
Orijinal ilk baskısı 1932 yılında yapılan Sándor Márai’nin Csutora: Şahsiyetli Bir Köpeğin Hikâyesi adlı romanı Ağustos, 2025’te Can Yayınları tarafından ilk kez Türkçe basılmış. Tarık Demirkan’ın Macarca aslından Türkçeye çevirdiği romanın editörü Sevgi Can Yağcı. Düzelti Ebru Aydın ve Melis Oflaz’a ait. Mizanpajda Atahan Sıralar ve kapak tasarımında Utku Lomlu’nun adını görüyoruz.
177 sayfalık romanın kapağında Csutora öylesine güzel resmedilmiş ki sayfaları çevirdikçe dönüp kapağa bakıyor ve gülümsüyor insan. Hani devlet dairelerinde “Aslı Gibidir” kaşesi olur. İşte bu çizim için daha fazlası bile söylenebilir. Csutora aslından daha iyi resmedilmiş. (Csutora, Çutora diye okunduğundan bundan sonra Çutora diyeceğim.)
Son dönemde Can Modern dizisi içinde yer alan kitaplardan birkaçını okudum. Genel olarak bu dizinin ilginç bir seçkiye sahip olduğunu ve beklentisi “iyi edebiyat” olan okuru düş kırıklığına uğratmadığını söyleyebilirim. Dizi editörü Şirin Etik’in de adını andıktan sonra romanımıza geçebiliriz.
“Dikkat Köpek Var” uyarısıyla açılan ilk sayfa, sırasını usulca Budapeşte’de karlı bir Noel gününe bırakıyor. Sándor Márai’nin Budapeşte betimlemeleri eşsiz. Sokakta ya da parkta Márai’nin rehberliğinde şehrin içine karıştığınızda roman kahramanlarını, romanın konusunu hatta romanın kendisini bile unutuyorsunuz.
Sándor Márai, köpek romanı yazarken ana karakter olarak Çutora’ya odaklanıyor. Yazar, genellikle bir hayvanı anlattığında aslında o hayvandan ziyade hayvanın insan ruhundaki duygusal yansımasına odaklanır. Yani anlatılan hayvanın davranışlarından çok o davranışların insanda nasıl karşılık bulduğudur. Okurun odağına da o hayvanı seven veya sevmeyen kurgusal insanlar yerleşir. Sándor Márai’nin odağında ise doğrudan Çutora var. Márai, Çutora’yı gerçek bir karakter olarak ele alıyor. Çutora, bir köpek ama herhangi bir köpek değil. Okur olarak doğumundan başlayarak Çutora’nın gelişen karakteriyle kendine özgü yaradılışına tanıklık ediyoruz. Bu yaradılış her köpekte bulunan bir “şey”in türevi değil. Çutora tıpkı romanlardaki insan-karakterler gibi tümüyle kendine özgü. Yazar, sahibi “beyefendi” üzerinden Çutora’nın davranışlarını çözümlemeye çalışır ancak bunda pek de başarılı olamaz. Çünkü Çutora’nın davranışları bir kalıba uyan, kolayca sınıflandırılabilecek türden davranışlar değildir. Çutora’nın tıpkı bir insan gibi saplantıları, aniden değişen ruh halleri ve bir eşref saati var. Beyefendi, Çutora ile giriştiği amansız kavga sonrasında bunu açıkça söylüyor: “Farklı bir olaydın sen, bunun da ötesinde bir karakterdin, hatta bir birey.”
Bunun edebiyatta farklı örnekleri var elbette. Ancak Siyah İnci’de veya Moby Dick’te ana karakter hayvanmış gibi düşünülse de yazarları onları birer araç olarak kullanmışlardır. Bu karakterler bir toplumsal gerçekliği veya psikolojik bir çözümlemeyi yansıtmakla yükümlüdürler. Hayvanlar bir roman karakteri olarak değişmez ya da derinleşmez ancak onların karşısında yer alan karakterler değişir. Virginia Woolf’un Flush’ı için de benzer bir görüş ileri sürülebilir. Flush pek çok yerde bir köpeği aşacak algılama düzeyine sahiptir. Kitap bir biyografi olarak sunulsa da ana karakterin gerçeklere uygun olduğu söylenemez. Zaten asıl amaç bir köpeğin yaşamını anlatmak değil köpeğin gözünden Viktorya dönemi zihniyetini eleştirmektir.
Sándor Márai’nin daha en baştan Çutora’ya farklı bir don biçtiğini kitabın adından anlayabiliriz: Csutora: Şahsiyetli Bir Köpeğin Hikâyesi. Diğerlerinde olmayıp Márai’nin Çutora’sında olan işte bu: Şahsiyet.
Sándor Márai, sayfa sayfa Çutora’yı geliştirip büyütürken arka planda bir Macar ailesini, bu ailenin bireylerini, yaşam koşullarını ve genel olarak bir küçük burjuva yaşantısını da başarıyla resmediyor. Bir gazete için yazılar hazırlayan “beyefendi”, ekonomik olarak pek parlak durumda olmasa da evinde bir hizmetçi çalıştırabiliyor, çok pahalı olmasa da Noel için hediyeler alabiliyor, başka ülkelere tatil planları yapabiliyor. İsterseniz romanın ayrıntılarına girmeden biraz yazarın yaşamına değinelim.
Sándor Márai, 1900 yılında şimdi Slovenya toprakları arasında olan Macaristan’ın Kassa şehrinde doğmuş. Gençlik yıllarında bir komünist olarak Macar Komünist Yazarlar Grubu’nun kurucusu olan Sándor Márai, Leipzig, Berlin, Frankfurt ve Paris’te yaşadıktan sonra 1928’de Budapeşte’ye dönmüş. Nazilerin Macaristan’ı işgali ve sonrasında Kızılordu’nun Macaristan’a girmesiyle hem faşist hem de komünist rejimler altında yaşayarak büyük bir hayal kırıklığına uğramış. 1948’de ülkesini terk edip Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleştikten sonra 1956’daki Macar Ayaklanması sırasında yurtdışında olmasına karşın aktif rol almış ancak Sovyetler Birliği’nin Budapeşte’ye tanklarla girip Batılı devletlerin de sessiz kalması ikinci bir hayal kırıklığı yaşamasına neden olmuş. Sándor Márai, Almanca ve İngilizceyi çok iyi bilmesine karşın hep anadilinde yazmayı sürdürmüş, bu seçim ise hem Macarcanın yaygın bir dil olmamasından hem de kitaplarının başka dillere çevrilmemesinden ötürü Márai’nin yalnızlığını artırmış. 1986 yılında eşini kaybettikten sonra kansere yakalanmış ve 1989’da başına sıktığı bir kurşunla yaşamını sonlandırmış.
Sándor Márai, güçlü bir mizah duygusuyla birlikte metinlerinin arka planında felsefi bir fona ve tarihsel bir tanıklığa sahip entelektüel bir yazar. Csutora: Şahsiyetli Bir Köpeğin Hikâyesi, ikili ilişkiler, aile ortamı ve küçük burjuva yaşamları konusunda çok ince ayrıntılara sahip. Tarık Demirkan’ın Macarca aslından çevirisiyse çok güzel. Kitap ayrıntılarından bir şey yitirmeden başından sonuna dek akıcılığını sürdürüyor.
Artık roman geçelim. Puli cinsi seçkin bir köpek yavrusu olduğu düşünülerek eve getirilen Çutora büyüdükçe sıradan, gösterişsiz bir köpeğe dönüşüyor. Öyle ki sahibi beyefendi, onu parkta gezdirirken üzerlerine yönelen tuhaf bakışlardan rahatsız oluyor. “Bir köpek ne kadar çirkin olabilir ki?” diye düşüsek de yazılanlardan -en azından- Çutora’nın bir kayışın ucuna bağlanıp parka götürülmeyecek kadar tipsiz olduğunu anlıyoruz. Ancak Çutora’nın ana sorunu bu değil, Çutora eskilerin “nevi şahsına münhasır” dedikleri türden tuhaf bir kişiliğe sahip: Özgürlüğüne düşkün, isyankâr ve biraz alıngan. Belki de tüm kişilikli canlılar gibi. Can Yayınları kitap için arka kapakta “anarşist bir köpek romanı” demiş. Ufak bir değişiklikle, “anarşist bir köpeğin romanı” olarak ben de bu tanıma katılıyorum.
Çutora’yı ve Sándor Márai’yi tanımak için kitaptan uzunca iki bölüm alıntılayacağım. Önce hane halkından herhangi birinin eve dönmesi karşısında Çutora’nın sevinç gösterisi:
“Csutora bodur bedeniyle, tuhaf hareketleriyle, Terez’in dediği gibi tam bir köylü tipi. Ama öbür yandan sevdiği bir insanın eve geldiğini, dakikalar önce hissetmek gibi yeteneklere de sahip. Yerinden kalkıyor, kapının önüne kadar gidiyor, bu duvarlarla, mobilyalarla dolu evde, kapının önüne dikilip beklemeye başlıyor. Ava çıkmış bir hayvanının içgüdüsüyle, heyecan içinde bekliyor. Evet, işte buralarda bir yerlerde olmalıydı av! Bütün bedeni, heyecanla oynayan kulakları, yukarıya doğru dikleştirdiği kafası sürekli bunun işaretlerini veriyor. Sonra heyecanı artıyor, kesik kesik havlamaya başlıyor. Sonra kapıdan bir koşu salona gidiyor, beyefendinin yanında duruyor, zıplıyor, patilerini onun ayaklarına koyuyor, sonra yine koşarak kapıya geri dönüyor. Patileriyle kapının koluna değiyor, zıplayıp bedeniyle kapıya çarpıyor, tekrar evin iç odalarına yönelip taklalar atıyor, bütün beden diliyle şunu söylüyor: “Geliyor, anlamıyor musunuz? Ne büyük mutluluk.” Sonra da iki ayağını kapıya dayıyor ve kımıldamadan duruyor. Kapı açıldığı an gelenin kucağına atlamaya hazır.
Sonra gelen sevdiği kişinin omzuna kadar zıplıyor, sonra yere düşüyor, kayıp yuvarlanıyor, sanki birden gerçekleşiveren buluşma mutluluğunu taşıyamamış gibi coşup odada dört bir yana koşmaya başlıyor, kilimleri bozup halıları topluyor, eşyaları deviriyor, sanki kendi bedenine sığamadığını dünyaya ilan ediyor. Ardından geleni unuttuğunu fark ediyor, sesle, dokunmayla, hareketleriyle kutlama yapıyor ve sonra da birden bitkin bir şekilde yere çöküyor. Oturduğu yerden, nefes nefese, gelene dikiyor gözlerini: İşte dünyanın bin bir tehlikesi arasından sağ salim evine geri dönebilmiş. Işıltılı gözleri bu sevinci dünyayla paylaşıyor.
İnsanın karmaşık ve tehlikeli dış dünyadan evine dönebilmesi bu kadar büyük bir olay mı? Evet, ona göre öyle.”
Bir de Çutora’nın banyo sahnesine bakalım:
“Çenesinin bağlanmak istemesinden fena halde rahatsız oluyor ve kötü bir şeyler olacak şüphesiyle kaçmaya uğraşıyor. Kesik kesik havlıyor, bir yandan da hanımefendinin eteklerinin arkasına sığınmaya çalışıyor. Tüm bunların bir yardımı olmayacağını anlayınca da karşı saldırıya geçiyor: Öyle büyük bir öfkeyle saldırıyor ki, sadece köpeği banyoya hazırlamaya çalışan görevli ve nöbetçi veteriner değil, salondaki tüm köpekler dehşete düşüyor. Biraz önce ıslaklığının derdine düşen Foxi, tüyleri diken diken olmuş bir melez köpek ve bir av köpeği soluklarını tutarak Csutora’yı izliyor. Csutora’nın protestosu sanki diğer köpekleri de içinde bulundukları acınası durumun ağırlığı konusunda bilinçlendiriyor, hep birlikte ulumaya başlıyorlar. Meydanlarda heyecanla kalabalığa ajitasyon konuşması yapan bir hatip gibi, şimdi Csutora hayvanların katlanmak zorunda kaldıkları sınıfsal baskıları ulumasıyla anlatıyor, ne kadar aşağılandıklarını, üst sınıflar tarafından acımasızca sömürülen köpeklerin çektiklerinin bir kader olmadığını haykırıyor. “Lanet olsun mahlukat!” diyor çalışan eleman başını sağa sola sallayarak ama elbette Csutora o kadar kolay kurtulamaz. Elbirliğiyle yakalanıp, karga tulumba edilip ağzı bağlanıyor ve sıcak banyo suyunun bulunduğu varile batırılıveriyor. Csutora sadece bir an için varile batırılıyor, kafası sadece bir anlığına suyun içinde ama bu kadarı bile yetiyor, görevlinin sabunu eline almak için yana döndüğü saniyeler içinde Csutora, kendisini tutan ellerden kurtulup bodur vücudundan umulmayacak bir sıçramayla suyun içinden kendini yukarıya fırlatıyor ve görevlinin omuz yüksekliğini aşıp zemine atlıyor ve bir hışımla ıslak tüyleriyle koşarak salonu birbirine katıyor. Bir yandan da üzerindeki suyu silkelemeye çalışıyor, uluyor, havlıyor dört dönüyor, önüne çıkan ve dehşet içinde kaçmaya çalışan insan olsun, hayvan olsun, kimseyi dikkate almıyor. Davranışları o kadar kontrolsüz ve tahammül edilemez ki, böyle bir ortamda yıllardır çalışan, banyo istemeyen huysuz köpekler konusunda çok deneyimli görevli bile, bu köpeğin yıkanmaya asla uygun olmadığını söyleyip onları kapı dışarı ediyor.”
Çutora’nın bir başka özelliği de uzlaşmaz tavrı. Yani zamanla alışayım, ödüle göre değişeyim diye bir tavrı yok Çutora’nın. Çutora’nın uzlaşmaz tavrı kitabın sonunda doruğa çıkıyor. Çutora, beyefendinin sahiplikten kaynaklanan yönetme/yönlendirme hakkına başkaldırıyor. Buradaki dövüş sahnesinden önce beyefendinin cümlesi çok çarpıcı: “Nasıl bir güzellik bu?”
Bu güzelliğin altında elbette Çutora’nın anarşizme yaklaşan özgür ruhu yatıyor. Keşke roman, sahibi ile Çutora’nın ölümüne dövüşü ile bitseydi. Herhalde Sándor Márai bu çarpıcı sonu final sahnesi olarak çok şiddetli bulmuş olacak ki bunun arkasına duygusal bir bölüm daha eklemiş. Kitabın bu son bölümünde Çutora ağlıyor. Oysa biz biliyoruz ki köpekler duygusal bir nedenden ötürü gözyaşı dökmez. Eğer bir köpeğin gözü nemlendiyse bunun altında bir enfeksiyon veya alerjik bir reaksiyon olabilir. Ya da gözüne bir şey kaçmıştır belki ancak bir köpeğin üzüldüğü için ağlaması ya da arkasına bakmadan çekip gitmesi pek olağan bir durum değil. Sándor Márai elindekiyle yetinmeyip daha da etkileyici bir final yazmak isterken kitabın sonuna kadar bağlı kaldığı kuralı kendisi bozmuş. Çutora bir köpek ve biz onun davranışlarına insanlara özgü anlamlar yüklediğimizde Çutora’nın büyüleyici “şahsiyetini” de yaralamış oluyoruz.
“O kadar kusur kadı kızında da bulunur” diyerek romanımızı bitiriyoruz. Çutora kalbimizdeki yerini şimdiden sağlama aldı ve romandan geriye bir “keşke” kaldı. Tüm güzel romanların insanda bıraktığı sözcükler gibi Çutora’yı anımsadıkça “keşke” diyeceğiz. Arkası gelmeyecek.
Sándor Márai’nin Csutora: Şahsiyetli Bir Köpeğin Hikâyesi adlı romanını sadece hayvanseverlere değil tüm kitapseverlere öneririm. Sándor Márai, geç tanıdığım müthiş bir yazar.
— 0 —
Kitaptaki Yazım Hataları ve Anlatım Bozuklukları
- “… kısa bir de sapı olsa tam bir tuvalet fırçası sanılacak bu “şey”in herhangi bir gelecek vaat edebileceğini ciddiye almak mümkün değil.” – Sayfa 33: “vaat edebileceğini ciddiye almak” yerine “vaat edebileceğini düşünmek” olsa daha iyi değil mi?
- “Bu kirli yumağı tutmak için eldivenini çıkarıyor.” – Sayfa 33: Kim çıkarıyor? Bir önceki cümlede de özne belirsiz.
- “… 60 pengö, daha fazla ya da az değil, piyasa rayici böyle.” – Sayfa 35: “Rayiç” zaten bir ürün veya hizmetin piyasa değerini ifade ediyor, bu nedenle “piyasa rayici” demek gereksiz. “Rayiç” yeterli.
- “‘Mutlaka sevinir canım’ diye kendini telkin etmeye çalışıyor” – Sayfa 38: Eğer ‘telkin’ doğruysa “Kendini telkin etmeye” yerine “Kendine telkin etmeye” olmalı. Eğer ‘telkin’ yanlışşa orijinal metne göre “kendini ikna etmeye” veya “kendini teskin etmeye” de olabilir.
- “Köpek Amerika’dan aile dostu bir hanımın “şahane” tavsiyesiyle bağlandı.” – Sayfa 67: Bu bölümde köpeğin zincire mi, tasmaya mı, bir ağaca mı bağlandığı belli değil. Birkaç kez köpeğin bağlandığını okuduktan sonra köpeğin bir kayış ile tasmasına bağlandığını öğreniyoruz. Başka dillerde “bağlama” eyleminin anlamı okur için açık olabilir ancak Türkçede “Köpek kaç aylıkken bağlanır?” derseniz alacağınız yanıt “Nereye?” olacaktır.
- “Cinsin belirleyici olduğu teorisine bu kadar kendimizi kaptırmamız lazım.” – Sayfa 72: Sanırım “kaptırmamız” yerine “kaptırmamamız” olacak.
- “… ve bunu, kendi teorisini ispatlayan kuvvetli bir kanıt olduğunu vurguluyor.” – Sayfa 74: “Bunu” yerine “bunun” olmalı. “İspat”, “kanıt ile eşanlamlı. “İspatlayan kuvvetli bit kanıt” dediğimizde, kulağa “kanıtlayan kanıt” gibi geliyor. “Bunun, kendi teorisinin kuvvetli bir kanıtı olduğunu vurguluyor.” daha iyi değil mi?
- “Sanki birilerinin kendisini taşımasına o izin vermiş gibi.” – Sayfa 77: “Sanki” ile “gibi”den birisi fazla. Kitapta çok sayıda benzer hata yer alıyor.
- “Ev halkı arasından birinin eve dönmesi nasıl tarif edilemez çılgın bir sevinç nedeni!” -Sayfa 80: “Ev halkı arasından birinin” yerine “Ev halkından birinin” olsa daha güzel. Devamında ise “nasıl tarif edilemez çılgın bir sevinç nedeni” kulak tırmalıyor.
- “Birini eline alıyor, onu nasıl kullanmaya başladığını düşüyor.” – Sayfa 93: “Düşüyor” yerine “düşünüyor olmalı.
- “… köpek ve adam beklenmedik şekilde daireden ayrılıyorlar.” – Sayfa 94: “Ayrılıyorlar” yerine “ayrılıyor” olmalı. Çoğulluğu sağlayan taraflardan biri hayvan olduğunda yüklemin tekil olması daha doğru.
- “Sevgi böyledir işte, insanın gözünü kör eder. Kuzguna yavrusu misali.” – Sayfa 97: “Kuzgun yavrusu misali” olsa daha iyi değil mi?
- “Bunları düşüyor ve bir yandan da benliğinde…” – Sayfa 103: “Düşüyor” yerine “düşünüyor” olmalı.
- “…on beş dakika süre kovalamacısı sonrasında …” – Sayfa 147: “Kovalamacısı” yerine “kovalamacası” olacak.
- “… salondaki tüm köpekler dehşete düşüyorlar.” – Sayfa 148: Bitki ve hayvan isimleri çoğul da olsa yüklem tekil olur. Doğrusu, “… salondaki tüm köpekler dehşete düşüyor.”
- “… tüyleri diken diken olmuş bir melez köpek ve bir av köpeği soluklarını tutarak Csutora’yı izliyorlar.” – Sayfa 149: Yüklem tekil olmalı: “… Csutora’yı izliyor.”
- “… gidip bir psikanaliz senasına katılalım…” – Sayfa 156: “Psikanaliz seansına” olmalı.
- “Bu canlıyı aralarına kabul ettiler. Hakkında sorumluluk üstendiler.” – Sayfa 162: “Hakkında sorumluluk üstlendiler” kulak tırmalıyor. “Sorumluluğunu üstlendiler” olsa daha iyi. Ya da “hakkında” sözcüğünü çıkarıp “sorumluluk üstlendiler” olarak kalabilir.
- “… en uysal köpekler bile bazen belirsiz bir dehşete kapılabilir, tüylerini diken diken kaldırıp üstünden gelemedikleri korkunun ve öfkenin esiri olabilirler. – Sayfa 163: “Üstünden gelemedikleri”, “üstesinden gelemedikleri” olmalı.
- “Artık Csutora’yı gözden çıkarmış, onun hakkında tek bir kötü kelime bile etmeye bile tenezzül etmiyor.” – Sayfa 172: İkinci “bile” fazla.
- “Şimdi artık gözü başka bir görmeden köpeği yakalamaya çalışıyor.” – Sayfa 175: “Başka bir şey görmeden” olmalı.
İlk yorum yapan olun