Babalar Neden Erken Ölür? -VII-

Babalar Neden Erken Ölür? -VI- >>

Doktor, “Yürüsün.” demiş babam için. Koluna girip her gün bahçeyi yavaş yavaş yürütüyordum Paytak’ı her iki yanı çiçeklerle sıralanmış taşlı yolda. Sebzelere ayrılmıştı diğer alanlar. Sınırımızın dört bir yanı zeytin ağaçlarıyla çevriliydi. Balları damlayan iki de incir ağacı, bir de evin önündeki ulu, yeşil çınar… Babamla cennete yürüyorduk ama köz düşmüştü cennetime.

Ablamın her çarşamba günü topladığı sebzeleri, pazarda satmasıyla geçiniyorduk. Zeytinyağından elde ettiğimiz gelir olmasa hâlimiz haraptı ama kendi ürünümüze ve emeğimize yabancılaşmadan yaşıyorduk. Bu çok şeydi.

Babam kolumda küçük adımlarla yürürken çiçeklere şaşkınlıkla bakıyor, gülümsüyor, çocukça sesler çıkarıyordu.

– Baba, ablam neden terk etti kocasını, dedim.

Sol kolunu kaldırmaya çalıştı. İlk kez deniyordu bunu. Hareketsiz sol kolu, yarıya dek kalkınca öyle sevindim ki… Bahçenin çiçekleri üstüme yağdı sandım. Sonra sağ kolunu kaldırdı, yumruğunu sıktı, başına vurdu birkaç kez.

– Ablamı dövüyor muydu?

Eğilmiş ağzından öyle bir “hı” çıktı ki kininden korktum. Sarı güzdü ve hava sıcaktı. Babam, eliyle divanı gösterdi. Yorulmuştu, divana oturtup ablama koştum. “Abla, babam sol kolunu yarıya dek kaldırdı.” dedim. Ablam küçük bir çığlık atıp boynuma sarıldı.

– Sayende Çınar, sayende! Her gün yürütüyorsun.

Senin sayende, seni döven kocanın adı geçince kolunu kaldırdı, diyemedim. Dışarı çıkıp kapının eşiğine oturdum. Babam gülümsedi. Sağ kolunu yanındaki boşluğa birkaç kez vurup beni yanında çağırdı. Gidip başımı omzuma dayadım. Yorgunduk.

Ablam, kahvelerimizi getirirken birden titremeye başladı. Tepsideki tabaklar fincanları, fincanlar tabakları dövmeye başladı. Gözü bahçe kapısındaki adamdaydı. Babam, yüksek sesle anlamsız sesler çıkarırken ben çınardan bir dal kopararak kapıdaki adamın yanına gittim. Eniştem, ben kapıyı açınca birkaç adım geriledi. Boğazına yapıştım hemen.

– Bir daha seni burada görürsem, öldürürüm lan, dedim babamın “hı” kiniyle.

Bir eli, boğazındaki elimi tuttu; diğer eliyle de havada duran, her an inmeye hazır çınar dalından korunmaya çalıştı. Cezaevinden çıktıktan sonra gülümsemeyi unutmuştum. Özgürlüğün yokluğundan oluşan gözü dönmüş bir kin oturmuştu tüm gülümsemelerime. Boğazını bırakınca ayağa kalktı, “Söz.” deyip koşarak uzaklaştı. Babam, zafer kazanmış bir gladyatör gibi sağ yumruğunu kaldırıp “Çınar” dedi, ilk kez heceleyerek de olsa: “Çı-nar”

Az sonra kurban edilecek bir kuzu gibi titriyordu ablam. Boynuma sarıldı. Üçümüz de divana oturup soğumuş kahvelerimizi içtik.

Ablama “İşkence gören biri, rüyasında işkence dışında neden hiç göç eden yaban kazlarını, ilkyazları görmez?” diye soramadım. Üstümüze güz yağıyordu çünkü.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.