Aşgabat – Aşıklar Şehri (!): Türkmenistan

Aşgabat

Dünya’da nice şehirler vardır aşıkları kendine çeken. Fakat hiç birinin adının anlamı aşıklar şehri değildir herhalde.

İsminin aşk ile yoğrulduğu bu şehrin, “aşk-meşk” ile uzaktan dahi ilgisi olmaması ne kadar ironik değil mi? Gönül isterdi ki şöyle bir kaptırayım Romeo-Juliyet’ten, bitireyim yazıyı “Kerem ile Aslı”dan. Ama hiç de öyle olmayacak.

Bolca garipliklerden bahsetmek zorunda kalacağım bu ülke için. Çünkü dünyadan kopuk ve şirin zıtlıkları bol bir coğrafya burası.

1990’ların sonunda ilk gidişimdi Türkmenistan’a, ilk şaşkınlığımı benzinlikte yaşamıştım. “Jiguli” marka uyduruk arabamıza benzin koyuyordu benzinci, depo doldu. Fakat, pompayı durdurmadılar, benzin depodan taşarak yerlere akmaya başladı. Ben “hop kardeş durdur” demeye kalmadı tuttular beni kolumdan, “yahu bırak koysun deponun hepsi bir dolara doluyor, verdik ya parayı o verdiğimiz para kadar benzin koymak zorunda, ister depoya koysun ister yere döksün” dediler. Dünya’nın en pahalı benzinini kullanan bir Türkiye ferdi olarak ağlayacaktım nerdeyse. Sonra uyduruk arabamızla bir iş toplantısına gittik, arabayı durdurmadık, tüm toplantı boyunca araba dışarıda çalışıp durdu. Nedenini sordum, “Akü biraz bozuk, şimdi durdurursak belki akü çalıştırmaz arabayı” dediler. Ben de “Aferin size, akıllı çözümler” diye övgüyle süsledim onları.

Beş milyon civarındaki az nüfusuna rağmen, Türkmenistan çok büyük doğal kaynaklara sahip, ne ararsanız var. Enerji zengini. Bu kadar kaynakları bol ülkede halk ise hiç de onca refah içinde değil.

Yıllar içinde defalarca gittim Türkmenistan’a, her gezimde bana göre yeni bir delilik ile karşılaştım. Mesela son dönemlerde çok geniş, kaliteli caddeler yaptılar, etrafını da çok şık binalarla çevrelediler. Kocaman, geniş caddelerde üç beş araba salına salına geziniyor. Ama işin esas garip yanı, tüm binaların dış kaplaması ve yürüyüş mekanları mermerle kaplı. Anlayacağınız kafanızı nereye çevirseniz mermer. Bu mermer tipi size çok yabancı gelmez, bizim mezarlıklarda kullanılan mermerlerden. İşin komik tarafına gelelim, bırakın şehrin mermerler içindeki garip görüntüsünü, şehir deprem bölgesi, çölün üstüne kurulmuş ve zemin sağlam değil. İlk depremde şehirde mermer yağmuru olacağı kesin.

Devlet kademesinin çok zengin, halk kademesinin ise bir o kadar fakir olduğu ülkenin ironisi sizi gündelik hayatınızda da dürtüp duruyor. Tüm dünyada kapalı mekanlarda sigara içilmesi yasak iken, Türkmenistan’da kapalı mekanlarda sigara içmek serbest ama açık mekanlarda yasak. Bu yasak bana da mantıklı geldi, göz zevkimiz bozuluyor. Tam Türkiye’ye göre bir yasak esasen.

Şehrin dışında “Çöl Pazarı” isimli bir Pazar var. Adı üstünde Pazar alabildiğince geniş kumluk çölün üzerine yayılmış, ne ararsanız var pazarda. Şehrin dışında olduğu için fiyatlar daha düşük, halk buraya akın ediyor. Türkmenistan kavunuyla ilk defa burada tanıştım. Kavunun vatanı diye geçer Türkmenistan. Kocaman kavunlar, dev boyutlarda bir o kadar da leziz. Neredeyse bedava diyebileceğiniz kadar da ucuz. Satıcılar yabancı olduğumdan mıdır bilinmez, ikram üzerine ikram ediyorlar. Ondan da kes, bundan da kes, tadım usulüyle kavuna doydum çöl pazarında. Ayıp olmasın diye üç kuruş para verdik helalliklerini aldık. Al sana bir zıtlık daha, o kadar lezzetli kavunlar, beş para. Sordum ihracatı da yapılamıyormuş, birbirlerine değdiklerinde çürüyormuş kavunlar.

Tüm Orta Asya Cumhuriyetlerin’de yaygın olan dişlere “altın” kaplama burada en yüksek seviyesine ulaşmış durumda, özelikle yaşlı jenerasyonun gülüşlerini iyi takip etmeniz gerekir. Dişlerin çoğu altın kaplamadır. Bazen sohbet sırasında gözünüz karşınızdaki kişinin altın dişlerine takılıp kalır, başka bir yere odaklanamazsınız.

Dünya’da İsminin içinde Türk kelimesi geçen iki ülke vardır, Türkiye ve Türkmenistan. Ben her ikisinin de tamlamasını beğenmiyorum. Türkiye’deki “İYE”, Fransızca tamlamasıdır. Türkmenistan’daki “İSTAN” Farsça bir tamlamadır. Bence “TÜRKELİ” her ülke içinde daha yakışıklı olurdu.

Türkmenistan’daki Türk varlığı 5. yüzyılda Hunlar’ın bölgeye girmesiyle başlar. Türkmenistan, Arap, Moğol ve İran işgallerine uğramış olmasına rağmen Azerbaycan ve Anadolu’daki Türk hakimiyetine her zaman kaynaklık etmiştir.

Türkmenistan’ın yakın tarihi üzerinde çok büyük izler bırakan Ruslar, 1881’deki Göktepe Savaşıyla bu ülkeye girmişlerdir. Uzun yıllar süren Çarlık hakimiyetinin sonunda 1917’de Bolşevikler’in Türkmenistan’da kontrolü ele geçirmesinin ardından, 27 Ekim 1924’te Türkmen SSC ilan edilmiştir. 70 yıla yaklaşan esaretin sonunda diğer Türk cumhuriyetleri ile birlikte 27 Ekim 1991’de Türkmenistan da bağımsızlığına kavuşmuştur.

Ruslar Orta Asya’daki Tüm Türk Halklarına tarihlerini unutturduğu gibi, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan halklarına “Türk” kelimesinden nefret ettirmeye çalışmıştır.

Rus kültürünün kalıntıları hala ülkede gözlemlenebilmesine rağmen, artık yeni nesil Türk ve Müslüman kültürel kimliğiyle yetişmektedir.

Dil ve din birliğine sahip olduğumuz Türkmenistan’da Türkiyeli iş adamı ve firması çok fazladır. Dil konusunda da hiç bir sorun yaşamayan iş adamlarımız bu ülkenin zenginlliğinden faydalanmak için Türkmenistan’a kamp kurdular. Ülkedeki üçüncü dil artık Türkçe oldu diyebiliriz. Türkmence ve Rusça’dan sonra Türkçe’de özelikle Aşkabat’ta sıkça kullanılır hale gelmiştir. Bir iş kadının deyimiyle “Aşkabat’ta sokaktaki itler dahi Türkçe konuşmaktadır”.

Günün birinde yolunuz Türkmenistan’a düşerse Hiva (Khiva) şehrini muhakkak görmenizi öneririm. “Unesco”nun koruması altındaki bu şehir, Aşkabat’tan uçak ile en fazla 45 dakika mesafededir. Şehrin bir kısmı Özbekistan sınırları içerisinde olduğundan Özbekistan vizesi de alarak gitmeniz tavsiye edilir.

Her ne kadar Aşkabat’ta aşk yaşama ihtimaliniz çok zayıf olsa da, yine de “Sıcak Kanlı Türkmen Kızların” ördüğü halılardan veya kilimlerden hatıra olarak satın alabilirsiniz.