Zambaklar

Zambaklar

Onu ilk gördüğüm gün üstünde kız sanat okulunun üniforması vardı. Ticaret lisesi öğrencisi olan ben, her okul çıkışı eve gitmeden önce caddede birkaç tur atardım. Kirasını zor ödediğim tek göz oda, rutubetli bir evim vardı. Ne masası ne de sandalyesi olan bu evde yaşamımı sürdürmeye çalışır, tatillerde köyüme döner balıkçılık yapardım. Heykelönünde arkadaşlarla attığımız birkaç tur beni mutlu ederdi. Yine ılık bir bahar günü arkadaşlarla böyle bir tur atarken ona rastladım.

Benim ölçülerime göre çok güzel kızdı Sevim. O güne dek hiç sevgilisi olmayan ben, böyle güzel bir kızı kendime nasıl uygun görmüştüm bilmem. Birkaç gün böyle güzel bir sevgilimin olması hayaliyle dolaştım. Kafamın içerisinde, gözlerimin önünde hep Sevim vardı. Gel gelelim bu düşün gerçekleşeceğine dair hiç umudum yoktu, yoksul bir köylü çocuğuydum ben. Ağzımın doğru dürüst laf yapacağına inanamıyordum. Hiç deneyimim yoktu aşkta. Kız kendiliğinden gelip boynuma sarılsa, onu nasıl öpeceğimi bile bilmiyordum. Tek güvendiğim arkadaşlarımın beni yakışıklı bulmalarıydı; söyledikleri ne kadar doğruydu, ondan da çok emin değildim. Yalnız, tüm korkularıma karşın içim fıkır fıkır kaynıyor, sonunun ne olacağını bilemediğim bir serüvene doğru ilerliyordum.

Bir gün, gözümü karartıp Sevim’in okuldan çıkıp caddeye ineceği yolda bekledim. Karşıdan göründüğünde elimin ayağımın titrediğini fark ettim. Karşıdan görmekle bu hale geldiğime göre karşılıklı olarak konuşmaya başladığımızda ne hale geleceğimi düşündüm. O anda moralim çok bozuldu, bir an, geri dönüp gitmeyi düşündüm ama ayaklarıma söz geçirip dönemedim; ayaklarım o anda yüreğimin buyruğuna girmişti sanki. Kız yanımdan geçerken benim bakışlarımdan rahatsız olmuş olacak ki başını diğer tarafa çevirdi. Bu hiç iyiye işaret değildi. Ya Sevim’in dikkatini hiç çekememiştim, ya da, (bu akla daha yakın görünüyordu) çek git, kendi dengini bul, sakın arkamdan gelme diyordu bana.

Ayaklarım yine yüreğimin buyruğundaydı. Geri dönüp gitmeyi düşündüğümde söz geçiremedim onlara. Sevim’in peşine düşmüştüm. Caddeden aşağıya doğru, Ünlü Caddeyi geçip, yüz metre kadar aşağıya Kayhan’a doğru indiğimizde eski Bursa evlerinden birine girdi Sevim. O anda hiç ummadığım, şaşırtıcı bir şey oldu. Bir süre olana inanamayıp, gördüğüm doğru mu acaba diye düşündüm. Kız eve girerken bana doğru bakıp gülmüştü. Gördüğüm hayal miydi gerçek miydi bir süre düşündüm. Hafif bir gülücüktü ama, bana olduğu besbelliydi. Arkasından benim geldiğimi biliyordu, niye anahtarıyla açtığı kapıdan gireceği yerde, hiçbir neden yokken, bana doğru dönüp gülsün ki? Acaba deyip baktığımda, sokakta bizden başka da kimsecikler yoktu üstelik.

Sevim eve girdikten sonra, mahalleliye çaktırmamak için bir süre daha aşağıya Kayhan’a doğru yürüdüm. Güzel bir manevrayla geri dönüp caddeye çıkmak için yeniden evlerinin önünden geçerken, Sevimlerin çiçek saklılarıyla süslü pencerelerine bakmadan edemedim. Kimsecikler yoktu. Renk renk çiçekler vardı. Köy çocuğu olduğumdan mıdır nedir, ben çiçeği, doğayı seven insanları kendime daha yakın bulurdum. Pencerenin önüne dizdikleri renk renk çiçeklere kimin baktığını düşünüp, o saksılara su dökerken Sevim’i hayal ettim. Daha sonra kendi kendime güldüm ama, çiçekleri sulayan sevgilimin (Bana güldüğüne göre, ona sevgilim diyebilirim diye düşündüm) önlüğünü çıkarıp üstüne giydiği hafif dekolte giysisinden görünen yuvarlak beyaz memelerine de kaçamak bir bakış atmadan edemedim.

Birkaç gün kebapçı kedisi gibi dolaştım Sevim’in peşinden. Cesaret edip bir türlü yanına gidip tanışmak istediğimi söyleyemiyordum bu güzel kıza. Beni beğenmez bu kız diye bir düşünce gelip saplanmıştı kafama. Yakın arkadaşlarımdan Coşkun’la dolaştık bir gün arkasında Sevim’in. Coşkun’un kız arkadaşı, komşusu olduğu için arkadaşımı tanımış kız. Ertesi gün gelen habere inanamadım bir türlü. Sevim, Coşkun’un kız arkadaşıyla haber göndermiş: “Gelip konuşsun artık, niye arkamdan dolaşıp duruyor,” demiş, benim reddedilme korkusuyla yanına sokulamadığım kız, kendisi haber göndermişti bana. Ertesi gün için hazırlık yaptık Coşkun’la. Coşkun sağdıç gibi beni berbere götürüp traş ettirdi, sonra da hamama götürdü, daha sonra da pantolonumu evlerinde ütüleyip giydirdi. İkimiz gidip ayakkabılarımızı boyattık. Bunlar tamamdı da, arkadaşıma bir türlü soramıyordum; “bu bendeki heyecan ne olacak?” diye. Ben söyleyemiyordum ama Coşkun anlamış benim rüzgâra tutulmuş yaprak gibi titrediğimi. Sağdıçlıktan sonra moral hocalığına geçen arkadaşım, konuşmalarıyla heyecanımı biraz olsun azaltmıştı.

Ben Sevim’den erken çıktığım için okuldan onun yolunu beklemeye başladım. Durmadan ne söylemem gerektiğini aklımdan geçiriyor, unutmamak için yineliyordum. Kız karşıdan göründüğünde yanında iki de arkadaşı vardı. Arkadaşları gözlerini dikmiş beni süzüyorlardı. İyice tedirgin olmuştum, bir çift yerine üç çift göz. Benim hizama geldiklerinde kızlar: “Size iyi eğlenceler,” deyip ayrıldılar. İkimiz el sıkışıp karşılıklı hatır sorduk. Daha sonra yan yana yürümeye başladığımızda, Coşkun’un öğrettiği gibi nereye gitmek istersin diye sordum Sevim’e. O, yakındaki bir muhallebiciyi söyledi. Birlikte gidip o muhallebiciye oturduğumuzda bizim gibi birkaç öğrenci çift daha vardı orada oturan. Durmadan kendimi kontrol ediyordum, dışarıdan belli oluyor mu titrediğim diye. Karşıdaki aynaya Sevim’e çaktırmadan baktığımda sanki dışarıdan belli olmuyor gibiydi aşırı heyecanım. Bu durum beni biraz sevindirdi ama, Sevim’e söylemek için ezberlediğim sözlerin hepsini unutmuştum.

O tarihten ben on sekiz, Sevim on altı yaşındaydı. İki gün sonra on yedisine girecekti. İki gün sonra yaş günüymüş. Onu gören kimse şimdiden on yedi, hatta on sekiz yaşındayım demesine karşı çıkmazdı, gösterişli kızdı Sevim. Boyu biraz kısaydı ama, herkesin dikkatini çekecek ve kendisine baktıracak kadar güzel bir yüzü, uyumlu bir bedeni vardı. Söylediğimiz tatlıya bir süre el süremedim heyecanım belli olmasın diye. Pastanede Sevimle karşılıklı olarak birbirimizden söz ettik. Ben yoksul bir köylü çocuğu olduğumu söylediğimde, Sevim olgun bir kadın tavrı takınarak; “önemli olan insanın yüreğidir, insan olmadıktan sonra paran olmuş ne işe yarar,” dedi. Köylülük konusunda da düşüncelerini: “Köylüler insan değil mi, biz ne şehirliler gördük, önemli olan insanlık,” diye dile getirdi. Ayrıca, açık konuşmamı beğendiğini söyledi Sevim. En sevmediği, nefret ettiği kimseler yalan söyleyenler, sahtekarlar olduğunu söyledi. Yalandan nefret edermiş. Konuşmalarından gururlu bir kız olduğu anlaşılıyordu. Kendisinin annesi üç yaşındayken ölmüş, onu halası büyütmüş, eczacı olan babası biricik kızını çok sever, onun her istediğini yerine getirirmiş. Babasının bu sevgisi Sevim’in çok hoşuna gider ama kesinlikle şımarmazmış. Zengin kızı sayılmasa da durumları iyiymiş söylediğine göre Sevimlerin.

Bir süre sonra heyecanımın geçtiğini görünce çok sevindim. Düşündüğüm kadar zor değilmiş sevgiliyle konuşmak. Aslında daha sonra düşündüğümde o günü, beni rahatlatıp heyecanımı geçirenin Sevim olduğunu anladım. Onun hoşgörülü ve alçak gönüllü tavırları korkulacak bir şey olmadığını anlamama yardımcı olmuştu. İki gün sonraki yaş günü davetine giderken eski heyecanımdan eser kalmamıştı. Bunun bir nedeni de partiye Coşkun’la birlikte gitmemdi. Üstelik de Coşkun bana güzel bir mont ve fiyakalı bir gömlek giydirmişti kendisininkilerden. Pantolonlarımız ütülü, pabuçlarımız boyalıydı yine. Aynaya baktığımda epeyce değiştiğimi, kentte doğup büyüyen arkadaşlarıma benzediğimi gördüm.

Coşkun bir şişe şarap almıştı doğum günü armağanı olarak. Bu yeter ikimiz için diyordu ama benim içim rahat etmedi. Üç kez oturup konuşmuştuk daha önce Sevim’le. Çiçekleri ve çocukları çok sevdiğini anlamıştım onun. Çocuğu daha sonraya bırakıp çiçek armağan edebilirim diye düşünmüştüm doğum gününde. Bunu düşünmek güzeldi de, cepte para olmayınca bir işe yaramıyordu bu parlak düşünce. Yaratıcı olmalıydım ve çiçek götürmenin bir yolunu bulmalıydım. Oturduğum evin yakınındaki mezarlığın yanından her geçişimde orada gördüğüm zambaklar hep dikkatimi çekerlerdi. Onlardan götürebilirdim. Böyle bir şeyin Sevim’i mutlu edeceğini düşündüm. Doğum günü sabahı yerler ağarmadan kalkıp mezarlığa gittim. Beyaz ve mor zambaklardan bir miktar koparırken ayaklarımın dibinden ne olduğunu anlayamadığım büyük bir kuş havalandı, bir tür hırsızlık yaptığım için çok korkmuştum. Kimseye görünmeden çiçekleri eve getirdim. Zambakları kokladığımda mezarlık çiçeği olduğu hiç anlaşılmıyordu, başka yerde de yetişseydiler yine böyle kokarlardı. Orası doğru da, bu halde de armağan olarak gitmezdi ki çiçekler, güzel bir buket yapmalıydım onları. Yoksa anlarlardı zambakları çiçekçiden almayıp bir yerlerden toparladığımı. Böyle bir şeyi, zaten gururuna çok düşkün olan Sevim kesinlikle bağışlamazdı. Kenar mahallemizde pek de iş yapamayan, çırağıyla birlikte top oynadığımız bir çiçekçi vardı. Aramız iyi olan bu çiçekçi çırağına gidip çiçekleri buket yapmasını rica ettim. İlk kez gideceğim doğum günü partisine götüreceğimi söyledim.

Doğum günü partisinde olanları bana da anlatırsan yaparım dedi futbol arkadaşım İlhan. Benim de bilmediğim doğum günü partileri nasıl oluyor diye çok merak ediyormuş. Önerisini kabul edince ben, ustası dükkâna gelmeden, başka süs bitkileri de katarak zambakları güzel bir buket yaptı. Elimdeki buketi görünce Coşkun’da şaşırdı. İlk sorusu:”Parayı nereden buldun?” diye sormak oldu. Hiç paramın olmadığını en iyi o bilirdi. Ben de: “Allah yoksul kullarını görür,” deyip işi idare ettim. Bu arada da sevindim, elimdekilerin mezarlık çiçeği olduğunun anlaşılmadığına.

Ömrümde ilk kez bir yaş günü partisine gidiyordum. Façam düzgün, elimde hatırı sayılır bir buket vardı. Coşkun’un kız arkadaşı Filiz’den benim yüzümden epeyce laf işitti. O güne dek hiç çiçek götürmemiş Coşkun kıza. Üçümüz yolda yürürken tuhaf bir şey olmuştu bana. Uçmak geliyordu içimden, yürürken canım sıkılıyordu; böyle yürümekle Sevimlerin evine varamayız diye düşünüyordum. Uçamayacağımı biliyordum ama, en azından koşarak gitmeyi önermek istedim Filiz’le Coşkun’a. Düşüncemi arkadaşlarıma açtığımda çok güldüler. Onlara: “Niye gülüyorsunuz, çok mu komik bir şey söyledim?” diye sordum. Söylediğinin komikliğinden değil, biz de ilk buluşmamıza koşarak gitmiştik,” dediler. Eskiden rüzgâra tutulmuş yaprak gibi titreyen o delikanlı ben değildim sanki. Eski korkuları unutmuş, daha önceden niye titrediğimi düşünüyor bir türlü akıl erdiremiyordum. Tam Sevimlerin evine yaklaşmıştık ki, yanımızdan keskin düdüğünü öttürerek bir cankurtaran geçti. Aniden korkuya kapıldım o sıra, sanki yanımızdan geçip giden cankurtaranın içerisinde Sevim varmış gibi bir duyguya kapılmıştım. Dönüp: “İster misiniz,” dedim Coşkun’la sevgilisine, “Sevim hastalanmış olsun?” Coşkun’un sevgilisi: “Bu tam bir paranoya, nereden kapıldın bu duyguya?” diye sordu. Coşkun: “Aşk bu boru değil” dedi. Kız: “Sevgilisini herkesten kıskanan erkek gördüm ama, her cankurtaranın içinde sevgilisi olduğunu düşünen erkek hiç görmedim bugüne dek,” deyip güldü. Sevimlerin evlerine çok az kalmıştı ki. Coşkun beni kolumdan tutup hızla yolun kenarına çekti, ne olduğunu anlayamamıştım. “Dikkat etsene arabanın altında kalacaktın az daha,” dedi.

Birlikte Sevimlere gittiğimizde bizden önce gelenlerle tanıştık. Güzel döşenmiş bir evdi bu. Partinin yapılacağı geniş bir salonu vardı. Bizim küçük köy evimizin yoksulluğunu düşünüce içimin acıyla burkulduğunu duyumsadım. Bu sıralar hep ilkleri yaşıyordum. İlk kez gittiğim böyle bir davette ilk kez dans ediyordum. Sevim’in kulağına eğilip dans bilmediğimi söylediğimde: “Böyle günlerde öğrenilir dans, bizler nasıl öğrendik sanıyorsun?” deyip kolumdan tutup kaldırdı beni. İlk kez bu kadar yaklaşıyordum bir kıza. Aralarına yeni katılan ve Sevim gibi güzel bir kızın sevgilisi olan bu köylü çocuğuna herkesten daha dikkatli bakıp inceliyordu davetliler. Sevim’in o gün sürdüğü hoş koku halen belleğimdedir. Daha sonraları bazı kadınlarda duyduğum bu koku bana o ilk aşkımı ve ilk dansımı anımsatmıştır hep. Sevim kulağıma bugün çok yakışıklı olduğumu fısıldadığında nasıl da mutlu olmuştum, ilk kez bir kız bana çok yakışıklı olduğumu söylüyordu. Bugün yaşadığım bir ilk de bir kıza ilk kez çiçek götürmüştüm. Sevim çiçekleri görünce çok şaşırdı ve çok sevindi. Zambak buketini alırken kulağıma eğilip:”Çok teşekkür ederim ama, niye bu kadar fazla masraf ettin, böyle büyük buket yaptırmasan da olurdu,” dedi. Bizden önce gelen konuklardan da bazıları buketi beğendiklerini olumlu tavırlarıyla belli ettiler. İçlerinden yaşı diğerlerine göre biraz büyük olan kısa saçlı bir kız: “Gelin çiçeğine benziyor bu çiçekler,” dedi.

Futbol arkadaşım, çiçekli çırağı İlhan’a doğum günü partisini atlaya zıplaya, ekleye saklaya, yerli filmlerde Boğaz içindeki bir yalıda gördüğüm doğum günü partilerinden birini anlattım. Sanırım yalıda yapılan, benim anlattığım bu doğum günü partisi Ayhan Işık’ın sevgilisine aitti. Ağzı açık dinledi. İlhan: “Bundan sonra, böyle partilere giderken, patronum görmeden istediğin zaman getir zambakları buket yapayım,” dedi. Yalnız benden bir isteği daha vardı, ona partilerde öğrendiğim dansları öğretecektim. Bilmediğim şeyi ona nasıl öğreteceğimi düşündüm, ama işi bozmamak için, kendi öğrendiğim dansları öğreteceğime söz verdim.

O gece yağmur yağmıştı, zambakları koparırken paçalarım ve kollarım epeyce ıslanmıştı. Gecenin geç bir saatinde gündüzden peylediğim zambakları sokak lambasının hafifçe vuran sarı ışığının da yardımıyla koparıp kimseye görünmeden eve geldim. Ertesi gün pazardı ve biz Sevim’le buluşacaktık. Erkenden kalkıp çiçekçi dükkânında beni bekleyen İlhan’a gittim. Ağzımla mırıldandığım, hiçbir şeye benzemeyen bir melodi eşliğinde bir süre dans dersi verdim İlhan’a. Çok mutlu olmuştu arkadaşım, hele ayağıma basıp öğretmeyi bırakacağımı sandığı anlarda, buketin hatırına, “olur böyle şeyler, çok yeteneklisin devam et” dediğimde, pek sevinmişti. Bir gazeteye güzelce sardığım zambakları çıkarıp buket yaptı İlhan. Bukete bir de tezgâhın altından çıkardığı fısfısı sıkarak çiçeklerin daha güzel kokmasını sağladı.

Bugünkü buluşmam ötekilere benzemiyordu, onun için Sevim’le buluşurken unutmuş olduğum o eski heyecan yavaş yavaş her yanımı sarmaya başlamıştı. Elimde, diğer çiçeklerle zenginleştirilmiş, İlhan’ın kıyağı parfüm kokan güzel bir zambak buketiyle Coşkun’a gittim. Hem arkadaşımla konuşup biraz olsun heyecanımı gidermek, hem de onun dolabından giysi takviyesi yapmak istiyordum. Daha önce Sevimle görüşmeye giderken giydirdiklerini geri almamış o giysileri benim giymemin daha doğru olacağını söylemişti. Yalnızca yediğimiz içtiğimiz ayrı giden bu arkadaşım her zaman olduğu gibi bu kez de elinden gelen yardımı yapacaktı, bunu adım gibi biliyordum. Sevim’in halasının çok iyi kadın olduğunu söylemiş Coşkun’a onların yakın komşuları olan Filiz. Babasının da efendi ve çok hoşgörülü adam olduğunu birçok kişiden duymuş Coşkun’un sevgilisi. Üstelik tek varlıkları olarak kabul ediyorlarmış Sevim’i. Hem babasının ve hem de çok genç yaşta dul kalan halasının, onu üzmemek için evlenmediklerini, çok sevdikleri kızlarının mutluluğu için her şeyi yapabileceklerini söylemiş Filiz. Bunları şunun için anlatıyorum? Babası ve halası beni görüp tanımak istemişler. Kızlarının çok sevdiğini söylediği, damat adayı olan bana alıcı gözle bakmak istiyorlarmış. Yani görücüye gidiyordum sizin anlayacağınız.

Vakit gelip de ben gitmeye hazırlanırken aklıma bir şey geldi, (Sonradan hep düşünmüşümdür, onu şeytan getirdi benim aklıma diye) aniden aklıma gelen bu düşünce beni rahatsız etmişti. Paramın olmadığını bilen Coşkun’a çiçekleri futbol arkadaşım İlhan’ın verdiğini söylemiştim bundan önce. Böyle candan bir dostuma niye yalan söylüyordum ki, ona doğruyu söylemek gerekir diye düşündüm. Vicdan azabına kapılmıştım aniden. Sonra da, zambakları mezarlıktan çaldığımı ona anlattım. “İyi yapmışsın, dikkatli ol da yakalanma mezarlık bekçisine, rezil olursun,” dedi Coşkun. Kendisine bir sırrımı açtığım için arkadaşım olarak mutlu olduğu belliydi; üstelik ben de gerçeği itiraf ettiğim için rahatlamıştım.

Elimde kocaman bir çiçek buketiyle, Coşkunlarını evinden ayrılıp Sevimlerin evinin yolunu tuttuğumda kafam karma karışıktı. Henüz on sekiz yaşındaydım. Sevim’in halası Filiz’e: “Oğlanın niyeti ciddi ise niye olmasın, evlenirler, madem pek kimsesi yok, o da bizim oğlumuz olur,” demiş benim için. Kırk yılda bir sevgilim olmuştu, onun mutluluğunu yaşayalım derken başımıza bu yaşta evlilik gibi çok önemli bir konu çıkmıştı. İkimiz de daha çocuktuk. Daha doğrusu, Sevim’in halası nişandan söz etmişti ama, sonuçta evlilik hedefi vardı. Sevimlerin evlerine vardığımda onun pencerede beni beklediğini gördüm. Kapıyı çalmaya gerek duymadım, biraz sonra gelip sokak kapısını açan sevgilim, ciddi ciddi görücüye çıkan kızlar gibi süslenmişti. Elimden çiçekleri almadan boynuma sarılıp bir güzel öptü beni dudaklarımdan. her zamanki kokusunu bugün biraz daha yoğun sürmüştü. İlhan çok sormuştu ama nasıl öpüşüyorsun diye, doğrusu öpüşmeyi ona anlatamamış, “bu kadar özelime girme, böyle şeyler anlatılmaz yaşanır,” demiştim İlhan’a”. İlk tanışmamızdakilere benzemeyen bu öpüşmeden sonra el ele çıktık merdivenlerden. Çiçekleri verdim, İlhan’ın diğer çiçeklerle iyice abarttığı bu görkemli buketi kendisine verdiğimde, onu halasına vermemi istedi. “Teşekkür ederim ama, çiçeğe çok para harcıyorsun,” dedi yine daha önce her çiçek getirişimde söylediği gibi. Sanırım bu beşinci zambak getirişimdi ona. Ben de ona: “Sen daha iyilerine layıksın, param çok olunca sana dünyanın en güzel çiçeklerini getireceğim,” diyordum.

Babasıyla halası beni çok iyi karşıladılar. Sonradan ne olduğunu öğrendiğim Vivaldi çalıyordu gramafonda; yine sonradan öğrendiğime göre babası iyi keman çalarmış Sevim’in. Halasının ve gelecekte kayınpederim olacak Mümtaz beyin sordukları soruları dikkatlice yanıtladım. Bir yandan falso vermemeye çalışıyor, bir yandan da bu seremoni ne zaman bitecek acaba diye düşünüyordum. Dikkatimi çeken bir şey oldu bu arada, görücüye çıkan kızlar gibi süslenip giyinen Sevim elinde kahveyle gelirken epeyce heyecanlıydı. Benim heyecanım ona geçmişti sanki. Kahveyi ve yanına koyduğu likörü bana ikram ederken ellerinin titrediğini gördüm. Tepsiden bana ikram edilenleri alırken ona doğru eğilip, yavaşça: “Korkma, evin kızını beğendik,” dedim. Bu sözüm ona çok komik gelmiş olacak ki, yüksek sesle gülmeye başladı. Halası niye güldüğünü sorduğunda, benim söylediğimi onlara aktardı. Babasıyla halası da güldüler. Babası: “Oğlumuz aynı zamanda çok da nüktedan,” dedi. Sanırım onlar da beni beğenmişlerdi. Şakacılıktan başka iyi yanlarımı da gördükleri anlaşılıyordu babasının “aynı zamanda,” deyişinden.

Görücüye çıktıktan sonra iki ay geçmişti. O yıl ikimizin de okulu bitmişti. Söz kesmek için gün kararlaştıracaktık. Evliliği birkaç yıl sonraya bırakacaktık, ben yüksek öğrenim yapmak istiyordum. Sevim’in babası çekinmesin, okuması için ben kendisine her türlü yardımı yaparım demiş. Benim pek kimsem yok gibiydi, kararları ben verebilirdim. Anneme durumu açtığımda, o boynunu büküp: “Kendin bilirsin yavrum, okumuş yazmış adamsın, sana akıl verecek değiliz,” dedi.

Her şey yolunda gidiyordu. Bu durumda iç güveysi olacaktım, o beni düşündürmüyor değildi ama karşımdaki insanlar çok anlayışlıydılar, sanki sorun çıkmayacağa benziyordu. Sevim’in gururuyla boy ölçüşmen olanaksızdı ama, asılında ben de ezik büyümüş, gururlu ve de alıngan bir insandım. Kendime güveniyordum, onların istedikleri kızlarını çok sevip mutlu etmemdi, ben de Sevim’i çılgınca seviyordum. Sevim de benden çok şey istemiyordu, ona karşı dürüst olmama ve yalan söylememem koşuluyla sorun çıkacağa pek benzemiyordu. Olaylar öylesine çabuk gelişip buralara gelmişti ki, sanki evlenmekten başka da bir şey yapamazmışım gibi geliyordu bana. Üstelik de Sevim’i ölesiye seviyor, onsuz bir yaşam olamayacağını düşünüyordum. Bugüne dek kırıcı bir çift sözünü duymamıştım bu güzel kızın. Sanki istesem de bırakamazmışım gibi geliyordu bana. Yani biz Sevim’le birbirimizi, karşılıklı olarak çok (onun deyişine göre deliler gibi) seviyorduk.

Günlerden bir gün kararlaştığımız yerde ve saatte buluşmamız gerekirken Sevim randevumuza gelmedi. Evlerinde telefon vardı. Kendisini aradığımda bana, onu bir daha aramamamı ve tüm dayatmalarıma karşın bu tavrının nedenini söylemedi. Hemen Coşkun’a koştum, beynimden vurulmuşa dönmüştüm sanki, olayı ona anlatıp Filiz’in gidip Sevim’in bu tavrının nedenini öğrenmesini rica ettim. Filiz’i beklerken saatler geçmek bilmiyordu. Filiz gidip konuştu ama, gelip bana ne dediğini anlatmadı. Coşkun’a: “Sanırım ben yanlış bir şey yaptım,” deyip benden özür dilediğini söylemiş Filiz. Coşkun zorlayınca da anlatmış yaptığı yanlışın ne olduğunu.

Filiz, Sevimlerin evlerine gittiği bir gün, benim onu ne kadar çok sevdiğimi ve ne kadar özverili olduğumu anlatmış. Coşkun’un kendisine bugüne değin hiç çiçek getirmediğini söylemiş. Sevim, ben de getirme, boşuna para harcama diyorum ama, benimki sanırım bir yerlerden borç para bulup getiriyor, üstelik de getirdikleri çok pahalı buketler,” diyor. Filiz sözde benim özverimi, onun için nelere katlandığımı anlatmak için kendisine getirdiğim zambakları gece kimseye görünmeden, tehlikeleri göze alarak mezarlıktan kopardığımı söylüyor. Sevim beyninden vurulmuşa dönüyor bunları duyunca Coşkun: “Kabahat Filiz’de kendisini bağışlamanı istiyor,” dedi.

O günden sonra ne zaman bir mezarlığın yanından geçsem, çok kısa ömürlü ilk âşkımı anımsarım; ne zaman bir zambak görsem o zambak en güzel anılarımı kanatır.