Özgüven

Önce özgüven sözcüğünün sözlük anlamına değinmek istiyorum. TDK’ya baktığımızda bu sözcüğü bulamıyoruz, çünkü TDK özgüven sözcüğünü “öz güven” olarak yanlış yazıyor. Aslında sözlüğe falan bakmaya gerek yok, anlamı zaten belli ama ben biraz havalı bir giriş olarak yazılara böyle başlamayı seviyorum. Araştırma yapmış gibi bir hava uyandırıyor.

Günümüzde özgüven hep bir işi yapabilmek ya da bir işin üstesinden gelebilmek konusunda kendine güvenmek gibi olumlu şekilde kullanılıyor ki ben bunu çok yanlış buluyorum. Bugüne kadar hiç özgüven sorunu yaşamadım. Kendimi bildim bileli özgüvenim tamdı. Şimdi böyle yazınca gözünüzde parmağını havaya kaldırıp şak diye soruyu doğru yanıtlayan bir öğrenci canlanıyor değil mi? İşte benim özgüvenim bu şekilde değil. İlkokul ikinci sınıfta beden öğretmeni “Kim ters takla atabiliyor?” diye sorduydu. Bir iki kişi hemen çıktı ortaya ve ters taklasını attı ancak öğretmen bir türlü tatmin olmuyordu, sürekli “Başka kim var?” diyerek çemberi daraltıyordu. Ben birazdan sıranın bana geleceğini hissederek parmağımı kaldırdım. Öğretmen, “mindere gel” gibi bir hareket yaptı, ben de elimle “gelmem” gibi bir hareket yaptım. “Ben ters takla atamıyorum.” dedim. Öğretmen şaşırdı “Niye parmak kaldırıyorsun o zaman?” diye sordu. Ben de “Ters takla atabilenlerden ayrılmak için.” dedim. Öğretmen bendeki özgüveni görünce şaşırdı, ne diyeceğini bilemedi. Eliyle “s… git” türünden bir hareket yaptı. Hiç duraksamadan işaret ettiği yöne doğru gittim.

Daha sonra matematik ve Türkçe derslerinde de benzer olaylar oldu. Bir gün matematik dersinde “Bu problemi çözecek bir babayiğit yok mu bu sınıfta?” diye kışkırtıcı bir sorunun ardından gene şimşek gibi kaldırdım parmağımı ve “Ben yokum, ben çözemem bu soruyu” dedim. Sınıfta da çözebilecek kimse yoktu zaten ama benim dışımda herkeste bir rahatsızlık vardı. O zaman fark ettim ki bu rahatsızlığın nedeni “hoca bana sormasın” diye yan tarafa bakmalar, göz kaçırmalardan kaynaklanıyordu. “Yapamam” dediğin anda paçayı kurtarıyordun. Neyse benim rahatladığımı gören bir arkadaş hemen benim arkamdan parmak kaldırıp “Ben de çözemem” dedi. Hani Amerikan filmlerinde böyle biri ayağa kalkıp alkışlamaya başlar, sonra tüm salon teker teker ayağa kalkar. (Aslında oradaki durum öndeki adamın sahnedeki akrabasını alkışlamak için ayağa kalkmasından dolayı arkadakilerin sahneyi görememesi nedeniyle gerçekleşen zincirleme bir durumdur. Ben hiç beğenmediğim bir konserin sonunda ayağa kalkanların arasında boğulmayayım diye sahnedekileri on iki dakika ayakta alkışladığımı bilirim.) Neyse konu dağılmasın, bu filmlerdeki gibi sınıf teker teker dökülünce hoca “Teneffüste yanıma gel!” dedi bana.

Sınıfa kötü örnek olduğumu söyledi. “İnanmak başarmanın yarısıdır” dedi. Ben de sınıfta ben dahil bu soruyu çözecek kimse olmadığını ama bazı arkadaşların ve öğretmenlerin bu durumun farkında olmadıklarını, bu konuda kendime ve sınıfa olan inancımın tam olduğunu anlatmaya çalıştım. Soruyu bilmiyordum ve tahtaya kalkarsam problemi çözemeyecektim. Bu konuda özgüvenim tamdı. Tahtada saçmalayacağımı adım gibi biliyordum.

Ortalıkta özgüvenli milyonlarca insan var. “Benim matematiğim iyidir”, “on numara basket oynarım”, “ekonomiden şöyle anlarım”, “falancada uzmanım” diyen adamlarla bir süre zaman geçirin hiçbir şey bilmediklerini göreceksiniz. Bu kadar iyi sürücünün olduğu bir ülkede trafik nasıl bu hale gelebilir hiç düşündünüz mü? Ben bir ustaya iş vereceğim zaman “Bu işi en iyi ben yaparım” diyen adamdan hemen uzaklaşırım, “Ben bu işi yapamam” diyen adama veririm işi. İkisi de işi yapamayacak ama bu en azından neyi yapamayacağını daha iyi biliyor diye düşünürüm.

Lisedeyiz, tarih dersinin sonunda öğretmen “Burak bize Osmanlı’daki falanca olayını anlatır mısın? dedi. Ben de hemen “Bu olayı bilmiyorum.” dedim. “Geçen ders sınıfta değil miydin, orada anlattım, sen dinlemedin mi?” dedi. Ben de “Dinledim ama anlamadım” dedim. “Neresini anlamadın?” diye sordu. Bakın bu tuzak sorudur. Eğer “şurasını tam anlayamadım” dersen, “o zaman sen de burasını anlat” der. “Anladığın yerden başla, anlamadığın yeri sorarsın” diye devam eder, kedinin fareyle oynadığı gibi oynar seninle. Ben tabii deneyimli bir öğrenci olarak bu tuzağa düşmedim, “Hiçbir yerini anlamadım.” diye yanıtladım. “Eğer sınıfta anlatılan hiçbir şeyi anlamıyorsan niye okula geliyorsun?” dedi. Ben de lisedeyim sonuçta, eşek kadar adamım, “babamgiller gönderiyor” demeyi gururuma yediremedim, “Belki anlarım diye geliyorum, okula gelmeden neyi anlayıp anlamayacağımı bilemem” dedim. Aslında demek istediğim bu değildi. “Sınıfta senin anlattığın dersi kimsenin anladığı yok, peki sen neden okula geliyorsun?” demeyi çok isterdim ama özgüvenim o kadarına yetmedi.

Millî Eğitim Bakanlığı’nın 2019’daki araştırmasına göre Türkiye’deki çocukların %66’sı okuduğunu anlamıyormuş. Sen çocuk okusun diye okula gönderiyorsun, okul da diyor ki çocuk okuduğunu anlamıyor. Oran da öyle %1, %2 falan değil %66. Bu %66’nın da en az %66’sının özgüven sahibi olduğuna eminim. Benim merak ettiğim, okuduğunu anlamayan adam kendine güvense ne işe yarayacak? Düşün ki yüz yıldır araba üretiyorsun ve yaptığın arabaların %66’sında kontağı çevirince marş basmıyor. Fabrikada akşam olup kepenkler inince “Arkadaşlar biz burada ne halt ediyoruz?” diye kimse kimseye sormuyor mu?

Siz hiç “Ben bu işi beceremem.” diyen bir siyasetçi gördünüz mü? Hiç maçtan önce açıklama yapıp “Bu gece en az üç yeriz.” diyen bir teknik direktöre rastladınız mı? Öyle birini görsem gidip elini öpeceğim. Belki takımın ileride bir düzelme ihtimali olabilir, en azından adam durumların farkında diye düşüneceğim ama ne yazık ki öyle biri yok. Takımın teknik direktörü ya, gaz verecek.

Arkadaş arabada benzin yok sen gaza bassan ne fark eder?

Burak Kaya hakkında 131 makale
Müzisyen, yazar.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.