Arkadaş niye yayınevi basarken haber vermiyorsunuz, ben de gelirdim. Hükümeti falan protesto etmeye cesaret edemiyorum, malum polisler sert bugünlerde ama Suriyeli çocuk falan dövecek olursanız mutlaka haber verin, sopamı, yumurtamı alır gelirim. Olayı bilmeyenler olabilir. İthaki Yayınları Virginia Woolf’un “Kendine Ait Bir Oda” kitabı için bir paragraflık bir giriş yazısı yazmış. Yazı şöyle: “Küçük yaşta yazarlığa, 59 yaşında mezarlığa adım attı. Dalgalarla sörf yapıp nehir bile denemeyecek bir kaşık suda boğuldu. Bilinç akışı mı nehrin akışı mı? Odalarda ışıksızdı. Paranoyaklığı zaten Shakespeare’in olmayan kız kardeşi üzerine saatlerce konuşmasından belliydi. Geri gelir mi? Gelirse gelsin, kim korkar bakire kurttan? Bkz. Nicole Kidman”
Biyografinin güzelliğine bakın. Bir paragrafta on beş tane gönderme var. Virginia Woolf’un intiharı seçişi nasıl da güzel anlatılıyor, ince bir mizah da var, kararlılık da. Dalgalar romanıyla nehirdeki intiharını buluşturmuş kim yazdıysa artık. Ama onlar zaten buluşuktur. Bak ne demiş romanında: “Çekip çıkarsam kendimi bu sulardan. Ama onlar üzerime yığılıyorlar; kocaman omuzları arasında sürüklüyorlar beni; tepetaklak oldum; düştüm; serildim bu uzun ışıkların arasına….”
Neymiş “Odalarda ışıksızım” demiş. Hiç de sevmem arabesk müzik ama Virginia Woolf’un kendini öldürmeden önce kocasına bıraktığı notta yazdıklarıyla bir uyum içinde olduğu da yadsınamaz: “Sevgilim, yine çıldırmak üzere olduğumu hissediyorum. Bu sefer üstesinden gelemeyeceğimi bildiğim o anları yeniden yaşamaktan korkuyorum. Sesler duymaya başladım, hiçbir şeye odaklanamıyorum. Bu yüzden yapılacak en iyi şey olarak düşündüğüm şeyi yapıyorum.”
Virginia Woolf, olaylara konu olan kitabında Judith Shakespeare diye bir karakter uydurup “Shakespeare denen kişi neden William’dan oluyor da Judith’ten olamıyor, kadınlara ne olanak verdiniz ki bre denyolar?” diye soruyor. Kim yazdıysa bunu da güzel yazmış. Belli ki yazan kişi Saatler filminde Woolf’u oynayan Nicole Kidman’i de beğenmiş.
Gelelim Bakire Kurt’a. Sayacağım üç yazar birbirine hiç benzemeseler de yakın akrabadır: Faulkner, Joyce ve Woolf. Hepsi de duyarlılık, sözcük oyunları ve imgelerle donatır yazdıklarını. Virginia’mızın adını alıp soyadından da bir harf düşürerek “Bakire Kurt” demişsin ki vallahi cuk oturmuş. Çok sevdiği kocası Leonard Woolf’a bile cinsel ilgi duymadığını söyleyen, cinsel birlikteliği önemsemeyen biri için nefis bir tanımlama. Kim yazdıysa helal olsun. Eğer Virginia ile ‘virgin’ sözcükleri arasında böyle bir bağlantı kurmayı erkeksi bir davranış sanıyorsanız, Woolf’un yeğeni Quentin Bell’in Virginia Woolf biyografisini okuyun önce. Şimdi adamın biri beğenmedi diye ben bu biyografiyi okuyamayacak mıyım? Senin bin yıl önceden kalma ahlak anlayışına göre mi sınırlanacak kitaplardaki biyografiler? Yok Change.org’da kampanya başlatılmış, yok feministler İthaki’yi basmış. Ne farkınız var sizin İdil Biret konserini basan yobazlardan? Nasıl feministsiniz siz, hiç mi Virginia Woolf okumadınız? Ülkenin en güzel yayınevlerinden biri basılıp, insanlar yazdıklarını sansürlemeye zorlanır mı? Virginia Woolf’un ‘Üç Gine’ kitabını okudunuz mu hiç, karşı çıkacaksanız gidin ülkenin doğusunda kadın erkek demeden insanları öldüren savaşa karşı çıkın, nefes aldığı her dakikada kadınları ezmeye çalışan devlete karşı çıkın.
Orgeneral Yekta Kopan da “Pes ama pes! Virginia Woolf için böyle bir biyografi yazmak, yenilikle ya da ironiyle falan açıklanamaz. Klasikler Serisi’nden çıkarıyorsun kitabı. Buna had bilmezlik demek az kalacak” buyurmuş. Kendinden önceki edebiyatı ters yüz eden birisi için bu kadar tutucu bir yaklaşımı anlamak mümkün değil. Had bilmezlik de demiş. Tabii ki herkes haddini bilecek, çevirmenler, editörler falan herkes, büyük otorite Yekta Kopan’ın izin verdiği ölçüler içinde yazıp çizecek. Tamam güzel öykü yazıyorsun da, ben senin ahlak anlayışına göre kitap okumak zorunda mıyım? NTV, hükümetle birlikte Gezi direnişini sindirmeye çalışırken sen nerede çalışıyordun? Bir taraftan halkını satanlardan maaşını alıp, patronların için tek söz etmeden diğer taraftan “Yeter ulan, şiddeti durdurun” yazdın diye kendini direnişçi mi sandın?
Neyse amacın dışına çıkmayalım. Benim kimsenin kazancında gözüm yok, yeter ki sermayeye paspas olmuş ahlaklarını topluma dağıtmasınlar. Yeter ki para babalarına boyun eğip de, Virginia Woolf’u kendinden bin kat daha iyi anladığı belli olan bir çevirmen ya da editörü gözlerine kestirip efelenmesinler. Bu popüler adamların peşine takılıp linç kültürüyle oraya buraya saldıran cahil takımına edecek tek söz yok. Onlar bildikleri yolda devam etsinler.
Son sözüm İthaki’ye. Pazartesi, salı işim var, çarşamba günü bir aksilik olmazsa yayınevinizi basacağım. İki tane dallama sosyal medyada küfredip, kitapçınızın kapısına boya attı diye hem özür dilemiş hem de biyografilerden vazgeçtiğinizi söylemişsiniz. Bak bu özür zamanla çekingenliğe döner, sonra da dikkatli olup otosansür uygularsınız her yaptığınız işe. Risk almamak derken, zamanla hem körelir hem de köleleşir kalemleriniz. Sözü uzatmadan tehditlerime geçeyim: Eğer bu sahte ahlak dağıtıcıları ile popüler edebiyatçıların sözüne bakıp da özgürlüğünüzden vazgeçerseniz, yeminle yayınevinizi basıp yumurta manyağı yapacağım sizi. Kadın hakları yerlerde sürünürken, ortalıkta tecavüzcüler dolanırken gık çıkaramayıp size çıkışanlardan, bu linç meraklılarından korkulur mu, bu zerzevata meydan bırakılır mı? Çıkın eril bir dille, ana avrat saydırın. Virginia ablam olsa aynen öyle yapardı.
Son Söz: Bir erkek, beyninin kadın yanıyla düşünebilmeli ve bir kadın da içindeki erkekle birleşebilmeli – Virginia Woolf