Vergi Dairesi

Vergi Dairesi

Kaç gündür, Ümraniye’deki Vergi Dairesine gideceğim. Her seferinde bir bahane bulup, işi ertesi güne erteliyorum ama artık gitmeliyim, evet, yarın mutlaka gitmem gerek. Aslında öyle karışık bir iş değil, yalnızca araba için vergi borcu yoktur yazısı alacağım ama gene de içimde bir sıkıntı var.

Erken saatte kalabalık olacağını düşünüp, öğlene doğru Vergi Dairesi’nde olacak biçimde yola çıkıyorum. Yolda birkaç sefer tüm belgeleri gözden geçirip, kendimi herhangi bir eksik olmadığına inandırmaya çalışsam da bu hazırlıkların bir anlamı olmadığını gayet iyi biliyorum. Nedense, birazdan karşıma çıkacak ilk kişinin, Sürücüye İlişkin Bekaret Raporu, Şase Düzeltme Kağıdı gibi bende olmayan bir şey isteyeceğinden neredeyse eminim.

Adımlarım geri geri gitse de, sonunda geldim işte. Binanın üzerindeki yazıyı okuyunca içim birden rahatlıyor: Ülkemi seviyorum, vergimi ödüyorum. Gözümde büyüttüğüm kadar zor değil, yeter ki insan iyi niyetli olsun. Eğer uğraşınız gizlenmeyi, kaçırmayı gerektiriyorsa, elbette işleriniz kördüğüm olur, ama yasalara saygılı insanların korkmasına gerek yok. Rahatlamış biçimde içeri giriyorum, taşıtlar için birinci kata çıkmam gerekiyormuş.

Şanslı günümdeyim, gişeler boş, gişelerin arkasında ise hizmet vermeyi bekleyen yaklaşık otuz memur var. En baştakine yaklaşıp, vergi borcum olmadığına ilişkin bir yazı alacaktım diyorum. Konuşmadan göz işareti ile arabanın ruhsatını istiyor. Ruhsata göz gezdirip, sol yanını işaret ediyor. Hemen yanındaki kişiye dönüyorum. Sorumu yineleyecekken, önceki memurun ağzı açılıyor:

– Kardeşim, harfleri görmüyor musun? Plakan hangi harfle başlıyorsa o harfe gideceksin.

Bunu bilmediğimi söyleyip, yeni bir araba alırsam, plakasının ‘A’ harfi ile başlamamasına dikkat edeceğimi ekliyorum. ‘Çok da umurumda’ der gibi bir hareket yapıyor.

Her memurun tepesinde bir harf var. Sizin plakanız hangisi ile başlıyorsa işinize o bakıyor. R’ye doğru gidiyorum. L ile M hararetli bir tartışmaya dalmışlar, önlerinde bekleyen kadını gördükleri yok. O da ne? A’dan Z’ye kadar herkes yerinde, ama R yok. Gene de R’nin önüne gelip beklemeye başlıyorum. Nasılsa birazdan gelir. Birkaç dakika bekledikten sonra, gözüm S’ye takılıyor, S’nin önünde bekleyen kimse yok. Göz göze geliyoruz, biraz bekledikten sonra bana sormasını istediğim soruyu ben ona soruyorum:

– Bir isteğiniz mi var?

Kadın şaşırıyor. Başını ‘hayır’ biçiminde yukarı kaldırıyor.

– Plakam ne yazık ki R ile başlıyor, ama herhalde R bugün izinli.

– İzinli değil, sigara içmeye gitmiştir, birazdan gelir.

– Aslında işim çok basit, belki siz ilgilenirsiniz.

– Başka plakalara bakarsam, başım ağrıyor, hem adam sigara içecek diye ben iki kişilik mi çalışayım?

– Haklısınız ama, R’yi trafik işlerimi halletsin diye, ben işe almadım ki. Plakamın S ile başladığını düşünürseniz belki başınız ağrımaz, kendi işinizi yapıyormuş gibi.

Başını öbür yana çeviriyor. Gülerek T’ye anlatıyor:

– Boş ver, aslında bakmayacağımı o da biliyor.

Konuşurken kapıdan birisi giriyor. Yakası açık, kısa kollu gömleği, en az iki günlük sakalı, şişe dibi gözlükleri, ağzında ses çıkartarak çiğnediği sakızı ile R’nin yerine doğru yaklaşıyor. Evet, bu R olmalı. Ancak R’nin gişesini geçip, S ile T’nin arasında duruyor: Yanılmışım.

– Çay söylemedin müdürüm?

İşte şimdi elime düştünüz. Müdür bey, S ile sırnaşık bir biçimde konuşsa da, birazdan iş değişecek. Yanına yaklaşıp:

– Efendim yaklaşık on beş dakikadır R’yi bekliyorum, umudumu yitirmek üzereyim. S’ye de sordum ancak, R’nin işini yapması olası değilmiş. Ne yapmamı önerirsiniz?

R nerede diye soruyor. Sonra da bana dönüp:

– Arkadaş sigara içmeye gitmiş, burada beklemene gerek yok. Şurada otur, gelince seni çağırırlar.

Kapının girişindeki sandalyeye yöneliyorum. Ben uzaklaşınca rahatlıyorlar.

– Kız sana etek giyme demedim mi?

– Yakışmamış mı, müdürüm?

Kendime gülüyorum. Kimi kime şikâyet ediyorsun? En iyisi elimdeki ruhsatı okuyarak zaman geçirmek.

Biraz oyalandıktan sonra bir kıpırdanma oluyor. Sonunda R geldi, S ile konuşup, beni yanına çağırıyor. Yeniden gişeye yöneliyorum. Yarım saatten fazla bir süredir kendisini beklediğimi söylüyorum. Tamam, hallederiz diyor ama ruhsatı alır almaz ilk sorun çıkıyor.

– İstanbul’da mı yaşıyorsunuz?

– Evet.

– Bu kadar zamandır neden plakanızı Ankara’dan İstanbul’a aldırmadınız?

– Plaka babamdan yadigar, değiştirmek istemiyorum, bunu siz anlayamazsınız?

Birden ses tonu yumuşuyor, beni en iyi kendisinin anlayacağını söylüyor.

– Eğer anısı varsa, ben de olsam değiştirmezdim.

Sözlerimin R üzerindeki etkisine şaşırıyorum. Neyse, en azından şifreyi çözdüm, belli ki ne kadar saçmalarsam işler o kadar iyi gidecek. Sorulara aynı doğrultuda yanıt vermeye karar veriyorum.

– Burada çok sıkılıyorum. Beklerken anlamışsındır, ben buranın adamı değilim.

– Harfleri değiştirsen, belki faydası olur. Örneğin J. Sence de J iyi olmaz mı?

Gene işe yarıyor:

– Onu da denedim, fark etmiyor. Sorun harflerde değil.

R açıldıkça, benim işim yavaşlıyor.

– Sence, bugün bu yazıyı alabilir miyim?

– Biraz zor, borcu var. Yarın da gelirsin, sana şimdi anlatamayacağım bir şey var, yarın onu da anlatırım.

Hesap ters döndü. R’yi tavladım ama şimdi de adam benimle yeniden karşılaşmak için işimi uzatacak.

– Ne borcu varmış?

R listeyi yazıcıdan çıkartıp bana veriyor. Neyse ki elimde dekontlar var. Demek yapılan ödemeler işlenmemiş. Dekontları uzatınca R gülüyor.

– Düzeltme işlemini plaka şehrinden yapmak gerekiyor, Ankara’dan.

– Ankara’ya gidersem, yarın buraya gelemem ki.

R, dekontları ve ruhsatı geri veriyor:

– Zaten gelmeyecektin ki.

– Evet, gelmeyecektim. Peki, bunu nereden bildin?

– Ben bile gelmezken, başkası niye gelsin ki? Zaten anlatacağım bir şey de yoktu. Kimse yokken en iyisi gidip bir sigara içeyim.

Burak Kaya hakkında
Müzisyen, yazar.