
Kemal Varol’un 2022’de Everest Yayınları tarafından yayımlanan Babamın Bağlaması adlı romanı 211 sayfadan oluşuyor. Kitabın editörü Devrim Çakır. Kapaktaki fotoğraflar Gizem Geçer, Cebrail Özmen ve Mehmet Selman’a, kapak tasarımı ise Adnan Elmasoğlu’ya ait. Sayfa tasarımı Gelengül Erkara tarafından yapılan Babamın Bağlaması’nın düzeltmeni ise Ergül Karakaya.
2023 Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazanan Babamın Bağlaması henüz ikinci baskısını yapamamış. Ben 2025 yılında kitabın birinci baskısını satın aldım. Hem yazarın tanınırlığı hem de aldığı ödül düşünüldüğünde romanın daha çok baskıya erişmesi beklenirdi. Ne yazık ki başarılı bir yazar olmak bile bazen ilk baskının tükenmesini sağlayamıyor ülkemizde.
Kapak tasarımı romanın içindeki nesnelerden yola çıkarak hazırlanmış ancak bana herhangi bir imge, çağrıştırma, benzetme kullanılmadan, “romanda tas mı var, tarak mı var, al sana tasla tarak” gibi bir yaklaşımın ürünü gibi geldi. Ekipteki geniş kadroya karşın Babamın Bağlaması’nın çok özel bir kapağı olduğunu söylemek zor. Oysa romandaki yol öyküsü, kış havası, eski aşklar kapak için pek çok faklı seçenek sunuyor. Ayrıca bazı sahneler sinema için yazılmış gibi. Yani tasarım açısından çok fazla fikir var kitapta. Kitabın adı ile kapağı hiç satış düşünülmeden seçilmiş gibi. Pazarlama firması gibi çalışan yayıncıların yanında belki de böyle olması daha iyidir, kim bilir.
Kemal Varol romanında bildiği bir coğrafyayı anlatıyor: Kars, Arguvan, Diyarbakır. Romanın ilk bölümü bir yol hikâyesi gibi de düşünülebilir. Yusuf, Kars’ta ölen babasını arabasının üstüne yükleyerek vasiyeti uyarınca Arguvan’a götürmek üzere yola çıkar. Hayatı boyunca köy köy gezerek türküler söyleyen bir âşık (halk ozanı) olan babasına son borcunu ödemek isteyen Yusuf yol boyunca bir yandan babasının vasiyetine sadık kalmaya çalışırken bir yandan da kendisini küçük yaşta terk eden babasıyla hesaplaşır.
Kemal Varol, romanı nasıl sürükleyici hale getirebileceğini biliyor. Biraz zamanınız varsa elinizden bırakmadan aynı gün içinde bitirebileceğiniz bir roman Babamın Bağlaması. Dili güzel, kahramanların iç dünyaları, geçmişleriyle birlikte mercek altına alınıyor. Romanı okurken aşkların, ayrılıkların, çatışmaların insanların iç dünyasındaki yansımalarını görebiliyoruz.
Şimdi isterseniz romanın konusuna geçelim. Heves Ali, üç telli sazıyla diyar diyar gezen bir halk ozanı ancak her nasılsa her yöreden ayrı bir sevgilisi var. Belki bu işin raconu budur bilemiyorum ancak Heves Ali işin ayarını biraz kaçırmış gibi. Ya da “âşık” sözcüğünün anlamını yanlış biliyor olabilir. Kendisi Karacaoğlan ile Casanova arasında bir yerde duruyor. Elbette biz Heves Ali’nin aşk hayatına müdahale edemeyiz ancak Ali sevgiliden sevgiliye koşarken eskileri terk etmekle kalmıyor arada küçük yaştaki oğlunu da unutup gidiyor. Babası tarafından terk edilen Yusuf’un annesi de kanserden ölünce Yusuf küçük yaşta bir yatılı okulda tek başına kalıyor. Yılda bir kez oğlunu ziyaret eden Heves Ali’ye bu da zor geliyor olmalı ki sonradan bu ziyaretler de kesiliyor. Elbette baba ile anne ayrılabilir. İster halk ozanı olsun ister büyük sanatçı, çocuğunun yanında yaşadığı annesi öldüğünde çocuğu bir kez bile arayıp sormamak aşağılık bir davranıştır.
Romanda bana tuhaf gelen kısım ise Yusuf’un ölmüş babasını eski âşıklarına veda etsin diye arabasının araç üstü taşıyıcısında diyar diyar gezdirmesi. Ben böyle bir çocuk olabileceğini sanmıyorum. Baban seni yıllar boyunca bir kez bile arayıp sormadan sevgili peşinde koşacak, sen de eski sevgililer ölü babana veda edebilsin diye sevgililer arasında veda rotası hazırlamakla uğraşacaksın. Ya da üç gün taziye çadırında ziyaretçileri ağırlayıp babana karşı sorumluluklarını yerine getirmeye çalışacaksın.
Romanda iki ana bölüm var. Birincisi Heves Ali’nin cenazesinin vasiyetindeki mezarına götürüldüğü bir yol hikâyesi. İkincisi ise Yusuf ile Aylın’ın aşkı. Kitabın ilk beş bölümü hem Yusuf’un çocukluğuna dönüşler hem de Heves Ali’nin yaşamından kesitler içeren ustalıkla kurgulanmış bir başlangıç. Sonraki bölümlerde ise daha derinleşmesini beklediğimiz baba-oğul çatışması nasılsa duruluyor ve yerini Yusuf’un 15 yıldır görüşmediği eski aşkı Aylın’a duyduğu özlem ile bu hikâyenin melankolik havasına bırakıyor.
Yusuf, romanın son sayfalarında bir çocukla konuşurken ilk kez Heves Ali için “babam” sözcüğünü kullanıyor ve bu Yusuf’u rahatlatıyor. Biz de okur olarak Yusuf’un babasını bağışladığını hissediyoruz. Bağışlamak güzel ama yirmi beş yıl boyunca bir kez bile yanına uğranmayan bir çocuk babasını bağışlayınca huzur bulabilir mi? Annesi ölmüş, yatılı okulda bir başına okuyan bir çocuk, yılda bir kez olsun ziyaretine gelmeyen adama “baba” değil “babişko” dese ne yazar?
Babasının eski sevgililerini gezerken Manoş Amca, Yusuf’a “Rahmetli baban, hayatına giren her kadına özen gösterdi… Hepsine ayrı bir türkü armağan etti.” diyor. Yani daha ne yapsın bu adam size? Belki de biz biraz fazla şey bekliyoruz Heves Ali’den.
Heves Ali gömüldükten sonra Yusuf bir ses duyar ve karşıdaki tepelerden ellerinde bağlamalarıyla türkü söyleyerek Heves Ali’ye veda etmeye gelen Arguvanlıları görür. Yüzlerce bağlama denildiğine göre insanın aklına en azından iki yüz, üç yüz bağlama geliyor. Kadınlı erkekli yüzlerce insan bir karınca sürüsü gibi tepelerden aşağı dökülüyor. Bana biraz Amerikan filmlerini anımsattı bu sahne.
Dilek Hemşire’nin Yusuf’un arkasından su yerine şarap dökmesi de ilginç. Sen üzümü yetiştir, topla, sık, aylarca fıçıda beklet, sonra birisi gidenlerin ardından yere döksün. Romanda bile israf. Hem de balkondan aşağı dökülüyor. Bu sahne de sanki bir Fransız filminden.
Bu arada Yusuf’un mezarlıkta konuştuğu Dilek Hemşireyi kıskanan Yıldız, babasını biraz önce toprağa vermiş bir adama “Allah belanı versin o… çocuğu.” diye mesaj atabiliyor. Böyle bir kıskançlık görmemiştim.
Kemal Varol, çok ilginç başlayıp gerilimi yüksek bir yol hikâyesine dönüşebilecek bir romanı biraz dağıtarak bir aşk romanına doğru kaydırmayı yeğlemiş. Babamın Bağlaması bana W.Faulkner’ın yıllar önce okuduğum Döşeğimde Ölürken ve Barry Unsworth’ün yakın zamanlarda okuduğum Kıssadan Hisse romanlarını anımsattı. İki roman da bir cenazenin taşınması üzerine, ikisinde de cenazenin kokması ile ilgili bir zaman baskısı da var. Babamın Bağlaması ise gerilimini cenazenin nereye götürüleceği ve çetin yol koşullarından alıyor. Heves Ali’nin hikâyesinin arka planında bulanık bir Türkiye fotoğrafı da yer alıyor. Bu fotoğrafta Alevilerin dışlanmasını, Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı şehirlerdeki yoğun güvenlik önlemlerini, bireyler üzerinde otoriter bir rejimin gölgesini, öldürülen aydınları, işkenceleri görebiliyoruz. Ancak bunlar bir fon yaratmaktan ziyade belli belirsiz, romanın içine serpiştirilmiş fotoğraflar gibi duruyor. Yazarın asıl meselesi, yazarın anlatmak için tutuştuğu derdi bu değil. Diğer konular üstünkörü geçilirken kitapta üç dört sayfalık bir sosyal medya analizi var. Ayrıntılı bir şekilde yazılmış ve kelimesi kelimesine de doğru. Ancak yediğini içtiğini instagramda sergileyenlerle veya filtre uygulayarak fotoğraflarını gençleştirenlerle ilgili eleştiriler bu roman için uygun mu bu tartışılır.
Kemal Varol, Tahir Elçi için adını vermeden “o iyi adamın öldürüldüğü Dört Ayaklı Minare…” diyor. Metin Altıok için gene adını vermeden “Sivas’ta yakılan şair,” tanımlamasını kullanıyor. 12 Eylül’ün en ünlü işkencehanelerinden Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’nü “Gayrettepe’de günlerce dövüldüğüm hücrelerde” diyerek bir cümle ile anlatıyor. Hiçbir ayrıntı ya da tarihsel bir bağlantı olmadan romana “mecburen” serpiştirilmiş hissi veren bu göndermelerin yanında sayfalarca sosyal medya eleştirisi okuyunca yazarın asıl derdi herhalde sosyal medyadaki maymunluklar diye düşünüyorsunuz.
Romanla ilgili aldığım notlar:
- Romanda Bingöl’den Arguvan’a Genç, Lice, Diyarbakır, Maden, Hazar Gölü üzerinden gidiliyor. Oysa Diyarbakır’a inmeden doğrudan Elazığ üzerinden gidilse rota neredeyse yarıya düşecek. Yusuf’un bu kadar acelesi varken ve Arguvan’a yetişmek isterken rotayı gereksiz yere uzatmasının nedeni yazarın o güzergâhı da romana katmak istemesi olabilir.
- “Günlerdir uyumamış olmama rağmen üzerimde tuhaf bir atalet vardı.” (Sayfa 32): Buradaki uykusuzluk ile atalet arasındaki neden-sonuç ilişkisini ben kavrayamadım.
- “Hem zaten artık yasaların, kanun ve mahkemelerin hiçbir hükmü kalmamıştı memlekette.” (Sayfa 44): Yasa ile kanun eşanlamlı olduğundan art arda kullanılmaları doğru olmamış.
- “…kalın yün yorgan bir süre sonra bir leş gibi ağırlaşmaya başlamıştı.” (Sayfa 71): Ölü bir beden gerçekten canlı halinden daha ağır gibi hissedilir ancak buradaki “leş gibi” sözcüğü bu durumu anlatmak için uygun değil. Kötü kokan hayvan ölüsüne “leş” dendiği için buradaki koku vurgusunun metinde anlam olarak bir karşılığı yok.
- “Bedih Hoca’dan gelen konum bilgisini onunla paylaştım.” (Sayfa 83): Paylaşmak sözcüğü TDK’ye göre bu şekilde kullanılabiliyor ancak bence bu yanlış bir çeviri uyarlaması. Paylaşmak Türkçede üleşme, bölüşmek gibi kullanılmalı. Eski TDK sözlüklerinde böyleydi. Elma, armut, acı paylaşılabilir ama bilgi paylaşılmazdı. İngilizcede “share” sözcüğünün “anlatmak”, “söylemek”, “bildirmek”, “aktarmak” gibi bir ikinci anlamı var ama Türkçede bu yok. Kitabın sosyal medya ile ilgili bölümlerinde de çokça “paylaşmak” sözcüğü var.
- “Bir kızıl goncaya benzer dudağın, açılan tek gülüsün bu bağın.” (Sayfa 111): Alıntı yapılan şarkıda, bu dizenin doğrusu “açılan tek gülüsün sen bu bağın”. Zaten “sen” olmayınca hece sayısı da tutmuyor.
- “Bir ara başımı kaldırıp sanki hâlâ oradaymış gibi cam tavana baktım.” (Sayfa 210): “Sanki” olmasa daha iyi.
Babamın Bağlaması ilgi çeken bir hikâyeye sahip. Kitaptaki Yusuf’un arabanın üstündeki babasının ölüsüne hesap sorduğu veya annesinin yabancı birisiyle evlendiği bölümler çok ince düşünülmüş. Çocuğun çaresizliği ve annesi ile babası tarafından bir kenara atılmışlığı öyle güzel anlatılıyor ki bu bölümlerin ardından okur Heves Ali’ye karşı tarafsızlığını yitiriyor. Heves Ali artık okurun gözünde elinde üç telli sazıyla aşkının peşinde diyar diyar gezen bir halk ozanı değil, annesi ölmüş bir çocuğu yatılı okulda terk edip karı, kız peşinde dolanan sorumsuz biri gibi görünüyor. Bu duruma düştükten sonra karınca sürüsü gibi Heves Ali’yi yolcu eden Arguvanlılar da, arkasından gözyaşı döken kadınlar da okura ilginç gelmiyor. Okur artık yatılı okulun penceresinden -kendisini hiçbir zaman ziyaret etmeyecek- babasını bekleyen bir çocuğun gözüyle bakıyor Heves Ali’ye. Yazar, Heves Ali’nin aile babası ve bir âşık olarak bu iki farklı görünümünü başarıyla yansıtmış. Ancak, neden bilinmez baba-oğul ilişkisini daha da derinleştirmek yerine başka bir yola saparak ikinci hikâyenin peşine düşmüş.
Babamın Bağlaması temiz bir dil ve akıcı bir üsluba sahip güzel bir roman. Okumayanlara öneririm.
İlk yorum yapan olun