Koşarak Gelen

Koşarak Gelen

Sesleri birbirine dolanmış, duymayışımız ondan. Odayı adımlayan biri var yanlarında. Biz değiliz ama başkası da değil. Yitirmiş neyi varsa. Gemiden denizaltına sürülen bir asker gibi kaçmış çiçekleri.

Işıklı, sisli bir akşamüstü vuruyor evin camlarına. Rıhtımın az ötesindeki ahşap ev değil mi ? Damı olmayan, duvarları. Görmüş olmalısınız. İlk sokaktan girince birinci değil, ikinci. Rıhtımdan bakınca evi göremezsiniz ama, evden bakınca rıhtım görünür. Pencereleriyle kapıları. Yolcular gibi, yalnızca bakışları ve gülüşleri olan, sözleri yankılanan limanlarda. Ne ağız, ne burun, yalnızca soluklarından havaya karışan buğu. Elini tutunca, saatlerce uzakta başka bir liman değer avuçlarına. Değsin zaten. Çocuklar büyüdü, artık söylenecek yaştalar. Fazlasını biliyorlar bizim sandığımızdan. Artık ne kendini ne onları tutabilirsin, günü geldiğinde başıboş atlar gibi geçecekler önünden. Saatine baksan da bütün gün, değişmeyeceğini biliyorsun. Dalgalar gene karaltıları ile gelecek kıyıya ve gölgeleri vuracak kayalara kendilerinden önce. Belki biraz zamandı, istedikleri. Onlar da haklı: Kendini bile tanıyamazken ikizimizi arıyoruz, olmayan.

Dün bütün gece ışığın açıktı. Mutfakla yatak odası arasında gidip geldin. Balkona çıktın sonra. Belki, sardunyalar koktu; su vermek için onlara. Ya da sigara içtin. Benim seçebildiğim, beyaz gömleğin vardı üzerinde. Sensin röntgenci. Görmek için dikizlemeye falan gerek yok. Üç yıldır aynı evdesin, bir perde alamadın tüllerin önüne. Bu yüzden, bütün mahalle senin gideceğin günü iple çekiyor. Erkekleri baştan çıkartıyorsun ama, daha da önemlisi kızlar. Kötü örnek oluyorsun onlara. Fark etmedin mi ? Hepsi senin gibi giyiniyor. On iki yaşında kızlar, birbiriyle memelerini yarıştırıyor. Senin yüzünden çiçek bahçesi gibi kokuyor altmış yaşında adamlar. Bakma sen kadınlara, kocalarını uyandırmamak için öyle söz ediyorlar senden. Çocuklarının annesiymiş. Arkandan konuşulanları bir bilsen…

Hakkını yemiyorum. Senin yanında görünmem, düşündüğümden çok daha fazlasına mal oldu ama getirdiklerini de yadsıyamam. Bakkal en güzel şaraplarını ayırıyor artık bana. Yalnızca ‘aferin, bu işten anlıyorsun’ demem için. Aynı takımı tutmamız, mutlu ediyor çocukları. Takımdan dolayı değil, benden dolayı. Genç kızlar, daha önce fark edemedikleri bir çekicilik buluyorlar bende. Hep birlikte gülüyoruz ya bazen.

Birazdan, rıhtımın uzağında bekleyen gemilerin ardında yitecek güneş. Henüz aydınlık hava, ama taşınmak için artık geç. Kirasına hiç söz söyleme, nasıl olsa ödemiyorsun. Tamam anladım, kararından dönmeyeceksin. Yarın olsun bakarız, örtülerle halıları ben toplarım. Hepsinin ezberimde motifi. Sen gene de bir kez daha düşün, duvarları yok evin, güvenli bir yer de değil. İş çıkışı hamallar gelecek arkadaki inşaata, saat başına kiraladıkları kızlarla. Ne demek tam bana göre. Bir kavga çıktığında tencere, tava her şey havada uçuşacak. Düğünlerin kavgaya, kavgaların eğlenceye dönmesi an meselesi. Yoksulluk içinde varsıllık gibi. Sen alışırsın da, çocuklar için zor. Onlar yürürken arkalarına da bakıyor.

Çocukların sesi geliyor arka odadan. Şimdi sen, seni ilk gördüğüm anki gibisin.

Rıhtıma bitişikti büfe eskiden. Yol geçecek diye içeri aldılar. Sonra da kaldırımı kapatıyor diye sokağın içinde başka bir yer verdiler. Gene de adı ‘Rıhtım Büfe’. Oysa birbirine bitişik yapılmış evlerden denizin kokusu bile zor giriyor içeri. Orada görmüştüm seni, büfenin önüne atılmış iskemlelerde kitap okuyordun. Bir de eski gazeteler. Adam içkileri sarmak için kiloyla alıyor gazeteciden. Sen de oturmuş pür dikkat onları okuyorsun. Sen okuduğunda haberlerin çoğu değişmiş oluyor. Ama sana göre bu önemsiz. ‘Eğer bugünkü gazeteyi okuduysan dünkü eski olabilir. Ama üç ay boyunca hiçbir şey okumadıysan, üç aylık gazete de işini görür’. Böyle saçma sapan bir şey söylemiştin ama şimdi tam olarak anımsayamıyorum. Keşke altmış, yetmiş yıllık gazeteler bulsam sana, dergiler. İzlemek için seni okurken.

– Yeni mi taşındınız buraya ?

– Hayır, birkaç hafta oldu.

– Bana göre yeni sayılır. Ben yıllardır bu şehirdeyim. Doğduğumdan beri.

– Süre önemli değil, ayrılmayı düşünüyorum. Ayrılmak düşüncesi çabuk eskitir şehirleri.

Ayakların yer değiştirdi. Korkarım kalkacaksın.

– Bir çay daha ?

– Olur.

Kadınlar ‘olur’ demez buralarda, ‘olmaz’ der. Irmağın akışı, baharın gelişi, yürürken ayağımızı sürtüşümüz gibi doğaldır bu yanıt. Kimse neden diye sormaz. Kadının doğasına uygun olan ‘hayır’ demektir çünkü.

Gözün, önündeki gazetede, bir yandan da beni idare ediyorsun. Bir yol bulup seni tanımaya çalışıyorum:

– Lisedeki tarih öğretmenime çok benziyorsunuz.

– Sakın bana tarih öğretmenini anlatma.

– Neden ?

– Midye kabuklarından bir yemek tarifi okuyorum. Midem bulansın istemem.

– Tarihi sevmiyor musun ?

– Sevmesem ne işim var eski gazetelerle.

– O zaman öğretmenler.

– Bu yemeği yapmasını biliyor musun ?

– Ben yemekten anlamam. Evde yapan birileri var nasılsa.

– Öğretmenlerini seviyorsun. Buradan gitmeseydim, yemek yapmasını öğretirdim sana. Tarifi kessem büfeci kızar mı ?

– Çay içtiğin sürece büfeci hiçbir şeye kızmaz, istersen sayfalarından uçak yap.

– Bak, bunlar benim kızlarım.

Dört kişiyiz şimdi, yanına sokulan çocuklarla gözümde en az on yaş büyüyorsun. Kızlarım…

‘Kızlarım’ derken portakal kabuğunu andıran bir parlaklık geliyor yüzüne, sanki bir ormanın ardında denizin var da, yüksek çalılardan görünmüyor. Ertesi gün balığa çıkacaksın ama hava da fırtınalı. Dikkatle bakıyorsun gazeteye, sonra çantandan gözlüklerini alıyorsun.

– Sahi, tarih öğretmeninin gözlükleri var mıydı ?

– Boş ver, artık benzemiyor zaten sana.

– Görüyorsun ya, her şey ne çabuk değişiyor.

Her şey değişiyor.

Peki yarın bakarız. Yalnız, bana erken haber ver. Senin için adam toplarım. Adını duyunca gelirler zaten.

Biliyorsun, hepimiz yalnızız bu şehirde. Özledik desek de yok aslında kimsemiz. Hava soğuyunca. Senin sesin uzaktan yanımıza. Koşarak gelen.

Burak Kaya hakkında
Müzisyen, yazar.