Shuggie Bain / Douglas Stuart

Douglas Stuart’ın Shuggie Bain adlı ilk romanı Can Yayınları tarafından 2022 yılında yayımlanmış. 533 sayfalık romanın çevirmeni Duygu Akın.

2020 yılında Booker Ödülü de dahil pek çok ödül kazanan Shuggie Bain’in editörü Cem Alpan. Düzelti Ebru Aydın’a, mizanpaj ise Atahan Sıralar’a ait.

Türkçe baskıda orijinal kapak kullanılmış. Ben yayınevlerinin kendi kapaklarını yapmalarını savunsam da bu kapak için iyi ki böyle bir karar verilmiş diye düşündüm. Jez Coulson’un kapakta kullanılan fotoğrafı kitapla tam bir uyum içinde, neredeyse kitabı tamamlıyor.

Ben kitabın üçüncü baskısını okudum. Öncelikle Duygu Akın’ın özenli çevirisinden söz etmek gerek. Duygu Akın, kendini öne çıkarmadan, yazarla okur arasına girmeden çok güzel bir iş kotarmış. Anladığım kadarıyla kitabın orijinal dili hem İskoç İngilizcesi hem de sosyal konutlarda yaşayan işçi sınıfından izler taşıyor. Türkçede bunların birebir karşılığı yok. Duygu Akın burada çok dengeli bir yol tutmuş, çeviride hem kitaba ruhunu veren aksanı yansıtmış hem de gereksiz bir abartı ile romanı okunur olmaktan çıkaracak hiçbir yola sapmamış. Shuggie Bain, kendini göstermek isteyen bir çevirmenin elinde ne hale gelebilirdi düşünmek bile istemiyorum.

Arka kapak yazısı kitabı biraz duygulardan arındırılmış biçimde anlatırken kitapla ilgili doğru bir izlenim uyandırıyor. Genelde arka kapaklarda süslü sözlere ve kitabın şişirilmesine alışık olduğumuzdan açıkçası ben burada alçakgönüllü bir hava sezdim.

Can Yayınları bir süredir arka kapaklarında sosyal medyada kullanılan etiketleri (hashtag) kullanıyor. Yazar kitapta yer verdiği karmaşık düşünce ve duyguları açmak veya üstünü daha da örtmek, zıtlıkları sergilemek veya iyice iç içe geçirmek için 550 sayfa yazıyor, sonra birisi gelip bütün bu sis perdesini kaldırarak romanı üç sözcükte deşifre ediyor. Ozan “Güzelliğin On Par’etmez” diye türkü yaksa, bu ekip #güzellik, #kozmetik, #para, #crypto diye arka kapağa basabilir.

Roman özünde bir anne oğul ilişkisini anlatıyor. 1992’de başlayan hikâye, giriş bölümünün ardından 1980’lere dönüyor. On yıllık bir süre içinde Glasgow’da sosyal konutlarda yaşayan bir ailenin dağılma sürecine tanıklık ediyoruz. Üç çocuklu ailedeki huzursuzluk ortamı önce Catherine’in, sonra babanın ve en nihayetinde Leek’in de ayrılmasına neden oluyor. Sayfalar ilerledikçe beş kişilik aile, iki kişilik bir anne-oğul ilişkisine evriliyor.

Kitap, üçüncü kişinin ağzından yazılmış ancak eğer sahnede küçük oğlan Shuggie varsa üçüncü kişi genel olarak Shuggie’ye daha yakın bir tona sahip. Üçüncü kişi sevişme sahnelerini anlatırken maço bir erkek, Agnes’i (anne) anlatırkense son derece nesnel bir sese sahip oluyor.

Romanı yarılayana kadar kitapla ve yazarla ilgili bir araştırma yapmamıştım ancak sayfalar ilerledikçe hiç kimsenin böylesine bir kurgu yeteneği olamayacağını düşünerek yazarı araştırmaya başladım. Önümdeki kitap tam bir otobiyografik roman olmasa da yazarın yaşamının bir yansımasıymış. İçimde bir şey kırıldı. Shuggie’nin kurgusal bir karakter olmadığını bilince sayfaları korkarak çevirmeye başladım. Bundan belki kırk yıl önce bu sahnenin bir benzeri Glasgow’da bir evde yaşanmıştı. Bir yavru kedi gibi Shuggie’nin kocaman kalbi avcumda atıyordu. Douglas Stuart öylesine güçlü bir gözlem gücüne sahip ki romandaki bir sahneyi tüm ince ayrıntıları, dilin ucuna gelip de söylenmeyenleri, ima edilenleri size aktarıyor. Hem de süslü sözlere başvurmadan. Bazen sadece bir bakışla. Romandaki karakterler, diyaloglar, mekânlar, eşyalar, duygular, her şey sahici. Öylesine duru, öylesine yalın bir hali var ki hikâyenin, içiniz elvermiyor bu çıplaklığa. Ah Shuggie

Her nasılsa en güzel hikâyeler genellikle yoksulluğu anlatan hikâyeler. Her yoksulluğun ilgi çeken bir hikâyesi var. Bilmiyorum, belki de bana öyle geliyor. Zenginlikten çıkan hikâyeler, göz alıcı olsa da insan yüreğine bunlar kadar dokunmuyor. Shuggie Bain yoksulluğu yalın bir dille anlatıyor. Abartmadan, dramatize etmeden, olduğu gibi.

Kitabı okurken aklıma Hemingway geldi. “Bir yazar için erken yaşta alınabilecek en iyi eğitim mutsuz bir çocukluktur.” diyor ya Hemingway, Douglas Stuart’ın da Glasgow’da olabilecek en iyi yazarlık eğitimini aldığını söyleyebiliriz.

“Ciddi bir şekilde yazabilmek için korkunç bir şekilde incinmiş olman gerekir. Ama bu lanet olası acıyı yaşadığında, kullan; onunla hile yapma. Ona bir bilim insanı gibi sadık kal…” demiş Hemingway. Douglas Stuart ve Shuggie Bain’i sanırım hiçbir söz daha iyi anlatamaz.

Douglas Stuart yoksulluğu, dışlanmışlığı, umarsızlığı öylesine iyi biliyor ki bunları tarif etmek için herhangi bir acındırmaya, abartıya gerek duymuyor. Sadece belleğinden bir fotoğraf seçiyor ve biz bu fotoğrafın karşısında öylece kalıyoruz. O anda muhtemelen midemize sert bir yumruk attığının farkında bile değil Douglas Stuart.

Kitapta cinsel yönelimi nedeniyle dışlanan Shuggie Bain’i olduğu gibi kabullenen annesi Agnes ve arkadaşı Leanne dışında kimse yok. Douglas Stuart, burada anneliğin ve iyi dostlukların çok güzel bir tanımını veriyor bize.

Peki Shuggie Bain’i bu kadar ilginç kılan nedir? İşin doğrusu kadın peşinde koşan zampara babanın maceralarını, alkolik bir annenin titreme nöbetlerini, haftada bir dağıtılan ve dağıtılır dağıtılmaz içkiye dönüşüveren birkaç poundluk sosyal yardımı, açlığı, yoksulluğu, annenin adım adım yok oluşunu çok da fazla umursamayabilirdik. Eğer odanın köşesinde korku dolu gözlerle annesine bakan Shuggie Bain olmasaydı.

Shuggie Bain, günümüzden geleceğe kalacak kitaplardan ve aynı zamanda edebiyat dünyasına da çok önemli bir yazarı müjdeliyor: “Douglas Stuart”. Sözcüklere takla attırmadan, mesaj vermeye çalışmadan, büyük laflar etmeden nasıl müthiş bir roman yazılabilir merak ediyorsanız Shuggie Bain’i okuyun. Son dönemde okuduğum romanlar arasında belki de en iyisi.

Romanla ilgili aldığım notların büyük bölümü editörlük ve düzelti tarafıyla ilgili:

  • “Kilfeathers’da ….” (Sayfa 17): Aynı sayfada iki farklı yerde “Killfeathers’da” şeklinde yazılmış. “Kilfeathers’ta olmalı.
  • “Kızlar dediği, orta yaşlı üç Glasgow’lu kadındı.” (Sayfa 18): Glasgow’lu değil Glasgowlu olarak yazılmalı.
  • “Onların uydurma hikâyeleriyle o güne dek saatlerini geçirmişti; melek yüzlü kilise korosu oğlanlarının arasında duran kaslı demirciyle ya da -en sevdiği- tembel çobana sırıtıp diş gösteren devasa yedi yavru kedili olanla.” (Sayfa 20): Bu cümle iki kez okuyunca anlaşılıyor ancak özellikle cümlenin sonundaki “tembel çobana sırıtıp diş gösteren devasa yedi yavru kedili olanla.” pek anlaşılır değil. Cümle farklı kurgulansa daha iyi olabilirmiş.
  • “…sigarasını yakan herkes, imal edilmişlikle gelen lüksün keyfine vardı.” (Sayfa 36): Kadınlar sarma sigara içerken dil uçlarına tütün parçaları yapışıyor. Lizzie, markalı bir sigara getirince kadınlar bunu rahatça içip keyfini çıkarıyorlar. Bu cümledeki “imal edilmişlikle gelen lüks” biraz kulak tırmalıyor. “Paketli sigara”, “markalı sigara”, “ticari sigara” gibi ifade edilse daha anlaşılır olabilirmiş.
  • “Catherine kadınların orada, yeni sutyenlerle yarı çıplak oturmaları gerçeğiyle hiç ilgilenmedi.” (Sayfa 37): Bu cümleden “gerçeğiyle” sözcüğü çıksa daha iyi olmaz mı? “Catherine kadınların orada üstlerinde yeni sutyenleri, yarı çıplak oturmalarıyla hiç ilgilenmedi.”
  • “Kızartma balıktan kalan kırıntıları…” (Sayfa 37): “Kızarmış balıktan” veya “balık kızartmasından” diye başlasa daha iyi olabilirmiş.
  • “… kızartıcıda fazlaca kalıp sıcak yağda kıtırlaşan kıvrık patatesleri.” (Sayfa 37): “…kızartma tenceresinde (veya tavada) fazlaca kalıp kızgın yağda kıtırlaşan kıvrık patatesleri.” olsa daha anlaşılır olabilirmiş.
  • “Dar etekleri bir hüsrandı üstünde.” (Sayfa 37): Elbette söylenmek istenen anlaşılıyor ancak “hüsrandı üstünde” kulağa hoş gelmiyor.
  • “Kraliyet Reviri, futbol bıçaklanmaları ile haftalık ücret günü ev içi zayiatının gittiği yerdi.” (Sayfa 65): “Zayiat” denince yaralıyla birlikte ölü ile kayıp da geliyor akla. Bu nedenle “Ev içi zayiatının gittiği yer” yerine “ev kazalarında yaralananların” gibi bir şey olsa daha anlaşılır olabilirmiş.
  • “Bunların arasında gündüz bile kaybolmak mümkünken karanlıkta işten bile değildi.” (Sayfa 83): “Değil karanlıkta, gündüz bile kaybolmak mümkündü bunların arasında.” gibi bir cümle daha anlaşılır olurdu.
  • “Catherine kafasını paltonun yakasından yukarı çekip ona soğuk bakışlarla baktı.” (Sayfa 89): “Bakışlarla bakmak” biraz kulak tırmalıyor.
  • “Pembe angora kazağının boncuklu kolları esintiyle birlikte dans edince…” (Sayfa 123): “Birlikte” çıksa daha iyi.
  • “…boncuklu kollar ışıkta parıldayarak el salladı.” (Sayfa 129): “Kollar” yerine “kolları” olacak sanırım.
  • “…bir çalı kümesinin kenarında durup küçük kırmızı çiçekleri katalogluyormuş,” (Sayfa 133): “Kataloglamak” yerine “tasnif etmek”, “bölümlemek” veya “sınıflandırmak” daha iyi olmaz mıydı?
  • “İşte şimdi anneannene siktirip gitmesini söyleyecek kıvama girdim.” (Sayfa 159): “Kıvama girdim” yerine “kıvama geldim” olmalı.
  • “… serin yanağını öptü.” (Sayfa 177): Anlam olarak doğru olsa da biz “serin”i esinti veya bir akşamı ya da genel olarak bir hava durumunu, bir ortamı nitelemek için kullanmaya alışmışız. Kitapta ise birkaç yerde “serin” alışık olmadığımız şekilde kullanılmış. Bu tür durumlar için tam karşılığı olmasa da “soğuk” bana daha uygun geliyor.
  • “Doğru bedeni tutturana kadar iki kere iade yapmıştı.” (Sayfa 303): “İade yapmıştı” değil “iade etmişti” olmalı.
  • “Günün sonunda paylaşabileceğim pek de bi’ şeyim yoktu.” (Sayfa 316): “Günün sonunda” Türkçe bir deyim değil. “Günün sonunda” yerine “nihayet”, “en sonunda” gibi pek çok seçenek var.
  • “Agnes katalog borçlarını ödemek için..” (Sayfa 331): Türkiye’de olmasa da bildiğim kadarıyla pek çok ülkede bu tür alışveriş katalogları (broşür) ile taksitli alışveriş yapılabiliyor. Türk okur içinse “katalog borçları” terimi bir anlam ifade etmiyor. Eğer bir dipnot verilmeyecekse “alışveriş taksitleri” gibi bir çeviri daha anlaşılır olurmuş.
  • “Kendine dönük farkındalığın gerginliğini atıp…” (Sayfa 335): Bu “farkındalık” sözcüğü kişisel gelişim kitaplarını aşıp romanlara da ulaştı. “Kendine dönük farkındalık” yerine “kendini tanıma” desek olmaz mı? Eminim çevirmenler çok daha güzel bir Türkçe ile bu anlamı karşılayacak sözcükler bulabilir.
  • “Bay Dolan’ın … kurnaz ve yankesici havası vardı.” (Sayfa 352): “Kurnaz ve yankesicilere özgü bir havası vardı.” daha iyi değil mi?
  • “… sen de Bain erkeğiymişsin demek desene?” (Sayfa 360): “Demek” sözcüğü cümleye soru anlamı katsa da bu cümlede soru işaretine gerek yok. Hatta “demek” sözcüğü cümleden çıksa herhangi bir anlam kaybı da olmuyor.
  • “… birbirine yüz yüze olmaktan hoşlanmazdı” (Sayfa 371): “Birbirine” gereksiz. Zaten “yüz yüze” dediğimiz zaman bu anlamı içeriyor.
  • “Fiskoslaşmak” (Sayfa 381): “Fiskos” sözcüğüne en az iki özne tarafından, birlikte ya da karşılıklı olarak yapılan bir işteş fiil gibi “-ş” eklenmiş. Oysa “fiskos” sözcüğünün içinde zaten bu anlam var. Böyle olunca “dedikodulaşmak” gibi tuhaf bir sözcük oluyor. Doğrusu “fiskos etmek” olmalıydı.
  • “Hâla yarım saat olmadı mı?” (Sayfa 436): “Hâla sözcüğünde ikinci a’da da şapka olmalı.
  • “Eskisi gibi siktiğimin aynısı tipleriyiz.” (Sayfa 467): “Eskisi gibi aynı siktiğimin tipleriyiz” veya “Eskisi gibi siktiğimin aynısı tipleriz.” olmalı. Aslında birkaç orijinal fikir daha var aklımda ama yazmam uygun olmayabilir.
  • “Lamborg-hini” (Sayfa 499): “Lam-borgh-i-ni” şeklinde hecelere ayrılması gerekiyor. Sözcük yanlış yerden kesilmiş.
  • “… haber paydaşlar arasında yayılmış …” (Sayfa 516): “Paydaş” sözcüğünün eşanlamlısı “hissedar”. Oysa ticari bir ortaklık değil, burada kastedilen diğer katılımcılar. “Paydaş” yerine başka bir sözcük seçilmeliydi.
  • “…. Zilzurna sarhoş olman gerekir. İhtiyar Moira’ya yarenlik etmen değil.” (Sayfa 527): Doğrusu “İhtiyar Moira’ya yarenlik etmek” değil “İhtiyar Moira’yla yarenlik etmek” olmalı.
  • “Hem bence kulağı küpeli şu kızıl oğlan, şahsınızı kaş göz ediyor.” (Sayfa 532): “Şahsınızı kaş göz ediyor” değil “şahsınıza kaş göz ediyor” olmalı.
Burak Kaya hakkında 141 makale
Müzisyen, yazar.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.