Konuşmak

Konuşmak

Konuşmaya ayrılan zaman, moral ve enerji azaldı galiba. İnsanların çalıştıkları işle, okudukları okulla ilgili konuşmaları ve/veya gün içerisinde buna benzer, mecburiyetten doğan konuşmaları ben konuşmadan saymıyorum. Seçmediğiniz kişilerle, ilginizi çekmeyebilecek konularda, olmayacak zamanlarda, belki de canınızın hiç de konuşmak istemediği bir kış mevsimi boyunca, söz ettiğim koşullarda gerçekleşen diyaloglar konuşma olamaz bana göre. Bunun bir sonucu olarak da ortalama dinleme becerisinde de ciddi gerilemeler mevcut. Rutinleşmiş diyaloglar (havadan sudan diye de tabir edilir) dışında yahut gündemde olmayan bir konu hakkında konuşmaya başlanırsa karşı tarafın ya dinleyemediği ya da zorlanarak dinlediği fark edilebilecektir. Evrim yasalarına göre ülkemizde bir kaç yıla kadar magazin, spor ve Show Haber’in belirlediği garip gündemden başka konu ve terminolojilerle konuşulamayacak gibi görünmektedir.

Burada konuşmakla kastettiğim elbette dedikodu yapmak, dereden tepeden bahsetmek suretiyle çeşitli denli densiz kelimelerin ardı ardına sıralanması değil. Bir insanın kendini dinleyen bir insana veya insanlara, dünyayı algılama tarzına göre herhangi bir konuda bir şeyler anlatmasıdır sözünü ettiğim. Her insanın herhangi bir olayla veya durumla ilgili olarak yapacağı yorum, seçeceği kelimeler, kuracağı cümleler farklı olacaktır. Tabii ki hayatını Show Haber ve envai tür magazin programlarını izleyerek geçirmiş, daha da berbatı böylesi TV programı seçimleriyle gözünü dünyaya açmış ve de yetişmiş (ya da yetişememiş) yeni nesillerin konuşma konuları ve terminolojileri yürek parçalayıcıdır kuşkusuz. Oysa konuşmak sevgiyi, aşkı, nefreti, anıları, acıları yani koca bir yaşamı paylaşmanın en ciddi yoludur. Her yerde birbirine bir şeyler söyleyen ama konuşamayan ve dolayısıyla da çok sığ paylaşımlar yaşayan insanlar görüp kederleniyorum açıkçası.

Evlilik öncesi erkek kadın ilişkilerinin tanımı olarak ülkemizde flört kelimesi itici bulunur ve böyle bir ilişkiden bahsetmek için ‘filancanın konuştuğu’ kişi diye tabir edilir. Yani evlilik sonrası bir kızın kocası olacak kişi evlilik öncesi konuştuğudur. Sanki talk-show programı yapımcılarıymış gibi. Belki de evlendikten belli bir süre sonra konuşmaların bir yere kadar azalacağını hatta bir yerden sonra da biteceğini bildikleri için bilinçaltı olarak türetilmiş bir ifadedir. Bilemiyorum. Ama şu bir gerçek ki konuşmanın bittiği ilişkiler kesinlikle bitmiş demektir. Gerek iki sevgili gerek evli çiftler arasında, gerek dostlar arasında, gerekse de konuşmayı beceremeyen şehirler, ülkeler arasında olduğu gibi.

Bu ülkede çocuklar her konuda her zaman konuşmamalıdır; zira aile hiyerarşisi içerisinde kendilerine öncelikli olarak söz değil, su layık görülmüştür. Söz anneden ziyade babanındır ama gelin görün ki memleketimizin babaları da akşamları ellerinde TV kumandası tutabilme haklarını tartışmaksızın haber izler ve en fazla memleket meseleleri hakkında kendi kendilerine söylenirler. Hatta çocuğunun sorduğu çoğu soruyu da sorup soracağına pişman edercesine sofrada veya haber izlerken veya gazete okurken konuşulmaması gerektiğini söyleyerek, büyüğü konuşurken, su içerken ve de pencereden dışarı bakarken de konuşulmaması gerektiğini hatırlatmakta da beis görmez pek çok anne-baba. Okuldaki derslerde öğretmenler bir yandan çocukları konuşturmaya derse katılmaya çabalar, diğer yandan da ‘söz gümüşse sükut altındır’ atasözü hakkında kompozisyon yazdırarak genç dimağlara ilk şizofreni tohumlarını ekerler. Lise ve üniversitede ise konuşmak cidden sakıncalıdır. Özellikle politik eğilimini ortaya koymak en saçma davranış biçimlerinden biri olarak algılanır 12 Eylül paranoyalı Türk ailelerince. Devlet de zaten spor ve magazin dışında konuşulmamasını tercih ederken, emniyetteki polis sorgulamaları sırasında konuşturmamak ve fikrini uluorta söyletmemek için copla saldırdıkları gençleri bu kez konuşturmak için işkenceye müracaat etmekte sakınca görmemektedir.

Konuşmak sadece ağızdan çıkan kelimelerle olmaz. İnsanlar, yarattıkları eserlerle konuşur bana göre. Mesela Beethoven ile hiç konuşmadım açıkçası ama bana çok şeyden bahsetti kendisi. Kendisine dair, sevgiye dair, çözüme ve çözümsüzlüğe dair.

Her insan tıpkı başka parmak izlerine sahip olduğu gibi bambaşka seslere, dokunuşlara, bakışlara, duyuşlara ve duyumlara sahiptir. Her bireyin kendisine ait olan farklı sesi ortaya mümkün olabildiğince koyması gerekli diye düşünüyorum. En yakın örnek olarak şu anda okumakta olduğunuz yazı çok da matah bir şey değil büyük ihtimalle, ama ben bu konuyu böyle yazmışım işte. Siz yazsaydınız bambaşka yazacaktınız. Ama bu da benim sesim ve ben bu konuyu, bu kelimeleri seçerek, böyle ortaya koyuyorum. Ve bana göre her birey kendisindeki en ufak rengi bir şekilde belli edebilmelidir. Ancak bu sayede insanlar birbirlerine yozlaşmadan ve sığlaşmadan bir şeyler verebilir ve de duymaya, dinlemeye değer konuşmalarla daha düzeyli ve derinlikleri olan anlamlı bir dünyaya doğru gidilebilir. Bu da konuşmaya, dinlemeye ve paylaşmaya ayrılan zamanı, morali ve de enerjiyi artıracaktır doğal olarak.