Çamlığın Başında Tüter Bir Tütün (Ziya Türküsü)

Yozgat yöresine ait ağıt… “Ziya Türküsü”, “Ham Meyveyi Kopardılar Dalından” adlarıyla da anılır bu türkü. Repeltükül Sitesi’nde Habip Coşkunsoy ve Savaş Akbıyık türkünün öyküsünü iyi araştırmışlar. Bazı kaynaklar farklı öyküler anlatır. Cirit oynarken attan düşüp öldüğünü anlatır bir öykü. Bir başka öykü de sulama sırasında üşütüp öldüğünden söz eder. Her öykü Ziya’nın acısı üzerine kuruludur. Yiğit ölümü üzerine…

Ziya, yakışıklı bir gençtir, Fikriye’yi sever. Aileler de olumlu karşılar bu sevgiyi, Ziya ile Fikriye nişanlanır. Ziya, atına atladı mı yel olur, Fikriye’sine gider. Nişanlı olmalarına karşın bu görüşmeler hoş karşılanmaz köyün gençleri tarafından. Fikriye’nin köyündeki gençler; Ziyayı dövüp çırılçıplak bir biçimde soğuğa terk ederler. Ziya, soğuğu yer; hastalanır. Karın ağrısıyla gelen hastalık, ölümle sonuçlanır. Diğer öykülerde bu dövmeden söz edilmez hiç. Fikriye’nin Ziya’nın yitimiyle oluşan acısı ağıta dönüşür. Ağıt yakmak, yine kadına düşer.

Hoşgörüsüzlük, köyün namus bekçilerinin arkaik dürtülerini harekete geçirmiştir. Ürettikleri tek yönlü ahlak ve değer, ötekileştirmenin inşası üzerine kurulur. Zayıf, hoşgörüsüz insanların yeniliği olmaz çünkü. Kırılan, ötekileştirilen Ziya’nın onurudur. Ziya, bin parçaya bölünmüştür.

“Çamlığın başında tüter bir tütün
Acı çekmeyenin yüreği bir bütün
Ziya’mın atını pazara tutun
Gelen geçen Ziya’m ölmüş desinler.”

On birli hece ölçüsüyle yakılmış bir ağıttır türkü. “Ziya’nın atını pazar yerine koyun, görenler Ziya’nın öldüğünü anlasınlar.” der Fikriye. Sahipsiz at, sahibinin öldüğüne işarettir çünkü. Acının hasını çeken genç kız “Acı çekmeyenin yüreği bütün olur.” diye seslenir. O yürek bütündür çünkü derdi yoktur, parçalanmamıştır. Fikriye’nin yüreğiyse bin parça…

Hasan Ali Toptaş, Abbas Sayar’ın cenaze törenine katılmak için Yozgat’a gider. Sayar, toprağa verildikten sonra Toptaş ve arkadaşları türküde adı geçen çamlığa giderler. Sayar’ın ruhuyla 02.00’ye kadar içerler. Türkünün öyküsünü orada duyar H.A.Toptaş. “Öyküsü anlatılınca türkü, hemencecik büyüsünü yitiriverdi.” der anlatım bozukluğu yaparak. “Velhasıl o da gitti Sayar’ın arkasından.” cümlesiyle bitirir yazısını.

Nişanlısının ölümüne ağıt yakan bir genç kızın acısı var türküde. Ağıt da sevilen birinin ardından duyulan ezgili acıdır. Ağıt yakmak için başka ne olsun? Türküyü var eden şey yalnızca öykü değildir. Türkünün insana verdiği duygu, ezgisi, kurdurduğu düşler de öyküsü kadar önemli. Türküyü var eden şey öyküsü müdür sadece? Toptaş, türkü ile “Yeni Roman”ı karıştırıyor. “Yeni Roman” da dil oyunları vardır, dize her şeydir. Öyle ahım şahım konu da yoktur çünkü dil her şeydir(!) Bu türküde dil; hem yalınlık, açıklık, duruluk anlatım özelliklerini taşır hem de öyküsüyle tam ağıttır. Bir gencin ölümü neden ağıta (TDK, ağıda diye yazar) dönüşmesin ve neden türküde dallı budaklı bir öykü aranır? Genç ölümü yeterli değil midir? Her ağıt, kendi öyküsünden doğar. Postmodernizm, her değeri kolayca harcıyor. Sıra türkülere mi geldi?

Ölüm, hiçbir süslemeye yer vermeyen ağıtın biricik çocuğudur.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.