
Ngūgῖ wa Thiong’o’nun 1980 yılında Kikuyu dilinde yazdığı Çarmıhtaki Şeytan, Ekim 2025’te Ayrıntı Yayınları tarafından Türkçe olarak yayımlanmış. Kitabın Türkçe çevirisi orijinal dilden değil, İngilizceden. Sena Dalgıç’ın çevirisi için kitabın 1987’deki İngilizce baskısı esas alınmış.
Dizgi Hediye Gümen, son okuma Ayşen Atalay, kapak tasarımı Arslan Kahraman, yayıma hazırlık ise Feyza Yazıcı tarafından yapılmış ancak, yayıma hazırlayanlar, kapakta kullanılan William Blake’in “The number of the beast is 666” (Canavarın Sayısı 666’dır) adlı tablosu ile ilgili herhangi bir bilgi vermeye gerek görmemiş.
Genç Yaşta İntihara Sürüklenen Bir Kadın: Warῖῖnga
Çarmıhtaki Şeytan, ağırlıklı olarak Ngūgῖ wa Thiong’o’nun Kenya’daki hayali kasabası Ilmorog’da geçiyor. Üçüncü tekil kişinin ağzından aktarılan romanın kahramanı bir kadın: Warῖῖnga. Lise üçüncü sınıftayken yaşlı bir zenginin ilgisini çeken Warῖῖnga, adamın yalanlarına kapılıp hamile kalır. Önceleri evlenmekten söz eden adam kızın hamile olduğunu öğrenince cayıp Warῖῖnga’nın başkalarıyla da yattığını ima ederek onu başından savar. Çaresizlik içinde bir köşeye sıkışan Warῖῖnga kendini öldürmeye karar verir. Rayların üzerinde yaklaşan treni beklerken tanımadığı bir kişi tarafından son anda kurtarılır. Kendine geldiğinde teyzesinin evindedir. Olanı biteni teyzesine anlatan Warῖῖnga, bir süre sonra dünyaya bir kız çocuğu getirir.
Kızını doğurduktan sonra yaşam mücadelesini Nairobi’de sürdüren Warῖῖnga, bir türlü aradığı gibi bir iş bulamaz. Çünkü, patronların asıl niyeti, işe alma karşılığında onu elde etmektir. Sonunda farklı davranan bir patron bulduğunu düşünerek işe girer ancak, bir süre sonra aynı teklifle karşılaşıp patronunun metresi olma teklifini reddettiği için buradaki işinden de kovulur. Patronun teklifini reddettiğine inanmayan sevgilisi ise Warῖῖnga’yı terk eder. Son tekme ise ev sahibinden gelir. İstediği kira artışı yapılmayınca ev sahibi Warῖῖnga’yı kapı dışarı eder. Tüm umutları tükenen Warῖῖnga, ikinci kez kendini öldürme girişiminde bulunur. Bu kez bir otobüsün altında ezilmek üzereyken bir yabancı tarafından kurtarılır. Yabancı, ona Ilmorog’da düzenlenecek “Şeytanların Ziyafeti: Hırsızlar ve Soyguncular Yarışması” için bir davetiye verir.
Romandaki Diğer Karakterler
İlmorog’a gitmek üzere son bir araç bulan Warῖῖnga, bu araçta ilginç kişilerle karşılaşır: Para için bir insanı öldürme konusunda tereddüt etmeyecek kadar aşağılık bir adam olan Mwaūra’nın sürdüğü MMM 333 plakalı T Ford aracında, ileride bir oratoryo yazacak olan entelektüel besteci Gatuῖria, mavi tulumuyla marangoz Mūturi, iş ararken hırsızlıkla suçlanarak tutuklanan Wangarῖ ile kahramanımız Warῖῖnga vardır.
Roman ilerledikçe yolcuların toplumdaki farklı kesimleri simgelediğini anlarız: Gatuῖria aydınları, Mūturi işçileri, Wangarῖ işsizleri, Warῖῖnga ofis işlerinde çalışanları… Aracın sürücüsü olan Mwaūra ise üç kuruş karşılığında kapitalistlerin tetikçisi olabilecek bir işbirlikçiyi simgeliyor ancak, ekibin içyüzünü görebilmek için hırsızlar yarışmasını izlemek gerekiyor.
Hırsızlar Yarışması: Emperyalistlerle Yerli İşbirlikçilerin Takdimi
Yazarın hem karakter seçimi hem kurgusu, bir hikâye anlatma isteğinin ötesinde Kenya’daki sosyoekonomik durumu yansıtmak üzere kurulmuş ancak ne yazık ki Ngūgῖ wa Thiong’o, Kenya’nın fotoğrafını çekerken yorumu okura bırakmıyor. Her karakter, yazarın istediği tonda konuşan gerçekdışı karakterlere dönüşüyor. Emperyalistler ballandıra ballandıra Kenya’yı nasıl sömürdüklerini anlatırken yerli kapitalistler yabancılara ülkeyi nasıl peşkeş çektiklerini, politikacılar ise nasıl rüşvet yediklerini anlatıyorlar. Kurgu da zaten buna çanak tutuyor. Yazar, tüm hırsızların marifetini göstereceği bir yarışmada sözü hırsızlara bırakarak işin içinden sıyrılıyor.
Örneğin… Hırsızlar yarışmasına katılan Kihaahu wa Gatheeca’nın Nairobi’de açtığı okulu… Kihaahu, ülkesindeki zenginlerin yabancı hayranlığından yararlanmak için eğitim dilinin İngilizce olup yerel dillerin yasaklandığı, başında Avrupalı bir müdür olan bir anaokulu açıyor. Okul aslında Avrupalılar için kurulmuş ancak bu yıl Kenyalılar da girebilecekmiş gibi ilanlar hazırlatıyor. Kihaau, okulun bahçesine ayağına tekerlek takılmış, motorlu çocuk mankenler yerleştiriyor. Görenler, kafalarındaki peruklarla bahçede sağa sola giden bu motorlu mankenleri gerçek sanıp “Benim çocuğum da bahçedeki Avrupalı çocuklarla oynasın” diye çocuğunu bu okula yazdırmış.
Keşke yazar bu dahiyane fikrini romana eklemeden önce çevresindeki bir anaokulunun bahçesine gidip çocukları izleseymiş. O zaman herhangi bir motorun küçük bir çocuğun hareketlerini taklit etmesinin mümkün olmadığını görebilirmiş.
Bir başka hırsız yarışmacı kendini şöyle tanıtıyor: “Hırsızlık ve soygun konusundaki başarım kaçakçılık ve karaborsa alanlarıyla ilgili. Kısaca açıklayayım. Pahalı taşlar, inci, altın, tanzanit, leopar ve aslan gibi az rastlanılan hayvan derileri, fildişleri ve gergedan dişleri (Boynuzları olması gerekmiyor mu?), yılan zehri ve daha pek çok şey için kaynağım var, hepsi de kamu madenlerinden ve av rezervlerinden. Bunları ihraç ediyorum.”
Elbette Kenya’da bu tür kaçakçılık yoluyla zengin olan çok sayıda insan vardır ancak bir okur olarak daha enteresan bir kurgu bekliyoruz. Bu şekilde bir rapor gibi sunulacaksa roman yerine gazete okumak daha mantıklı değil mi?
Hırsızlar yarışmasının diğer bir katılımcısı olan Gῖtutu wa Gataangūrü ise kendi deneyimlerini şöyle aktarıyor: “Kendisine yetişkin diyen herkes için tek kariyer hırsızlık ve soygunculuktur. Beyazlardan öğrenirsen asla yanlış yapmazsın. Beyaz adam, hırsızlık ve soygundan daha iyi bir iş olmadığına inanır. Açık konuşacağım. Beyaz adam bu ülkeye sol elinde İncil, sağ elinde silahla geldi. İnsanların verimli topraklarını çaldı. Para cezaları ve vergiler adı altında insanların sığırlarını ve keçilerini çaldı. İnsanların el emeğini çaldı.”
1980’lerde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan Cüneyt Arcayürek’e ait bir yazı dizisi vardı: Ku-de-ta. Hayali bir yerde geçen hikâye aslında Türkiye’yi anlatıyordu. Ku-de-ta, yazarını hapse sokmadan siyasi hiciv yapma yöntemi olarak o dönem zekice bulunmuştu. “Şurasında aslında Semra Özal’a şöyle diyor.”, “Burasında Turgut Özal’a falanca diyor.” diyerek insanlar birbirine anlatırdı. Bu yöntem bana çok itici geliyor. Herkesin bildiği bir şeyi farklı bir coğrafyada, hayali isimlerle anlatmanın hicivle bir ilgisi yok. Gerçek adına benzer adlarla insanları eleştirmek de söylendiği kadar zekice değil.
Ngūgῖ wa Thiong’o’nun yöntemi de biraz buna benziyor. İnsanları karikatürize edip istediğiniz biçimde konuşturduktan sonra söylenenler üzerinden siyasi analizler yapmak okurun aklıyla dalga geçmek gibi. Ngūgῖ wa Thiong’o’nun kurgusu Ku-de-ta’yı bana anımsattı.
Toplumsal Gerçeklilikten Propaganda Diline
Çarmıhtaki Şeytan, toplumsal gerçekçi bir roman. Ngūgῖ wa Thiong’o, Kenya’daki yoksulluğu, emek sömürüsünü, siyasi yozlaşmayı yansıttığı bölümlerde bir roman olma hedefine yaklaşırken, işçi sınıfının önderliğinde gerçekleşecek bir devrimle Kenya’nın özgürleşeceğine okuru ikna etmeye çalıştığı bölümlerdeyse hedefinden uzaklaşarak bir propaganda kitapçığına çeviriyor romanı. Belki yazıldığı yıllarda daha heyecanla okunabilecek bir kitap olabilirmiş Çarmıhtaki Şeytan. Bugün içinse dönemindeki Kenya’yı başarıyla yansıtan bir siyasi propaganda romanı demek daha doğru olabilir. Elbette bu haliyle de okumak isteyenler olabilir ancak romandan büyük bir edebi zevk beklememek kaydıyla.
Romandaki propaganda dilinden örnekler:
- Pankartları olmayanlar omuzlarında silah gibi sopalar taşıyorlardı.
“Bu gerçek bir ordu!” dedi Gatuῖria.
“Bir işçi ordusu mu?” diye sordu Warῖῖnga.
“Evet, köylüler, küçük esnaflar ve öğrenciler…”
“…işçilerin önderliğinde…”
“Ve savaşı mağaraya taşıyorlar!” diye ekledi Gatuῖria. - Yeni bir mücadelenin sesleri
Ulusun ruhunu kurtarmak için.
Borazanlar
Davullar
Flütler
Yeniden doğuşun sesleri.
Kahramanlarımızın sesleri.
Mau Mau’nun sesleri.
Devrimin sesleri.
İşçilerin ve köylülerin sesleri… - “Bazen bedenimi süslediğim için kendimi suçlu hissediyorum” dedi Warῖῖnga biraz üzgün bir sesle.
“Neden?” diye sordu Gatuῖria.
“Bu zamanlar bedenlerimizi kolyeler ve parfümlerle süsleme zamanları değil” diye yanıtladı Warῖῖnga. “Bunlar bedenlerimizi ve zihinlerimizi daima hazır tutma zamanları.”
“Ne için?..”
“Önümüzdeki mücadeleler için.”
“O günler de gelecek” diye cevap verdi Gatuῖria hemen. “Bugün bugündür. Üzerindeki giysiyi çıkarma. Ulusal kültürler için mücadele hâlâ sürmektedir” dedi. Şarkı söylemeye başladı ve Warῖῖnga da ona katıldı.
Çok devrimci tanıdım ama Tanrıya şükürler olsun ki böyle bir devrimci çiftle hiç karşılaşmadım.
Warῖῖnga’nın Dönüşümü
Romanın ana karakteri olan Warῖῖnga, önceleri erkek egemen toplumda ezilen, sürekli işinden kovulan, patronlar tarafından taciz edilen biriyken romanın sonunda bilinçlenerek güçlü bir kadın halini alıyor. Ancak Ngūgῖ wa Thiong’o, Warῖῖnga’daki devrimci değişimi kadını erkekleştirerek gerçekleştirmiş. Romanda önceleri itilip kakılan Warῖῖnga, sonradan judo öğrenip erkekleri bilek gücüyle hizaya getirmeye başlıyor. Sekreterlik kariyerini bir yana bırakıp tamirhanede herkesi hayran bırakan bir motor ustası oluveriyor. Ngūgῖ wa Thiong’o’nun kadının özgürleşmesi ya da cinsiyet eşitliği için bulduğu tek yol ne yazık ki bu: Kadını erkekleştirmek.
Kalçalarını okşayan adama Warῖῖnga’nın verdiği dersten bir alıntı:
“Warῖῖnga hızla arkasını dönerek göz açıp kapayıncaya kadar adama o kadar çok judo tekmesi ve karate darbesiyle saldırdı ki adam bir süre yıldızları gördü. Sonunda judo tekmeleriyle yere düştüğünde durması için ona yalvardı: ‘Özür dilerim.’ Adam ayağa kalkıp arabasının anahtarını aldı, motoru çalıştırdı ve uzaklaşırken kelimenin tam anlamıyla asfaltta toz kaldırdı.”
Romandaki Atasözleri
Afrika dillerinin kendine özgü öyle güzel atasözleri var ki okuduğumuzda o coğrafyanın resmi canlanıyor önümüzde:
- “Sukabağının içindeki tohumların hepsi aynı değildir.”
- “Fazla acele yerelmasını çürütür.”
- “Fil, ne kadar büyük olursa olsun dişlerini taşıyabilir.”
- “Sukabağından içmeyen ölçüsünü de bilemez.”
- “Bir ineği sevmek onun buzağısını sevmektir.”
Ngūgῖ wa Thiong’o’nun bazı betimlemeleri de aynı güzellikte: “Adam sırık gibiydi ama gözleri kocamandı. Uzun, ince bir okaliptüs ağacından sarkan iki elektrik ampulü gibiydiler adeta.”
Son Söz
Çarmıhtaki Şeytan, 316 sayfa olmasına karşın hızlıca okunabilen bir roman. Sena Dalgıç’ın çevirisi akıcı ancak, bazı yerlerde İngilizceden çevrildiğini size hissettiriyor.
Ayrıntı Yayınları’nın kitabın başındaki yazar tanıtımında, Kenya’da antiemperyalist bir devrimi savunan Ngūgῖ wa Thiong’o’nun 44 yaşındayken baskılar nedeniyle Kenya’dan ayrılıp önce İngilitere’ye, sonra da ABD’ye yerleşip ömrünün sonuna kadar orada yaşadığı yazıyor. Çarmıhtaki Şeytan, bu yıl (2025) 87 yaşında ölen Ngūgῖ wa Thiong’o’nun önemli romanlarından biri. Kitabın kurgusundaki didaktik, hayalperest öğelere katlanabilirseniz 1980’lerin Kenya’sını tanımak için bir fırsat olabilir.
— 0 —
Kitaptaki Yazım Hataları, Anlatım Bozuklukları ve Notlar
- Kitabın kapağında birden fazla çevirmen varmış gibi “İngilizce Çevirenler: Sena Dalgıç” yazıyor.
- Kitabın künyesinde “Kitabın Özgün Adı: Devil On The Cross” yazıyor ancak bu kitabın İngilizce baskısının adı. Kitabın özgün adı ise “Caitaani mũtharaba-Inĩ”
- “Siz siyahiler böyle isyankâr düşüncelerden acizsiniz! Hayır! Hayır! Siz siyahiler, sizi efendilerinize bağlayan ipleri kesmenin yollarını düşünüp planlamaktan acizsiniz!”-Sayfa 106: “Aciz olmak” hatalı kullanılmış. Çünkü buradaki suçlama efendilerine karşı gelip komünist olmak. Acaba “… isyankâr düşüncelerden dolayı acizsiniz” veya “…düşünüp planlamaktan dolayı acizsiniz” mi demek isteniyordu?
- “Kompozisyon, on altıncı yüzyılda J.Bach ve Handel’in zamanlarından 1971’de ölen Çaykovski ve Igor Stravinsky’nin daha modern zamanlarına kadar Batı müziği tarihi üzerine çalıştım.”-Sayfa 167: 1971’de ölen Çaykovski değil Stravinsky olmalı. Ayrıca J.Bach değil J.S.Bach olmalı. Sanırım çeviriden kaynaklı.
- “Bir ay geçti ve âdet dönemini kaçırdı. Bazen böyle olur, diyerek teselli etti kendi. Ancak bir ay daha geçti ve ikinci kez kaçırdı.”-Sayfa 181: İngilizceden birebir çevrilince böyle bir hata olmuş sanırım. “Âdet kaçırmak” diye bir deyim yok Türkçede. “Âdetin gecikmesi” veya “âdet görmemek” olabilirmiş.
- “Mwῖreri ve Mūkiraaῖ’nin İfadesi”-Sayfa 199: “Mwῖreri wa Mūkiraaῖ’nin İfadesi” olmalı.
- “Mağarada toplananlar, ulusların zenginliğinin kaynağını yeterince iyi bilirler. Çünkü getirmeye gitmedikleri o suyu nerede içebileceklerini bilirler. Mağarada toplananlar, ulusların zenginliğinin kaynağını yeterince iyi bilir. Çünkü getirmeye gitmedikleri o suyu nerede içebileceklerini bilirler.”-Sayfa 233: Ardışık iki cümle iki kez yazılmış.

İlk yorum yapan olun