Hücre / José Revueltas

Hücre, José Revueltas’ın 1969 yılında yayımlanan kısa romanı. Can Yayınları orijinal basımından 56 yıl sonra kitabı Türk okuruyla buluşturmaya karar vermiş. Türkçedek, ilk basımı Ağustos 2025’te yapılan Hücre’yi İspanyolcadan Saliha Nilüfer çevirmiş. Kitabın editörü Şirin Etik. Düzeltide Ebru Aydın’ın, mizanpajda Atahan Sarılar’ın, kapak tasarımında ise Utku Lomlu’nun adı yer alıyor.

30 sayfalık bu metne Can Yayınları uzun öykü demiş ancak kitaptaki mekanlar, karakterler ve tarihsel arka plan göz önüne alındığında Revueltas’ın bu kısa metni bir roman gibi ele aldığı görülüyor. Elbette bu kadar kısa bir metin için ilk bakışta uzun öykü demek mantıklı gelebilir. Ancak bir ânı değil bir dönemi anlatan, farklı karakterler barındıran, iç içe birden fazla öykü taşıyan haliyle Hücre’ye kısa roman demek daha doğru.

José Revueltas hem yazar hem de siyasi bir kişilik olarak tanınıyor. 1932’te Meksika Komünist Partisi’ne katılmış ancak muhalif kimliğiyle 1942’de buradan atılmış. 54 yaşındayken 1968 öğrenci ayaklanmaları sırasında tutuklanarak hapse atılmış. 16 yıl hapis cezasına çarptırılan Revueltas, en ünlü yapıtı Hücre’yi 1969 yılında hapisteyken yazıyor. 2,5 yıl Lecumberri cezaevinde zor koşullar altında kaldıktan sonra 1971’de şartlı tahliye ile hapisten çıkıyor ancak bozulan sağlığı çok uzun yaşamasına izin vermiyor. José Revueltas 1976 yılında Mexico City’de ölüyor.

Türk okurlarla buluşmasındaki 56 yıllık gecikme, normal koşullarda kitabın etkisini yitirmesine neden olabilirdi. Ancak Türkiye’deki baskı rejimi Revueltas’ın Hücre’sini bugün bile çok çekici bir hale getirmeyi başarıyor. Bugün Türkiye’deki pek çok kişi henüz mahkûm olmadan devletin özgürlükleri yok eden, bireyi ezen, hapishanede kötü muamele yaparak yıldırmaya çalışan politikasıyla yüz yüze. Ne yazık ki Hücre, 2025 Türkiye’si için kendimizden pek çok şey bulabileceğimiz bir kısa roman.

Revueltas, tek paragraftan oluşan 30 sayfalık bir metin ile bir mahkûmun hücredeki sıkışmışlığını yansıtıyor. Hücre okura soluk alacak bir aralık, göz atacak bir boşluk bırakmadan başladığı gibi bitiyor.

Hücre, Meksika hapishanesindeki üç mahkûmu, Albino, Polonio ve Hergele’yi anlatıyor. Hergele hapishanenin en kötü bölmesi olan hücreye atıldığında burada bulunan Albino ve Polonia pek hoşnut olmuyorlar. Üçüncü kişi tarafından anlatılan romanın odak noktasında Hergele var. Revueltas, tek gözü kör olan Hergele’yi tanımlarken okurun ona az da olsa merhamet duymasına izin vermiyor. Çünkü devletin en pis hücresini işgal eden bu kişi sevilebilecek bir insan değildir. Görünümüyle, davranışlarıyla iğrenç bir yaratıktır. Hergele’nin sakatlığı herkeste bir iğrenme duygusu uyandırır. Sık sık intihara teşebbüs etmekten kolu gitar sapının perdeleri gibi çizik içindedir. Bu intiharlar onurlu bir mahkûmun yaşamına son vermesi gibi değildir. Hergele kanını mazgalın dışına doğru akıtıp akan kanların aşağıda birikmesini sağlayarak önce revire gitmeye sonra da biraz uyuşturucu bulmaya çalışmaktadır. Kendisinden tiksinen arkadaşları “Öldür artık kendini, öldür” diye sabırsızlanır. Annesi ise “Kabahat kimseciklerin değil benden başka, onu doğurmak benim kabahatim.” diyerek Hergele’nin arkadaşlarıyla aynı düşünceyi paylaşır ancak herkesin şiddetle arzuladığı bu ölüm bir türlü gelmez. Kitapta anne sevgisi ya da sevgiye ilişkin herhangi bir iz yok. Hücre, insanlığın, insan onurunun, yaşamın, yaşama sevincinin bitti yer. Sadece Hergele değil, kitaptaki tüm mahkûmlar mide bulandırıyor. Mahkûm yakınları da öyle. Hapishaneye uyuşturucu sokabilmek için göze almayacakları hiçbir şey yok. Devlet de pek haklı olarak bu pisliklerden kurtulmaya çalışıyor. Ancak Hücre‘de bundan öte bir nefret hissediliyor: Kendi insanından devletin midesi bulanıyor gibi.

Hücre, devletin, toplumun hatta kendilerinin bile kendilerini yük olarak gördükleri bir yer. Herkesin tek bir beklentisi var hücredekilerden: Geberip gitmeleri.

Yeri gelmişken mahkûmlar için “Asmayalım da besleyelim mi?” diyen Kenan Evren’i de anmak gerek. Öyle ya, aklı başında bir devlet olarak ayağınla ezip öldürebileceğin bir böceği beslemenin mantığı olabilir mi?

Hergele’nin yaşıyor olmasının tek nedeni öldürülmesi için doğru zamanın henüz gelmemiş olması. Arkadaşlarından iki tekme yiyince, durumu abartarak sahte acı çekme numaraları yapan Hergele bu hareketleriyle arkadaşlarının midesini daha fazla bulandırıp onlarda gerçek bir öldürme arzusu uyandırıyor ancak cezaevine uyuşturucu sokması planlanan Hergele’nin annesi henüz görevini tamamlamadığından Hergele’nin öldürülmesi biraz erteleniyor.

José Revueltas’ın Hergele’si bu sayfalarda Kafka’nın ansızın böceğe dönüşen George Samsa’sını andırıyor. Samsa dışlanmış, ötekileştirilmiş, insan dışında değersiz bir türe dönüşmüştür. Aslında Samsa da bir böcek olarak tiksinti verecek özelliklere sahiptir ancak arkadaşlarındaki Hergele’yi bir böcek gibi öldürme, ezme arzusu Samsa’nın ailesinde yoktur. Bu açıdan Hergele’nin maruz kaldığı baskıyı katıksız bir faşizm olarak tanımlamak daha doğru. José Revueltas, bu duyguyu şöyle aktarıyor: “… sırf kendini acındırmak için yaptığı bu küçük düşürücü, sahtekârca acı çekme numarası kesinlikle ters tepiyor, bir tür tiksintiye, giderek katlanan nefrete yol açıyor, akıl almaz aşırılıkta acılara maruz kalmasına, paramparça olup sahici acılar çekmesine yönelik yüreklerinin ta derinliklerinde duydukları arzuları şahlandırıyordu; tıpkı haşere ilacını yiyince katılaşıp büzüşen ve aynı zamanda hiddetle çaresizlik dolu bir ses çıkaran zehirli bir tarantula karşısında yaşanabilecek dehşet hissini; bacakları çıldırmışçasına birbirine dolanan hayvan ölmek bilmezken, insan onu ayağının altında ezmek istese de buna bir türlü cesaret edemediğinde, hatta ağlayacak gücü bile kendinde bulamadığında hissedilen korkuyu andırıyordu.”

Hücre, faşizmin resmini çizerken hapishanelerin nasıl insan onurunu ayaklar altına alan bir araca dönüştüğünü de gözler önüne seriyor. Hayatta kalma, kaçma, kurtulma gibi umutları kalmayan mahkûmların bir an önce ölmek veya acılarını kısa süre unutacak uyuşturucuyu hapishaneye sokabilmek dışında hiçbir çabaları yok. Kuşkusuz, bir çaba harcasalar da bu onları kurtarmayacak. Tıpkı Kafka’nın Dava’sında yapışkanlı sinek kâğıdına yakalanan sineklerin kurtulmaya çabaladıkça ayaklarının kopması gibi…

Saliha Nilüfer’in çevirisi çok güzel. Elbette özgün dildeki kitabı bilmeden bir çevirinin güzel ya da kötü bir çeviri olduğunu söylemek çok anlamlı değil ancak Hücre uzun, karmaşık cümlelerine karşın son derece akıcı bir dile sahip. Kitap, okurda zor bir çeviriymiş duygusu uyandırıyor. Sözcük seçimleri çok yerinde. Yalnızca bir iki yerde “Elbette ölmek istemiyordu da ama her halükârda ölmeyi diliyordu.” gibi benim tam anlayamadığım az sayıda cümle var.

José Revueltas’ın Hücre’si ve Saliha Nilüfer’in çevirisi okumaya değer. Latin Amerika edebiyatını seviyorsanız Hücre’yi mutlaka okuyun.

Burak Kaya hakkında 151 makale
Müzisyen, yazar.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.