Dertsiz baş mezarda gerek, demiş atalar. Yaşayıp da dert çekmemek olanaksız… Herkeste bir dert… En azından çoğunluk için böyle. Yaşa ki göresin. Yaşa ki burnundan gelsin yaşamak. Yaşa ki dert neymiş gör.
Varlıklı birinin dertsiz olduğuna da bakmayın siz. Onların da derdi var. Farklı da olsa var. Daha çok para kazanmanın derdidir onların derdi de. Dert bu mu? Dert bu! Onların derdi de bu!
Ya bir gelinin derdi nedir? Gelinlerin derdi nedir? Evlenip de yâd ellere giden, yerleri yurtları artlarında kalan gelinler… Hele ki o gelin, sevmediği zengin birine satılmışsa… Hele ki sevdikleri gurbete çalışmaya giden ve kaynanasının evinde kabir azabı çeken, kocaları İstanbul’u mesken tutan gelinler… Vah o geline, vahlar o gelinlere!
Anadolu’da yâd ellere, gözünün de gönlünün de sevmediği zengin birine resmen satılan gelinler dolu… Sarı Gelinler, Ezo Gelinler, Suna Gelinler, Haylo Gelinler, Döne Gelinler, Zeynep Gelinler, Ağ Gelinler… Yâri İstanbul’u mesken tutan gelinler… Adlarına ağıtlar, adlarına türküler yakılmış bahtsız gelinler…
Hele bir güneş çekilsin, hele gün akşama, akşam geceye dönsün. Hele el ayak çekilsin. Yeter ki akşam olmaya görsün, gece olmaya görsün. Yeter ki günün harala gürele koşuşturması bitsin. Gecenin en ücra zamanı gelinlerindir. Artık karanlığa dalma anıdır o an. O gelinler ki gündüz değil, gece vakti soluklanırlar çünkü. İn cin top oynarken gelinler ağıtını yakar… Hele bir de kocaları kabaysa hele ki gönüllerine göre değilse… Cehennem ateşi hiçtir. Vah o geline, vaylar o gelinlere!
Gece… Ayaz… Yıldızlar şavkıyor. Gecenin diğer ucuna çekilen Ay, bin bir gece masallarından kaçıp gelmiş doğulu bir kadın kadar güzel… El ayak çekilmişken Ay’a “Sen doğma, ben doğayım.” dercesine güzel bir gelin, evin damına çıkar sessizce. Ay, çekildiği köşesinde gelinin güzelliğini kıskanır. Ay, hiç gelinin güzelliği yanında, cehennem hiç derdinin yanında…
Gelin oturur, başını dizlerin dayayıp uzaklara, çok uzaklara bakar. Ay’ın, yıldızların şavkında yan gelip uyuyan dağlara bakar. Ardından geldiği yalnız, sessiz dağlara… Bakar durur. O dağların ardında sevdiği vardır çünkü kimselerin bilmediği, kendine bile söylemeye korktuğu sevdiği vardır. Dağlar yarılsın da ardı görünsün diye bakar. Her yeşili kurutulan sevdalı gelin, dağların ardından sevdiği gelsin diye bakar.
Sevdiğini mi görürsün o dağların ardında sevdalı gelin? O dağlar sana sevdiğini getirmiyorsa yer yarılıp da içine gömülsün! O dağlar yerle bir olsun sevdalı gelin, naçar gelin!
Talan yeri midir yüreğin Haylo Gelin? Seni Halep ellerine, bir zengin kocaya mı sattılar? Sen çok güzelsin de Haylo, sen çok incesin de çirkin kocan mı çok kaba? Haylo Gelin, dertli gelin, Halep dilini bilmez; Halep ağız vermez kimseye? Nereden düştün bu gurbet bile olmayan cehenneme? Derdini sen kime anlatır, kime sarılırsın? Kocan çok mu hoyrattır Haylo Gelin? Gönlünün sevdiği genç içinde, sevmediğin yanında… Vah Haylo! Halep kurban olsun senin gibi geline! Ama “Ne çare Haylo Gelin, ne çare, sen çok güzelsin de seni seven biçare!”
Duy Haylo Gelin, duy. Sevdiğin genç dağın ardından bağırır. Sen Halep elinde naçarsın ya, o sevdiğin genç de barak elinde biçare… Ağıt, bir tek sende değil Haylo Gelin! Bir tek sende değil! O dağın ardında da bir biçare var; şivan var, gözyaşı var. Dinle Haylo, sevdiğin ne der bak:
“Aman Haylo Gelin seni verdiler Halep eline.
Halep kurban olsun senin gibi geline.
Aman ne çare, ne çare, aman ne çare garip Haylom ne çare!
Sen çok güzelsin de senin çirkin kocan biçare.
Ne çare, ne çare garip Haylom ne çare,
Sen güzelsin de senin zalim kocan biçare.”
Seni Halep ellerine zalim bir zengine sattılar işte Haylo Gelin! Seni çirkin bir zenginliğe peşkeş çektiler. Muradın gözünde kaldı ya, sevdiğin genç, ardından talan oldu ya… Sebebin gözü kör olsun. Bir de Haylo bir de yoksulluğun… Ama en çok da Haylo, en çok da yoksulluğun…
Sevdiğin genç, yoksul biri Haylo. Sakın gönül koyma o gence! Yoksullukla efelik yapılmıyor. Sakın gönül koyma ona. Biçare biri o. Yoksulluk, elini kolunu bağlamış. Yer demir, gök bakır… Yiğidi, yıksa yıksa yoksulluk yıkar Haylo. Ah biçare genç! Ah biçare Haylo! Yoksulluğun gözü kör olsun. Kapıdan içeri sokulacak şey değil ama ne yaparsın işte… Yaşa ki gör!
Gelinler kederli, her gelin sessizliğe yazgılı… Şafak vakti… Ama Suna Gelin uyanmaz. Kalk artık Suna Gelin, bak şafak söktü? Sen neden uyanmazsın. Bu derin uykular da nedir? Aç Huda’dan sürmeli gözlerini! Aşk olsun sana, aşk olsun! Bak sevdiğin bağırır:
– Şafak söktü yine, sunam uyanmaz!
Çok mu usandın yaşamaktan, çok mu ağır geldi kimsesizlik! Kimseler bilemedi mi derdini Suna Gelin! Seni anlamaz mı kocan? Suna Gelin neden uyanmazsın? Vah ki ne vah! Eyvah ki ne eyvah!
Gelinler suskun. Ezo Gelin suskun. Döne Gelin suskun. Beş köyün güzeli Zeynep içine küsmüş, Ağ Gelin kırgın… Bundan böyle yatak odasıyla mutfak arasında bir ömür sürecek kırgın ve hüzünlü gelinler… Seçebilme özgürlüğü ellerinden alınmış kederli gelinler… Tüm güzel duygularını rahimlerine saklayıp ayakta ölen gelinler… Eyvah ki ne eyvah!
Yıldızlar şavkıyor. Ayaz var. Ezo Gelin bir damda, Döne Gelin öteki damda, beş köyün güzeli Zeynep Gelin başka bir damda türkü mırıldanırlar kimseler duymadan. Ezo’yu, güzel Döne’yi, güzeller güzeli Zeynep’i bir tek yıldızlar duyar. Sonra bütün yıldızlar dama, Döne Gelin’in, Ezo Gelin’in, Zeynep Gelin’in yanına inip onların gözyaşlarını silerler. Ay, utancından kaybolur. Dağ, yer yarılır da içine gömülür.
Sonra gelinler kalkıp odalarına, çirkin kocalarının yanına iner. Cehennemlerine…
Muradına kavuşamayan, sevmediğiyle evlendirilen tüm gelinler Sarı Gelin’dir, Haylo Gelin’dir, Döne Gelin’dir, Ezo Gelin’dir, beş köyün güzeli Zeynep Gelin’dir. Sebebin, o sebebin gözü kör ölsün. Yoksulluğun gözü kör olsun! En çok da yoksulluğun. Sebep ey, sebep vah!
Bilge ozan Gülten Akın, bir gün, naçarlığa, yoksulluğa, sebebe seslenir; sessizliğe mahkûm edilmiş gelinlerin ağzından seslenir:
“Ağlama kız, deme incirim Yar
Ben ağlamam dağlar taşlar ağlasın
Körüm, çelimsizim, göynüğüm, hastayım.
Sebep olanları nerede bulayım
Adamdan içerli kuşlar ağlasın.”
Böyle işte Suna Gelin, hal böyle Döne Gelin. Böyle işte! Sebebin, o yoksulluğun gözü kör olsun!
Amma velakin… Ezcümle, ha söyle de söyle!
Çekilen acılar, dertler, sonunda çileye dönüştü mü, hele bir de yoklsulluk belini büktü mü, yer demir gök bakırdır artık. Bundan sonra türküler, ağıtlar da sökün eder. Bundan sonrası bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölümdür.İşte gidiyorum çeşmi siyahımdır. Çok doğru söylüyorsun sevgili Numan; anadolu ezgilerinde hep acı, hep dert, hep kahır vardır.