Florida’nın güneyinden başlayarak Güney Amerika’da Venezüela hizasına kadar uzanan alanda bulunan binlerce ada Karayip Adaları olarak adlandırılıyor. Bu adaların her biri sürprizlerle dolu.
Şu ‘Crusing’ olayını hep merak edip de denemeye cesaret edemeyenlere küçük bir sır vererek başlayalım bu defa. Cruise denen o devasa gemiler, bizim güneyde herhangi bir birinci sınıf tatil köyünden ya da Bodrum’daki kaliteli bir otelden çok daha ucuz, çok daha keyifli, çok daha unutulmaz bir tatil olanağı sunuyor. Kuzey Amerika’daki ya da Karayip Denizi’ndeki herhangi bir limandan başlanan bu yolculuklar çok çeşitli güzergah seçenekleri ile hem sıradanlaşan tatillere bir alternatif, hem de yaşamınızı renklendirecek anılarla dolu bir sürpriz oluyorlar. Düşünün. Her sabah dünyanın bambaşka bir köşesinde, belki de adını bile hiç duymadığınız bir yerde uyanıyor, odanızın balkonundan Atlantik Okyanusu’nun en güzel manzaralarını seyrederek güne başlıyorsunuz. Geldiğiniz adayı -ya da karayı- geminin tepesinden inceleyerek orada geçireceğiniz gününüzü planlarken yaptığınız kahvaltınızın tadını çıkarabiliyorsunuz. Daha sonra karaya inerek her anı sürprizlerle dolu seyahatinize başlıyor, akşamın nasıl olduğunu anlayamıyorsunuz.
Gemilere binerken, aynı hava alanlarında olduğu gibi check-in işlemi yaptırıyor, valizlerinizi teslim ediyorsunuz. Size verilen manyetik kartlar, hem gemiye biniş ve gemiden inişler için pasaport (çünkü gittiğiniz her ada başka bir ülke toprağı oluyor), hem oda anahtarınız, hem kasa anahtarınız, hem kimlik belgeniz, hem debit (harcama) kartınız oluyor. İsterseniz geminin casinosunda da bu kartı kullanarak oyun oynayabiliyorsunuz. Turu satın aldığınızda ödediğiniz paranın içinde yalnızca konaklama ve yeme-içme değil, aynı zamanda sınırsız oda servisi de var. Dahası, bir haftanızı geçireceğiniz gemide size hizmet eden tüm personel için tek tek bahşiş düşünmenize gerek de yok, çünkü bu paranın içinde bahşiş bile var. Kısacası, eğer kumar oynamayacaksanız, gemi kuaföründen yararlanmayacaksanız, gemi içindeki mağazalardan alışveriş yapmayacaksanız bir hafta boyunca elinizi cebinize sokmanız gerekmeyecektir.
Büyük ve prestijli gemi firmalarının gemileri inanılmayacak derecede konforlu ve temiz. Odalar çok şık ve çok rahat. Her keseye göre oda çeşitleri de mevcut. Odalarda bir hafta boyunca rahat etmenizi sağlayacak donanım en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş. Bir de kapınızda her an size hizmet etmek için bekleyen bir görevli var. Günde 4, 5 defa odanızı topluyor, duş perdesine varıncaya kadar her şeyi değiştiriyor. İhtiyacınız olmadığında sizi rahatsız etmiyor ama ihtiyaç duyduğunuzda hemen kapının dışında oluyor.
Çeşit çeşit restoranlar, barlar, mağazalar, oyun ve eğlence kulüpleri, her yaş grubuna uygun vakit geçirme seçenekleri ile bir an bile sıkılmadığınız, en ufak bir sorun yaşamadığınız bu cruiselar sizi memnun etmek için birbirleriyle yarışan insanlarla dolu. Akşam yemeklerinde, dünyanın en iyi şeflerinin elinden çıkan harika yemekler ve tatlılar, Karayiplere özgü meyve ve içkiler, şık salonlarda, dünyanın en neşeli garsonları tarafından servis ediliyorlar. Akşam yemeğinden sonra amfitiyatroda, havuz başlarında, diskolarda ya da geminin çeşitli yerlerine dağılmış mekanlarda zevkinize, modunuza göre bir eğlence mutlaka var. Ama odanızdan çıkmayı istemezseniz de yemeğinizi odanızın balkonunda, geminiz okyanusta ilerlerken, bembeyaz dalgalara bakarak da alabilirsiniz tabii.
Ertesi sabah gemi programdaki adaya ya da anakaraya yanaşırken o ilk izlenim ve o bilinmeyene karşı duyulan heyecanı size yaşatacak başka bir tatil biçimi düşünemiyorum. Programdaki adayla ilgili geniş bilgi, gerek televizyondan, gerek odaya bırakılan broşür ve bilgilendirme yazıları ile bir gece önceden mutlaka veriliyor. Yani, o gün o adada ne yapmak istediğinize bir önceki gece karar vermiş oluyorsunuz. Ancak plan yapmak istemiyorsanız, sadece gemiden inip, avare avare adayı dolaşmak, beğendiğiniz yerde denize girmek, alışveriş yapmak, hiç görmediğiniz hayvanlarla karşılaşmak, ananası, muzu, mangoyu dalından koparmak, kısacası spontan yaşamak da çok zevkli. Gemiden satılan ekstra turların bazılarını alıp bazılarını da -güvenlik sorunu olmayan adalarda- kendi başınıza çok daha ucuza yapabiliyorsunuz. Adadaki güvenlik durumu size gemiden inmeden önce bildiriliyor. Adaların çoğunda da endişelenecek bir durum yok zaten.
Amerikan Virgin Islands, Bahamalar, Bermuda, St Lucia, Cayman, Puerto Rico, Dominica, St Martin, Barbados, St Thomas gibi 7000den fazla ada, Karayip denizinde inci gibi dizilmişler. Her biri diğerinden öyle farklı ki adrenalininiz hiç düşmüyor. Birinde yağmur ormanları arasında yüzlerce yıl önce neslinin tükendiğini sandığınız yerliler çıkıyor karşınıza, diğerinde ise aktif bir yanardağ krateri üzerinde cayır cayır yanan toprakta yürüyorsunuz. Birinde mercanların arasında saatlerce dolaşıp kendinizi kaybederken diğerinde pudra beyazı kumlarda yuvarlanıyorsunuz. İşte favorilerim;
Kanunsuz Huzur: Puerto Rico
A.B.D.’ne bağlı ama içişlerinde özerk bir ülke. Bu şöyle bir şey; halk Amerikan vatandaşı ancak Amerikan halkı değil. Zaten başkan seçiminde oy hakları yokmuş. Başkent San Juan plajları,yağmur ormanları, her köşede sıralanmış puro satıcıları ve çok önem verdikleri güzellik yarışmaları ile kalmış aklımda. Nedense Porto Riko demek suç demek diye bir önyargı edinmişim. Gerçekten de suç oranı düşük değilmiş. Ancak San Juan kadar huzurlu hissettiğim yer de pek az olmuştur. Eski şehir çok güzel ve otantik ama oteller çok eski ve bakımsız kalmışlar. Şöyle bir yürüyerek tüm şehri yarım günde gezmek mümkün ama zaman sınırlıysa plajlara öncelik verilmeli. Adı ‘Zengin Liman’anlamına geliyor ama sanki özellikle fakir bırakılmış gibi bir hali var buranın. İyi pazarlanmıyor. Al Yuque denen yağmur ormanlarında saatlerce yürümeden, şelalenin döküldüğü gölde yüzmeden, pırıl pırıl kumsalın ötesinde uzanan hindistan cevizi ağaçlarının kartpostal gibi görüntüsünü görmeden o güzelliği hayal etmek zor. Ama ne yazık ki iyi pazarlanmıyor. Tabii muhtemelen bu bilinçli bir politikadır. Çünkü orada nikelin, bakırın yanı sıra bir şey daha var; petrol.
San Juan’dan puro ve duvar resimleri alınmalı. Hiçbir yerde tadamayacağınız o acayip, o tapılası, o her biri bir sanat eseri olan yemekleri tadılmalı. Bir de tropik meyvelerin tadı çıkarılmalı. Ama dikkat! Ülkeden çıkarken yanınızda meyve, tohum, hatta meyve çekirdeği bile bulunmamalı, cezası çok ağır bir suç bu.
Cruiselar Cumartesi sabaha karşı San Juan Limanına yanaşıyorlar. Anlatılamayacak kadar enteresan bir görüntü. Sanki bir kaç tane ada denizin ortasından gelip San Juan’a yapışıyor ve şehir gittikçe büyüyor gibi. Sonra kapılar açılıyor ve içerden yolcular bir insan seli gibi akıyorlar. Aynı saatlerde gemi temizleniyor, ikmallerini yapıyor ve yolcular eşsiz bir intizam içinde gemiye biniyorlar. Akşam üzerine doğru gemiler Karayip Denizinde yol almaya başlıyorlar. San Juan’a yakın Amerikan Virgin Adaları’ndan St. Thomas’a sabah saat 07.00 civarı yanaşan gemilerden deli gibi koşarak inen binlerce maceracı seyyah, bu ilk adada fazla da şaşırmıyorlar. Çünkü Amerika’nın elinin uzandığı heryer gibi burası da son derece modern ve şık. Büyük mağazalardan oluşan kompleks daha limanın hemen çıkışında içine alıyor sizi. Ama ben tropik bir ada görmek, o resimlerde gördüğüm yağmur ormanlarında Karayip Korsanları gibi dolaşmak istiyordum diyenlerdenseniz bir sonraki adaya kadar beklemelisiniz.
St. Thomas
St. Thomas, Kristof Kolomb tarafından keşfedilmiş bir ada. Karib yerlileri -yani bu toprakların asıl sahipleri- tarafından sahiplenilmiş ancak tarih boyunca el değiştirmiş. Aslında Karayip denizindeki hemen hemen tüm adaların kaderi aynı yazılmış. Kapanın elinde kalmış, sömürülmüşler. St. Thomas da 1670 de Danimarkalıların eline geçmiş ve onlar sayesinde de çok önemli bir şekerkamışı üretim ve ticaret merkezi olmuş. A.B.D. 1917de adayı satın almış ve halka vatandaşlık hakkı tanımış. Diğer Amerikan Virgin adaları St Croix ve St John’a göre daha popüler, daha turistik olan adada 125.000 civarında insan yaşıyor. Kendisi küçük ama ekonomisi büyük adada alışveriş yapmak, sonra da bir taksi tutup başkent Charlotte Amelie’nin kristal suları ve bembeyaz kumlu plajlarını gezmek gününüzü dolduruyor. Magen’s Bay adanın en güzel plajı. İsterseniz tüm gününüzü burada güneşlenip pinacoladanızı yudumlayarak tropik adanın keyfini çıkararak geçirebilirsiniz.
Gemilerde 2000-2500 yolcu, 1000-1500 civarında da personel oluyor. Geminin limandan ayrılış saati, hem geceden, hem de sabah gemiden inerken size bildiriliyor. O saatte gemide olmazsanız gemi sizi beklemiyor ve saati dolunca limandan ayrılıyor. Adalar öyle güzel ki istisnasız hepsinde zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz. Genellikle akşam telaşla gemiye yetişiyorsunuz ancak bu zor olmuyor çünkü adalar çok küçük. Bir çoğunda da adanın neresine giderseniz gidin yüksekçe bir yere çıktığınızda geminizi limanda görebiliyorsunuz. Saat farkları da hiç önem taşımıyor çünkü aslolan geminin saati oluyor.
Pirates of the Caribbean: Dominica
Johnny Depp malum filmi çevirmek için buraya geldiğinde aşık olmuş ve Hollywood haberlerine göre adanın tamamını, buradaki halkın söylediğine göre de ‘büyükçe bir arsayı’ satın almış. Hayatınızda bu kadar çok çeşitli ağacı, bitkiyi, tropik meyveyi bir arada hiç bir yerde göremezsiniz. Adanın tamamı yağmur ormanından oluşuyor. Yani başka hiç bir şey yok, tüm ada orman. Bu yağmur ormanı denen şey de bildiğiniz ormana benzemiyor. Her taşın arasından minik bir şelale akıyor, her ağaçtan bir tropik meyve sarkıyor, toprak ıslak, ağaçlar ıslak, hava ıslak. Gökyüzü hiç gözükmüyor. Ağaçların bazılarının yaprakları o kadar büyük ki insan şaşırıyor. Göğe uzanan çeşit çeşit ve son derece sık ağaçların arasında yürümek çok zor ama çok heyecanlı. İnsan kendisini gerçekten de ‘Lost’ hissediyor.Acayip canlılar, sürüngenler, rengarenk böcekler insanı hayretler içinde bırakıyor. Gerçek bir Karib kabilesi ormanda yaşıyor. Tabii ki bir çok açıdan modernize olmalarına rağmen yaşadıkları yerler, yemekleri, yemeklerini pişirme tarzları hala ilkel. Çok ama çok ilkel. Bu ilkellik insana çok gerçek ve çok eşsiz görünüyor. Bir yerli size hindistancevizinden yapılma, ve ormanda yakılan ateşin üzerine konulmuş tenekede pişirilen, malzemesi ve pişirilme şekli yüzlerce yıldır hiç değişmemiş ve modernleşmemiş ekmeği pişirip verdiğinde o ekmeğin tadına doyamıyorsunuz.
Dominica’ya gemiden bakın. Dominica’ya karadan bakın. Bol bol resim çekip her karesini kafanıza kazıyın. Çünkü Dominica dünya üzerinde ‘gerçek’ kalmış, ‘sahici’ kalmış az sayıdaki yerlerden biri. Bozulmadan, yok olmadan, ölmeden görülmesi gereken bir ada.
(Not: Bu yazı yayınlanmadan kısa bir süre önce aldığım habere göre Dominica, Cruise tur programlarından çıkarılmış. Böyle bir cenneti göremeyecekler için üzücü ama adanın bozulmadan kalması açısından da sevindirici.)
Powdery Sand: Barbados
Alize rüzgarlarınınn etkisi ile hep sıcak, hep yeşil bir ada. Hiç bir şey yapmadan ve düşünmeden o bembeyaz pudra kumlarda yatıp, sıcakladıkça denize girip, bol bol tropik meyve ve denizden çıkan her türlü şeyi yemekten başka hiçbir şey yapmaya gerek olmayan, insanın ruhunu dinginleştiren bir yer. Hani o bilindik hikayedeki gibi insanın ruhu bazen geride kalır da bedeni hızla gider, beden ve ruh bir türlü buluşamaz. İkisinin buluşması için durup dinlenmek gerekir. İşte burası, bunu yapabileceğiniz bir yer, acelesiz ve telaşsızca ‘durup’ ruhunuzu bekleyebileceğiniz bir dünya köşesi.
Tanıtım resimlerinde fotoşoplu gösterilen yerlerden değil, buna ihtiyacı da yok. Pembe, beyaz kumlu sahiller, açık mavi, şıkır şıkır bir deniz, arka planda tropik ağaçlar. Üzerlerinde meyveleriyle davetkar. Sessiz, huzurlu. Adanın her tarafı eşsiz plajlara sahip ama en güzellerinden biri Sandy Lane Otel’in yanındaki, kumu un kıvamında olan plaj. Kumun üzerinde sadece 1 saat uzanmak, gözlerinizi kapatıp yumuşacık kumsalı, ormandan esen hafif rüzgarla gelen tropik ağaçların ve meyvelerin kokusunu hissetmek insana bir yılın yorgunluğunu unutturuyor, tüm zihninizi sıfırlıyor.
Barbados’ta denizin üstü kadar altı da muhteşem güzellikleri barındırıyor. Dalmak için ideal yerlere gidebileceğiniz katamaran turları gemide pazarlanıyor ancak eğer gemideki turlarda almazsanız, adada bu tip organizasyonlar satan pek çok kişi daha limanda sizi buluyor. Pazarlık yaparak çok ekonomik bir fiyata alabileceğiniz bu turlarda dünya üzerindeki her şeyi size unutturacak muhteşem deniz altı maceraları buluyorsunuz. Kapalı yer ya da dip korkunuz yoksa, gemide satılan denizaltı ile yapılan turu da mutlaka almalısınız. Puro fabrikalarını ziyaret edip orada çalışan kadınlarla sohbet etmeli, onlara iltifat ettiğinizde yüzlerinde oluşan ifadeyi görmeden, ne dünyalar ne hayatlar var diye düşünmeden, bazı şeyler için tekrar tekrar şükretmeden ayrılmamalı oradan. Bir de şehir turu yapıp başkent Bridgetown’ın güzel malikanelerini , yalılarını seyretmeli. Şehirde bizim Türk usulü dolmuşlarla ucuza gezebiliyorsunuz. Ana caddede sürekli dolmuşlar işliyor. İçlerinde bizdeki gibi kendisini rallide zanneden bir şoför ve bangır bangır Karayip ezgileri de var, hiç yabancılık çekmiyorsunuz.
Cruize seyahatlerinde yemeklerinizi genellikle gemide alıyorsunuz. Adalar genellikle çok küçük olduğundan yemeğe gemiye dönüp, sonra tekrar karaya çıkıyorsunuz. Ancak, buralara gelmişken yerel tatların keyfini çıkarmak, öğle yemeğinizi adada almak isterseniz, Karayiplerde özellikle deniz ürünleri ve Meksika yemekleri denenmeli. Bir de milli içecekleri pinacolada. Alışveriş içinse, her limanda yer alan, yine gemi şirketlerinin mülkiyetinde ve işletmeciliğinde bulunan alışveriş kompleksinden, rom, tekila, puro, Del Sol (Karayipler’in tekstil markası. Mağazada beyaz, güneşe çıktığınızda rengarenk olan t-shirtler, çantalar v.s.) ürünleri alabilirsiniz. Tohum, meyve vb. Ürünlerin adalardan çıkarılması yasaklanmış. Gemideki yolcular mücevher dükkanlarına çok rağbet ediyorlardı ama mücevherler düşük kalitede ve işçilikleri de düşük standartlarda gibiydi.
Yanardağ’ın Üzerinde Yürümek: St. Lucia
Üzerinde dumanı tüten bir yanardağ krateri üzerinde yürümüş müydünüz hiç? Karayip Denizi’nin ortasındaki bu minicik adada halen aktif, cayır cayır yanan bir volkan var. En son 1776 yılında patlayan volkan, halen buhar ve gaz çıkarmakta. Daha önce bir tur rehberi, bastığı toprağın çökmesi sonucu beline kadar sıcağa gömülmüş ve bu acı deneyimden sonra bölgenin büyük bir kısmına turist girişini yasaklamışlar. Yine de sıcacık toprağın üzerinde yürüyüp ayaklarınızın altında doğanın dehşetli gücünü hissedebileceğiniz genişçe bir yürüyüş parkurunu turistlerin emrine amade kılmışlar.Adanın tamamı volkanik ve dağlarla kaplı. Dağlardan çıkan akarsular, muhteşem görünüşleriyle dumanlarla kaplı Soufriere’den akarak denize ulaşıyorlar. Herhangi bir yüksek noktadan adanın neredeyse tamamını görüyorsunuz ve manzara kelimenin tam anlamıyla nefes kesici. Yemyeşil bir orman, tüm heybetiyle göğe yükselen iki devasa, sipsivri tepe, adanın her tarafında çağlayan köpük köpük şelaleler, mavinin her tonunu kendisinde toplamış bir deniz. Ve hepsinin üzerinde nazlı nazlı tüten bir duman. Adanın kumu simsiyah ancak mercanların renklerinin güzelliği anlatılamaz. Muhakkak bir dalış deneyimi yaşanmalı, mercanların arasındaki rengarenk dünyada saatler geçirilmeli.
Antigua and Barbuda
Yine Kristof Kolomb tarafından keşfedilmiş bu iki cennet parçası ada, tarih boyunca İngilizler, İspanyollar ve Fransızlar tarafından olabildiğince sömürülmüş, günümüzde de cruisecular tarafından sömürülmektedir. Adadaki şu tabela, bu sömürünün bir göstergesidir bana göre: “Burası nasıl olsa büyük ve medeni bir yer değil diyerek çöplerinizi atmayınız”. Nüfusunun yüzde doksan birini siyahların oluşturduğu adalarda pek çok yerli dili hâlâ konuşuluyor. Sanırım halkının, Karayip adaları içinde en çalışkan halk olmaları gibi bir özellikleri olduğundan, adalar içinde milli geliri en yüksek olanlardan, dahası ortalama yaşam yaşı en yüksek olan adalar işte bu iki ada. Turizm adanın en önemli gelir kaynağı ancak bununla birlikte ada halkı adaya en çok zararı turistlerin verdiğinden şikâyetçi. Diğer adalarda halkın dört gözle beklediği cruiselar bu adada çok da mutlu karşılanmıyorlar.
Kumunun güzelliği dillere destan olan bu iki adada plajlarda -( en güzelleri Sunset Lane ve Half Moon Bay) vakit geçirmenin yanı sıra, cip safarisi de çok keyifli. Çok keyifli iklimi olduğundan Karayip Adalarının içinde en güzel palmiyelerin yetiştiği yer burası. Ne yazık ki -çok ilkel bir yer olduğundan mıdır, halkın turistlerden fazlaca hazzetmemesinden midir bilmem- güvenlik sorunu olan adalar bu iki ada. Şehirde yürümek çok zevkli diyemem, hatta tehlikeli bile olabilir. Ancak sokak ressamlarının resimlerinden satın almak, bir de pinacoladasını tatmak için kısa da olsa bir yürüyüş yapılmalı derim.
St Kitts and Nevis
Evet dünyada böyle bir yer de var.Volkanik adayı bir tarafa bırakalım, denizin dibi inanılmaz güzelliklerle dolu olan, ormandan ve altın rengi kumdan oluşmuş bir cennet parçası daha. O kadar küçük ki iki tane cruise yanaştığında adada basacak yer kalmıyor ama denizin altı nefeskesici. St Kitts’in başkenti Bassetterre. Şehirde çok değişik Karayip lezzetlerini satın alıp ülkenize götürebileceğiniz Christopher adında bir dükkan var ki Karayip adalarında bu tip yerler bulmak gerçekten imkansız. Bir de Piranha Joe diye bir tekstil markaları var, başka bir yerde bulamayacağınız Karayip t-shirt, şort ve çantaları almak isteyenler için ideal.
Nevis ise St.Kitts’in kardeşi. Tek bir şehirden müteşekkil ve eğer rakam doğruysa yalnızca 1.500 kişi yaşıyor. Dünyanın en sessiz yeri herhalde Nevis. Bembeyaz kumlardan ve palmiye ağaçlarından başka hiçbir şeyin bulunmadığı, zaten hiçbir şeye de gerek duyulmayacak , mütevazi, sade bir güzellik.
Karayip Denizi’nde yer alan 7000 adanın tamamını görmek imkansız olsa da her bir adanın kendisine özgü, apayrı özelliklerinin olduğunu bilmek, her birinde yeni bir sürprizle karşılaşmak, bu seyahatleri heyecanlı ve ilginç kılıyor. Hollanda ile Fransa arasında ikiye bölünmüş ve Karayip ortasındaki Avrupa olan, uçakların, tarifsiz güzellikteki plajlarda güneşlenen insanların üzerinden sanki onlara değecekmiş gibi uçtuğu, sahilde lüks yatların eksik olmadığı ünlü St Martin adası, adını yasa dışı mevzular söz konusu olduğunda pek çok duyduğumuz, kumarın, lüks hayatın dibinin çıkarıldığı, ekşi sözlükte bir arkadaşın dediği gibi insan sayısı kadar şirketi olan Cayman Adaları, adında bizim adımız da geçtiği için rivayetler(buranın aslında Colomb tarafından değil de Türkler tarafından keşfedildiği ve Sultan Süleyman tarafından alındığı, Türk korsanların bu suları kontrol etmesi nedeniyle Türk sözcüğü ile korsan sözcüğünün özdeşleştirilerek aslında bir korsan devleti olan bu adaya atfedilmesi gibi) ürettiğimiz – nedense ‘Okyanusun ortasında bile varız’ şeklinde gururlandığımız-, (aslında belki de doğrudur, en ünlü yemekleri kukusmuş) adaya yazılan pek çok mektubun yanlışlıkla Türkiye’ye gelmesinden muzdarip, kambur balina ve yunusların cirit attığı, Turks and Caicos adası, kilometrelerce uzanan ipek kumlu kumsalları ile ünlü Bahamalar, Fransa’nın bir ili olan ve hatta para birimi EURO olan, tropik ormanlarla, volkanik kayaçlarla kaplı Martinique, dünyanın, kişi başına düşen gelirin en yüksek olduğu ülkesi olan (76.000 Doların üzerinde) adacık Bermuda, ve daha pek çok adalar Karayip Denizi’nde görülmesi bir ömre bedel yerler kuşkusuz.
Bunlara eklenecek Haiti,Grenada, Bonaire, Jamaika, Guadeloupe, Trinidad ve Tobago, Granada, Curacao, St.Croix ve niceleri, dahası, Orta Amerika’ya inildikçe, Meksika’ya, Honduras’a ait her biri ayrı bir dünya olan pek çok ada, imkânlar elverdiğince görülmesi, tatil ve balayı programlarına alınması gereken sıra dışı ve daha az turistik, daha çok otantik yerlerden.
Baharatlar, taze zencefil , soğan ve sarımsak. Bu dörtlü Karayip yemeklerinin olmazsa olmazları. Bir Karayipli hanım tarafından hazırlanmış, modernize edilmemiş gerçek lezzetleri , lüks bir adanın pahalı bir otelinin restoranında Karayip yemekleri adı altında sunulan değiştirilmiş -modifiye edilmiş- yemeklerinden yeğ tutarım. Moda deyimiyle ‘sunum’ aramaksızın sadece gözlerinizi kapatarak o lezzetin tadına varabilmek, çok basit gibi görünen bir mısır ekmeğinin bile içinde, ne olduğunu çözemediğini sürpriz tatlar hissetmek çok zevkli. Pirinç, mısır, tatlı patates her yemeğin yanında ‘side dish’ olarak yer alıyor.Ana yemek kavramı pek yok gibi. Sofraya kabuklu deniz ürünleri ya da balık muhakkak geliyor. Tavukla ya da iguana eti ile yapılmış bir başka sıcak yemek mutlaka oluyor. Bol miktarda tatlı-ekşi-baharatlı-zencefilli soslarla iyice harmanlanan bu etlerin ne eti olduğunu anlamanıza imkan olmuyor ancak lezzetleri tanımlamak için ‘tutkulu’ sıfatını kullanmak abartılı olmaz. Hindistan cevizi ile yapılan çok güzel bir ekmekleri, zencefille yapılan hafif bir biraları, jerk dedikleri, içine konulduğu en tatsız şeyi bile -mesela avokado- dayanılmaz bir lezzete dönüştüren bir baharat karışımları var. Tropik meyvelerinin her türlüsü , en güzeli, en tazesi, en bedavası, bu meyvelerle yapılan ve içine rom katılan kokteylleri, yemek ve içecekleri dişsiz ağızlarıyla kocaman gülümseyerek sunan insanları da var.
İnsana sonsuz bir enerji veren bu adalar, kendilerini çevreleyen deniz ve kumsalları, içinizde dans etme isteği uyandıran taptaze havası, ve tüm doğal güzelliklerinin yanında, modern hayatın ürünlerinden cruise sisteminin size bedeli mukabilinde sağladığı safariler, dalış, yürüyüş, tırmanış, katamaran, ATV vb. turları, binicilik, rafting, ve şu anda aklıma gelmeyen bir çok macerayı sunuyor. Her günün akşamında odanıza bırakılan aktivite programında, ertesi gün demirlenecek adada yapılacak en az 30 çeşit aktivite seçeneği sunuluyor ki bunlardan bazıları mutlaka yaşanması gereken deneyimler oluyor.
Karayiplerden ayrılmak gerçekten çok zor oluyor. O huzuru, o dingin ruhu hissetmek için dünya üzerinde başka bölgeler var mıdır acaba? Yoksa her şeyi boş verip, kimsenin uğramadığı bir adada, yemek denizden, meyve ağaçtan yaşamalı mı?
Yeni yerler görmek, yeni yerlerde buluşmak üzere.