Vejetaryen / Han Kang

Güney Koreli ünlü yazar Han Kang’ın Vejetaryen romanı April Yayıncılık tarafından yayımlanmış. Künyede 17. baskının tarihi olarak Kasım 2024 görünüyor. Vejetaryen 2007’de Güney Kore’de yayımlandıktan dokuz yıl sonra 2016’da Türkçeye çevrilmiş ancak künyede kitabın ne orijinalinin ne de Türkçe ilk baskısının tarihi var.

176 sayfalık roman Göksel Türközü tarafından Türkçeye çevrilmiş. Kitabın editörü ise Cem Tunçer. Kapakta kullanılan illüstrasyon Mi Kyung Choi’ye ait. Orijinal kapakta kullanılan görsel bu mu bilmiyorum ancak bir kadının ağaca dönüşme hikâyesini anlatan bir romanın kapağına bir kadın, kadının sırtına da bir ağaç çizmek çok yaratıcı değil. Diğer baskılarda aynı temayı kullanan daha yaratıcı kapaklar var.

Han Kang 2024 Nobel Edebiyat Ödülünün sahibi. Akademi, Han Kang’ı “tarihi travmaları ele alan ve insan yaşamının kırılganlığını ortaya koyan yoğun şiirsel yazını” nedeniyle ödüle layık gördü. Bu cümledeki “insan yaşamının kırılganlığı” betimlemesi sanırım Vejetaryen’i işaret ediyor. Vejetaryen aynı zamanda 2016 yılı “Uluslararası Man Booker” ödülünün de sahibi.

Kitap çok çarpıcı bir cümleyle başlıyor: “Karım vejetaryen oluncaya dek onun özel bir insan olduğunu hiç düşünmemiştim.” Çevirmen Göksel Türközü bir röportajında kitabın ilk cümlesinin orijinal metinde “Karım sadece sebze yemeye başlayıncaya dek onun özel bir insan olduğunu hiç düşünmemiştim.” şeklinde olduğunu açıklıyor. Ancak yayınevi bu cümlede “vejetaryen” sözcüğünü tercih etmiş, o yüzden Türkçe metin “Karım vejetaryen oluncaya dek onun özel bir insan olduğunu hiç düşünmemiştim.” şeklinde çevrilmiş. Ben yayınevinin böyle bir hakka sahip olduğunu bilmiyordum. Açıkçası pazarlama açısından son derece başarılı olan bu giriş cümlesini beğendiğim için kendime kızdım ve acaba kitabın başka nerelerini değiştirmiş olabilirler diye düşünmekten kendimi alamadım. Bir okur olarak pazarlamacıların elinin değmediği orijinal metni okuma hakkım olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, eğer yazardan bu değişiklik için izin alınmadıysa yayınevi ve çevirmen açısından etik bir sorun da var gibi görünüyor.

Vejetaryen üç bölümden oluşuyor: Vejetaryen, Moğol Lekesi ve Alev Ağacı. Üç bölüm romanda yavaş yavaş bir bitkiye dönüşen Yohğhe’yi üç farklı açıdan bize sunuyor. Vejetaryen’de Yonğhe’nin kocasına, Moğol Lekesi’nde ablasının kocasına ve Alev Ağacı’nda Yonğhe’nin ablasına kulak veriyoruz. İlk bölümdeki hikâyeyi Yonğhe’nin kocası kendi ağzından anlatırken, diğer bölümlerde anlatıcı bir dış ses.

İlk bölümde Yonğhe’nin kocası, kadını aşağı görmenin de ötesinde neredeyse hiç görmeyen, varlığını kabul etmeyen biraz karikatürize edilmiş abartılı bir koca portresine sahip. Yonğhe’nin kocası sevgiden, saygıdan yoksun, duyarsız bir insan. İşinde yükselmek dışında bir amaca sahip değil. Duyguları, tutkuları yok. Karısı ölse üzülmeyecek, çocuğu olsa sevinmeyecek bir tip düşünün. Bizde böyleleri için “odun” denir ama Vejetaryen’i okuyunca odunluğun bir metafor olarak bu romandaki bir karaktere hiç uygun olmadığını göreceksiniz.

İkinci bölüm Yonğhe’nin bitkiye dönüşme sürecindeki cinsel evrimi anlatan erotik bir şölen. Han Kang’ın kurgu yeteneği müthiş. Sevişmenin bir çiçeğin üremesine dönüştüğü sahne öylesine doğal anlatılmış ki ortada “tuhaf” diyebileceğiniz hiçbir şey kalmıyor.

Üçüncü bölüm ise “tıbbın” insan bedenine müdahalesi gibi görünse de aslında gene birey üzerindeki toplumsal baskıyı ifade ediyor.

Yavaş yavaş bir ağaca dönüşen Yonğhe önce et yemeyi bırakıyor, daha sonra çevresiyle iletişim kurmaktan vazgeçiyor. Kocasıyla birlikte olmak istemiyor. Giderek ağaca dönüşen Yonğhe kitabın son bölümünde artık sadece sulanmak istiyor, yemek yemeyi tümüyle reddediyor: “Yemek falan yemesem de olur. Yaşayabilirim. Sadece güneş ışığı yeterli.”

Romandaki diyaloglarda belli olmasa da omzunun üstünde görece kısa saçları, makyajsız yüzü ve sutyensiz dolaşması ile Yonğhe’nin bir feministi çağrıştırdığı çok açık. Kocası bir iş yemeğine giderken Yonğhe’yi makyaj yapmaya zorluyor. Katıldığı tüm davetlerde Yonğhe’nin sutyensizliği tepki topluyor. Kocası Yonhe’nin cinsel isteksizliği karşısında tecavüz sayılabilecek bir zorlamaya başvuruyor. Ancak bu baskıların en şiddetlisi et yememe konusunda. Babasından henüz çocukken bile dayak yediğini öğrendiğimiz Yonğhe, kocasının kayınpederine şikâyet etmesi sonrasında aile masasında babasından bir kez daha tokat yiyor. Buradaki zorla et yedirme sahnesi tam bir cinnet ânı.

Han Kang, Yonğhe’nin üzerindeki ataerkil baskıyı çok sert bir üslupla resmetmiş. Önce babasının, sonra kocasının yarattığı şiddete varan bu zorlama Yonğhe’yi adım adım yaşamdan koparıyor. Hayvansal içgüdülerini terk eden Yonğhe, ataerkil düzene sırtını dönüp bir günebakan gibi kendisini yaşatacağına inandığı güneşe çeviriyor yüzünü.

176 sayfalık kitapta çok sayıda yazım hatası var:

  • Sayfa 7: “… randevu saatine geç kalacağım diye telaş yapmam gerekmiyordu.” (“Telaş yapmak” yerine “telaşlanmak” olması gerekir. Çevirmen 49. sayfada “telaşlanmak” olarak doğru biçimde kullanmış sözcüğü.)
  • Sayfa 8: …”ya da zengin bir ailenin kızı gibi kadınlar” (“Zengin aile kızları” demek daha güzel değil mi?)
  • Sayfa 8: “…çizgi romanlarda konuşma balonlarına metin yerleştirme gibi taşeron işleri evde hallederdi.” (Anlam olarak doğru olsa da bu tür bilgisayar işlerinde “taşeron” ifadesi pek kullanılmıyor. “Freelance” ya da “outsource” gibi yabancı kökenli bir sözcüğün Türkçe karşılıkları olabilirdi.)
  • Sayfa 8: “Sadece yemek saatinde, kapısını açıp odasından çıkararak sessizce yemek hazırlardı.” (“Çıkararak” yerine “çıkarak” olması gerekiyor sanırım.)
  • Sayfa 15: “Bu denli bencil ve kendi kafasına göre takılan bir yönü olduğuna inanamıyordum.” (“Kendi kafasına göre takılmak” deyimi yaygın olarak kullanılıyor olsa da doğru bir kullanım değil.)
  • Sayfa 16: “
    – Sen artık et yemeyecek misin?
    Karım başını salladı.
    – Ne zamana kadar?
    – Daima.”
    (Anlam olumsuz olduğundan “daima” yerine “sonsuza kadar” veya “hiçbir zaman yemeyeceğim” şeklinde kullanılmalıydı.)
  • Sayfa 16: “Izgaranın üzerindeki pirzolaları alışkın el becerisiyle ters çevirmesi,” (“Alışkın el becerisi” yerine “ustalıkla” dense daha iyi olurdu.)
  • Sayfa 26: “Patronun eşi, içten ve samimi bir tonda karıma kaygısını iletti…” (İçten ve samimi eşanlamlı sözcükler olduğundan bu şekilde kullanılması doğru değil.)
  • Sayfa 31: “hiçbir sözümü adamakıllı dinlemeyen kulaklarına” (Kulak dinlemez işitir. Biraz zorlarsanız duyabilir.)
  • Sayfa 49: “Genç anne neye uğradığına şaşırmış” (“Neye uğradığını şaşırmış” olmalı)
  • Sayfa 49: “Karımı ve kendimi telkin etmeye karar vermiştim.” (Acaba “teskin etmek” mi kastediliyor? Eğer amaçlanan “telkin etmek” ise cümle “Karıma ve kendime telkin etmeye karar vermiştim.” olmalı.)
  • Sayfa 50: “Etçil bir hayvan tarafından parçalanmış görünen sert diş izleri altından kırmızı kan izleri yayılıyordu.” (“Etçil bir hayvana ait gibi görünen diş izlerinin altından kan yayılıyordu.” benzeri bir cümle daha anlaşılır olabilirdi.)
  • Sayfa 88: “kimi zaman cinsel organları yakın çekim yaparak gerçekleşen sahneler.” (“Organları” değil “organlara” olması gerekiyor.”)
  • Sayfa 89: “Tabii ki de kendisi olamazdı” (“Tabii ki de” değil “tabii ki” olmalı. Sondaki “de” eki yaygın ama yanlış bir kullanım.)
  • Sayfa 92: “Üstelik aynı çalışma atölyesini kullandığı…” (Atölye demek yeterli “çalışma atölyesi” kulağa ters geliyor)
  • Sayfa 93: “Neredeyse sihirsel! Abi, böyle bir eseri nasıl yaptın?” (“Sihirsel” yerine “büyüleyici” olsa daha iyi olabilirmiş.)
  • Sayfa 125: “…göstermek zorunda kaldığı cesareti, yürekliliği ve ısrarcı sabrı…” (Cesaret ve yüreklilik eşanlamlı sözcükler olduğundan bu şekilde art arda kullanımları doğru değil.)
  • Sayfa 136: “…zelkova ağacına bakış fırlatarak konuştu.” (Türkçede “bakış fırlatmak” diye bir deyim yok. Buradaki ifadeden dik dik mi baktı, dikkatlice mi baktı, şöyle bir bakıp geçti mi anlamak mümkün değil.
  • Sayfa 155: “…uygun fiyata indirip yaparak numune ve eşantiyon ürünlerden bol bol veriyordu.” (“Yaparak” sözcüğünün çıkması gerekiyor.)

Çeviride sıklıkla aynı cümle içinde hem “sanki” hem “gibi” kullanılmış ancak bunlardan birini kullanınca diğerine gerek yok.

Kitapta “sıfırın altındaki soğuk”, “plan tasarımı”, “tekinsiz kadın hasta” gibi kulağı tırmalayan sözlerden bolca var. Göksel Türközü, bazı yerlerde eski sözcükleri yenilerine tercih etmiş. “Dans camiası”, “rayihalı tat”, “kısmi zamanlı”, “kati duygular”, “sükût bürümek” gibi sözler anlaşılır ancak metne bir katkısı var mı tartışılır. Elbette isteyen istediği sözcüğü kullanır ama herkesin kullandığı “yarı zamanlı” yerine “kısmi zamanlı” dediğimizde daha edebi bir dil yaratmış olmuyoruz, tersine özentili bir hava uyanıyor.

Korece konusunda uzman olsa da çevirmenin Türkçe konusunda bazı eksikleri olabilir elbette. Ancak bu metin bir editörün denetiminden geçmiş, son okuması yapılmış. Nobel almış bir yazarın en bilinen romanının 17. baskısı için bu kadar hata normal karşılanabilir mi bilmiyorum.

Biz kitaba daha doğrusu kitabın yazıldığı Güney Kore’ye dönelim. OECD ülkeleri arasında cinsiyete göre ücret ayrımcılığı konusunda en kötü durumdaki ülke Güney Kore. Kadın hareketine karşı baskıcı ve muhafazakâr bir bakış açısının yönetime hâkim olduğu ülkede feministler tecavüz ile tehdit edilebiliyor. 2022’de, Cinsiyet Eşitliği ve Aile Bakanlığı’nı kaldırma sözü vererek seçimleri kazanan Yoon Suk-yeol bir anti-feminist. Güney Kore’deki düşük doğurganlık oranı için feminizmi suçlayan Yoon’un kabinesindeki 19 bakandan sadece 3’ü kadın. Kabinedeki kadın oranı %15,7. Elbette Güney Kore’yi eleştirirken Türkiye’de bu oranın %6 olduğunu ve Aile Bakanı dışında kabinede tek bir kadın bakan bile bulunmadığını anımsamakta yarar var. OECD sıralamasının en sonundaki ülkeyiz.

Güney Kore dünyanın en düşük doğurganlık oranına sahip. Güney Kore’de ortaya çıkan feminist 4B hareketi erkeklerle flörtü, evlenmeyi, seksi ve çocuk sahibi olmayı reddediyor. Ataerkil baskıya karşı Yonğhe gibi bir bitkiye dönüşmeyi tercih ediyor kadınlar.

Vejetaryen sarsıcı bir roman. Neden bilmiyorum ama Yonğhe bana Boğaziçi Köprüsü’nden çırılçıplak atlayan Burcu Namlı’yı ve namus cinayetleri gibi kadınlarla ilgili temel sorunlar üzerine çalışırken 2009 yılında intihar eden Dilek Koğacıoğlu’nun son sözlerini anımsattı:

“Çok acı var dayanamıyorum.”

Burak Kaya hakkında 138 makale
Müzisyen, yazar.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.