“Aman geze geze de yüreğime dert oldu
Ağlaya ağlaya gözlerime kan doldu.”
Sevmesine izin verilmeyen genç bir adamın sitemidir bu türkü. İnsan sever de sevgisi elinden alınırsa sitem kaçınılmaz olur.
Peki, seven neden çekip gider?
Gözün gördüğünü gönül elde edemez da ondan. Sen seversin, eller alır da ondan. Bu çekip gitmeler bundan işte. Bu gitmeler, unutmak adına değil, insan kimi zaman arından çekip gider. Bu gitmeler bundan. Bu gitmeler… Bundan…
Peki, bir gence sevdiği neden verilmez? Seven iki insanı neden ayırırlar?
Nedeni para… Sevenin parasal güçsüzlüğü… Ezcümle yoksulluk… Yoksula kimse kız vermek istemez. Dün de böyleydi bugün de… Çoğu aşk türkülerinin çıkış noktası da yoksulluk değil mi? Yoksulluk dillendirilmez ama nedeni yoksulluktur çoğu türkünün.
Ebeveyn, kızını sevdiği yoksula vermez ama sevmediği zengine verir. Kızının üzerinden kendi hayatını da kurtarmanın ticaretidir bu. Kız, satılık maldır çünkü. Ekonomi, ahlak anlayışında yönlendirici… Evliliklerde de… Çirkin, çok çirkin bir ahlak anlayışı… Ebeveynin murdar ahlak anlayışı…
Geze geze yüreğine dert olan genç, unutmak kolay değil. Edip Cansever’in de dediği gibi “Eskiyor ama eksilmiyor kalp ağrısı” Eskir belki ama eksilmez. Sen unutmazsın genç adam, sen unutmazsın. Yükün ağır senin. Yükün öyle böyle değil. Yükün yokluk… Yükün yoksulluk… Nereye gitsen arar bulur seni o yokluk. Hiçbir yük, yoksulluk kadar ağır çekmez genç adam. Hele ki sevdiğin de el çekmişse senden… Yük ağırlaşır da ağırlaşır. Yükün ağır senin genç adam. Sen yükün Orta Asya steplerini baştan sona geçen deve kervanının yükünden ağır. Sen bu yükü nereden aldın? Neden aldın? Bu yük ağır:
Yoksulluk ve aşk… İkisi birbirinden ağır…
Yük sırtındaysa gezmek de boş genç adam. Gezmek de boş. Alıp başımı giderim, deme hiç. Yükün koymaz ki gidesin. Gitsen de o yükü nasıl taşırsın?
Yükün Nuh’un gemisinden ağır genç adam. Yükün Atlas’ın yükünden ağır.
Sorma genç adam, bana sorma. Biliyorum işte.
“Ben seni alacaktım da gelin Emine’m
Zalim baban yollarımıza bent oldu.”
Nasıl da saf bir dil… Endüstriyel sevdalara, postmodern aşklara ders verir gibi bir içtenlik… Onlara nasıl da karşı… Kimselere, hiçbir şeye, başka duygulara benzemeyen bir içtenlik…
Sahi Emine, bir gece vakti el ayak çekilince sen neden gitmiyorsun sevdiğine. Başka biriyle sevmediğin biriyle evlenmek daha mı iyi? Sevmediğin birine yâr olmak zor Emine, çok zor… Sevmediğinle aynı yastığa baş koymak zor… Sen insansın Emine. Seni bir mal gibi birine satacaklar. Buna karşı dur Emine. Karşı dur buna.
“Aman gelsene zalim gelsene!”
Bak sevdiğin perişan… O orada, sen burada… Değer mi Emine, değer mi? Neden konuşmuyorsun? Ah, sessiz birine dil dökmek nasıl da zor… Nasıl da yeniliyor insan böyle birinin karşısında. Sözler değil Emine, senin sessizliğin yoruyor insanı.
Kafka “Beni hayal kırıklığına uğratan benden başkası değil.” der. Emine, sevdiğin adamı, yalnız bırakarak hayal kırıklığına uğratan da senden başkası değil.
“Seni seven dilsiz olsa da gelin Emine’m
Bu gece dillenir aman dillenir.
Aman gelsene zalim gelsene
Benim halim perişan oldu görsene.”
Varlık nedir bilmeyen bir adam, yoksulluğu iyi bilir Emine; sevmeyi iyi bilir. Tek varlığı, tek zenginliği aşktır çünkü. Başka bir şeyi yok ki başka bir şeyi iyi bilsin. Çık yola Emine, düş yola. Sen burada, o orada… Buna can mı dayanır? Emine, sevdiğinin başı için düş yollara. Bir de bir kâğıt, bir kalem, bir terazi al yanına.
Yaz bakalım hanginiz daha çok sevmiş? Tart bakalım kim çok sevmiş.
Her şey ama her şey değişir. Bir tek gönüldeki yara değişmezmiş. Yara deyip geçme, sen geçsen de yara geçmez Emine. Yara geçmez. Yaranın da vefası vardır Emine, yaranın da vefası vardır. Yara unutmadığı için geçmez, iyileşmez. Senin vefan Emine, senin vefan hani?
Yarayı da yaz Emine, yarayı da tart bakalım.
“Hareket etmeyenler, zincirlerin ne kadar ağır olduğunu bilmezler.” der Rosa Luxemburg.
Kır zincirlerini Emine, kendine yenilme, düş yollara. Yüreğine koca bir öküz, koca bir dağ oturmadan düş yollara. Seni seven adamı, babanın önüne bent koyduğu adamı bul. Böyle seven kolay bulunmaz, kolay değil böyle seveni bulmak.
Emine, susma artık. Kalemi, kâğıdı, teraziyi al eline. Bir de cesareti yaz bakalım, bir de cesareti tart bakalım.
Amma velakin… Ezcümle ha söyle de söyle!