sisteminin değişmesini neredeyse olanaksız hale getirmektedir. Bu değişim olsa bile çok uzun yıllarda tamamlanabilmekte, bir insan ömrü bu değişimin gerçekleştiğini görmeye yetmemektedir.
Gerekli eğitimi almamış toplumlarda, düşüncesini açıklama özgürlüğünün tanınması, cahil halkın kolayca kandırılabilmesi ile sonuçlanabilmekte, bu nedenle düşüncenin açıklanmasına kısıtlama getirilmesi, yönetenler açısından zorunlu olmaktadır. Bu toplumu kısır döngüye sokmakta, insanları bilgiden yoksun bırakmaktadır. Yönetenler, toplumun karşı güçler tarafından yönlendirilme olasılığına karşı, onların cahil kalmalarını yeğlemekte, halkı yönlendirebilecek düşünebilen insanları da sindirerek, cahil halkın sadece kendi etkisi altında kalmasını sağlamaya çalışmaktadır. Fakat bu tür cahil halk patlamaya hazır bir bomba gibidir. Başkalarının denetimine girdiğinde her türlü kötülüğü, çekinmeden, ölümü bile göze alarak ve iyi bir şey yaptığını sanarak yapacaktır. Halkın cehaletinden güç bulanlar bir gün bu gücü karşılarında görebilirler.