Bilmenizi İsterdim

Bilmenizi İsterdim

Ben sizi bırakmadım çocuklar. Bir meyva ağacının kabuğuna çizdim gözlerinizi, oradan baktım kendime. Pırıl pırıldınız, yeni doğmuş gibi. Kendi içimde gördüm sizi. Kokunuzu duydum yıldız küllerine serpili. Mor bulutlarınızı da gördüm denizin üstünde, küçük, maviye çalan yıldızlarınız gibi. Yaklaştıkça büyüyen. Göllerin, denizlerin, okyanusların üstünde. Işıl ışıldı renkleriniz. Suyun üstüne tüylerinizden bir tomar bırakmışsınız gibi. Birkaç gece üst üste sesinizi duydum. Gece değildi, sesiniz, alt alta, üst üste. Alyuvarlarınızın kokusunu duydum içimde. İlk kez sıra sıra geçtiler, ya da yan yana. Bilemiyorum, bahardınız üstelik. Bağırdınız. Yaşlı halkaları gibi suya düşen ilk dairenin. Titredi sesler içimde. Günlerce, kendi içimden duydum, sesinizi.

Ben sizi bırakmadım çocuklar. Kırmızıyı bıraktım bir gün beyazın içine. Kış gelmemişti henüz. Bir atın sesini duydum arkamda. Daha doğrusu, arkamda bir ses duyarsam, onun bir at sesi olmasını istedim. Başımı çevirip dönünce görecektim işte. Ben uzağa bakar gibi yapıyordum, kırmızı da duruyordu öylece, beyazın bir adım önünde. Tuzlu su tadını duydum dilimin ucunda, bildiğiniz denizsuyu. Sonra bıraktım kırmızıyı beyazın içine. Uçsuz bucaksız bir akşam gördüm mutfağın camında, şarap gibi parladı bulutlar. Zaman durdu sanki. Öylesine dağıldı renkler, toplayamadım. Ne beyaz kaldı geride ne kırmızı. İkisi iç içe, bir pembe bile etmedi. Elimden geleni yaptım. Arkamdaki atın soluğunu bile kattım renklere. Günler geçti birbirlerinin içinde dönerek. Unutmadım verdiğim sözleri. Öyle hızlı geçti ki zaman. Biliyorum. Sözlerimi hiç tutamadım. Üç aydan fazla olmuş. Üç aydır kıpır kıpır içimde, kirpikleriniz. Uykularınız tarçın kabuğu, çayımda. Hırçın değil, elinde eski şemsiyesiyle, uysal bir adam gibi, sonbaharı bekleyen. Bilemem ki, biraz üşüdünüz belki de bu kış. Kaldırımdan geçen bir mevsim gibi. Beklerken. Beklerken, gümüş tozlarının rengine döndü sözcükler. Gümüş suyu rengine bulandı zaman. Gümüş oldu sonra birer birer. İçimdeki hayvanlar.

Uzakta, maviye çalan bir aydınlık gördüm, belki güzel bir şey okuyordum o akşam ya da kafam iyiydi. Şöyle bir bakınca, gökkuşağındaki renklerin arasından bile geçebilirim sandım. Şimdi bana da gülünç geliyor ama öyle düşündüm işte. Kıpırdamadan izliyordum dışarıyı. İlk önce ay battı. Sonra parmaklarımın arasından kayıp gitti bütün renkler. Elimi öyle sıkmışım ki, ağrısı bileğime vurduğunda ancak fark ettim. Yanılsama diye düşündüm. Boşver dedim kendi kendime. Giden gitsin. İşte öyle başladı her şey. Ne varsa gönder gitsin. Hepsini bıraktım sırayla. Soluğumu, soğuğumu, sıcağımı, ılığımı. Konuşurken gülmeyi, acımayı, acındırmayı. Duyup düşündüğüm ne varsa bıraktım. İçimde hiçbir şey kalmayınca, doğrulup bir soluk aldım. Düşlerimi de bıraktım. Üzülmedim hiç, bir an için bakmadım bile arkalarından. Ne huzur ne huzursuzluk, boşlukta salınan bir köpük gibi süzüldü benliğim. Yere varınca onu da bıraktım. Sonsuzlukta saydam bir nokta gibiydim. Artık ışığı bile geçirebilirim diye düşünürken ansızın duydum sesinizi içimden. Anladım işte o zaman. Meğer, her şeyi bıraktığımı sandığım an, iki elimle tutuyormuşum sizi ensenizden.

Koyu bir bulutu anlattım bazı günler. Yağmuru, doluyu. Kendi gölgesini anlattım bir ağaca. Gözleriyle çalı çırpı toplayan. Sonra suyunun tadını anlattım ırmağa, kana kana. En güzel renklerini buldum gökyüzünün, bir mağaranın duvarında. Gözümün önünde tüm renkleri, yeniden doğurdu bir yarasa. Kimseyle konuşmadım kendisinden başka. Ne birini başkasına benzettim, ne değiştirdim kimseyi, ne de tek söz ettim bunlardan. Sözcükleri kendilerini görecek gibi içe döndürdüm. Ne demek istediğimi yaşlı bir kadın anladı, yalnızca. Ya da ben onun anladığını sandım. O kadar düşünürsen yok olur dedi, oysa sen hiç düşünmemiş ya da hiç konuşmamışız gibi olsun istiyorsun. İşte o zaman özünü de unutman gerekir, dedi. Ağacın, suyun, bulutun. Belki sözcükler biraz daha özgür olabilirmiş, o zaman. Ben de yavaşça kıstım içimdeki sesleri, alay etmedim kimseyle, eleştirmedim kimseyi. Seslerin ardından, sözcükleri de bıraktım içimdeki. Görüntüleri de yolladım gittiler. Sonsuz bir boşluğun içinde, sanki cam bir küreydi dünya. Döndü. Öyle bir aydınlık içinde buldum ki kendimi, korktum. Sonra korkumu da bıraktım, ilk gördüğüm yere. Arkamda bir ses duyduğumu sandım, kızıl bir atın soluğu değdi sanki, boynuma. Yüzümde bir gülümseme. Uyuyakalmışım demek, soluğunuz girmiş rüyama.

Renklerinizi biliyordum. Sesinizi, kokunuzu. Tadınızı da duyuyorum artık dilimin ucunda, gözünüzün buğusu değiyor bazen yanaklarıma. Dün geceydi, bunları düşündüm işte. Bu sabah ilk iş denizden tuzu, lacivertten maviyi sıyırdım. Sonra elime kalemi aldım. Unutursunuz biliyorum ama. Ben söylemiş olayım. Yağmurlu bir günün sabahı, omzumdan çıkarıp kolumu bıraktım ama ben. Sizi bırakmadım çocuklar.

Burak Kaya hakkında
Müzisyen, yazar.