İnsanların yaşamları boyunca asla kurtulamayacakları tuhaf etiketleri oluyor. Kişiler, çeşitli çıkmaz-tükenmez yaftalarıyla yaşayıp, hatta bu dünyadan göçtükten sonra bile aynı iliştirilmiş yaftalarıyla hatırlanıyor. Ölümünüzden sonra nasıl anılacağınızı düşündünüz mü hiç? Şahsen ben, nasıl anılacağımı bilememekle beraber nasıl anılmak istemediğimi iyi biliyorum : Mülkiyeli bir adam olarak.
Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunuyum. On yıl evvel okula girdim; beş yıl evvel mezun oldum ve ben, on yıldır rahatsızım; beş yıldır ise bu konuyla ilgili olarak sinirlerim ve ruh sağlığım olumsuz etkilenmekte. İstesem de istemesem de Mülkiyeliyim. Ayrıca doğrusunu söylemek gerekirse; bir zamanlar, yeni tanıştığım birileri okulumu sorduğunda, tüm diğer Mülkiyeliler gibi, fazla çekinmeden ve hatta ince bir -karşı konulamaz- gurur ve böbürlenme ile söylerdim okulumu. Siyasal Mezunu Olmak (SMO) şimdiki kadar sıkıntı vermiyordu bana. 1996 mezunu olduğuma, aradan 5 yıl geçtiğine ve halen “adam gibi bir iş” bulamadığıma göre, bitirdiğim fakülteyi yeni tanışılan ortamlarda (YTO: Bkz. Nisan ayı yazısı) eskisi kadar net ve yüksek bir sesle söyleyemez oldum. Keza durumumu öğrenenlerin şaşkın klişe cümlelerine dayanmak çok zor gelmeye başladı bana: “Hayret yani, oysa ki Siyasallıları kaparlar…Sen niye giremedin ki….çok enteresan ….” benzeri cümleler benim için çok ciddi bir rahatsızlık unsuru. Merkez Bankası’nda, Hazine Müsteşarlığı’nda, SPK’da veya sayısız bankadan birinde çalışmıyor olmak (yani eleme sınavlarında başarısız olmak) karşımdakileri o kadar şaşırtıyor ki, neredeyse bu konuda teselli edilme ihtiyacı hissettirenler bile olabiliyor: “Boşverin beyefendi, üzmeyin kendinizi; 30 yaşından sonra kamu sektöründe iş bulamasam bile bakarsınız özel sektörde bir şeyler denk gelir, hani olur ya…, kamuda alımlar da durduruldu hem bak, kimse işe giremiyor artık sadece ben değil, …….., hadi üzmeyin artık kendinizi, toparlanın, hadi” diyesim geliyor kimilerine.
İnsanların, koca yıl boyu çalışan öğrencinin 3,5 saatlik performansının değerlendirildiği ve nice haksızlıklara yol açan üniversite seçme sınavlarına göre -biraz da günlük havaya ve sağlık durumuna bağlı olarak- bir okulda okumaya hak kazanmaları ve bu kazanımları ile yaşam boyu, övünmeleri, gururlanmaları hatta böbürlenmeleri bana çok dehşet verici geliyor. Bütün olan biten insanların, bir takım test sorularına belli sayıda doğru yanıt vererek -çoğunluğunun da şaşırtıcı bir biçimde- bir yüksek okula devam etmeye hak kazanmış olmaları. Hatta bu şaşırtıcı gelişmeler okul sonrası iş ve meslek sınavlarında da sürmekte olup, bir çok yeteneksiz ve renksiz Mülkiyeli, ezber kabiliyetleri veya torpil portföylerinin desteğiyle önemli noktalarda görev almaktadırlar. Sonuçlarını da maalesef milletçe görmekteyiz. Ben, yeni neslin içinde yer almış ve onlarla aynı derslikleri, yemekhaneyi, fotokopicileri, asistanları, çaycıları, profesörleri paylaşmış biri olarak çekinmeden söyleyebilirim ki bu kadar içeriği boş ve anlamı olmayan bir ruh görmedim : MÜLKİYELİLİK RUHU. Mülkiyeli, başarılıdır her şeyden önce, zekidir, pratiktir, mağrurdur, vatanperverdir, (“önce Mülkiye sonra Türkiye” sözü ne kadar talihsiz ve zavallı bir deyimdir) ve bilmem daha bir sürü bir şeydir. Hiçbirine katılmıyorum. SMO bu kadar önemsenmemelidir, ciddiye alınmamalıdır.
Mülkiyeliler Birliği’nin Konur Sokak’taki lokalinden de hoşlanmam. Ne zaman kafamı uzatıp giriş kata bir göz atsam, taze mezun Mülkiyeliler görüveririm öbek, öbek. Kapıdaki kaba görevlilerle başlayan iticilik, içerdeki güruh ile son halini alır. Tamamı işten henüz çıkıp kendini atmıştır sevgili lokallerine ve yine tamamı takım elbiseli olan bu adamların çok büyük bir çoğunluğuna da takım elbiseleri yakışmaz. Okul hayatı boyunca hayallerini süsleyen o kutsanmış an gelmiştir artık; hepsi işini gücünü oturtturmuş ve bir “ŞEY” olmuştur. Hatta, aralarında keskin “Aşağı Kantin Sosyalistlerini” de görebilirsiniz. Yıllarca muhalefet bayrağı açtıkları devletlerinin uyuz masalarında pineklemek rahatsız edici değildir, onlar için. Haydi Siyasal’daki “cikslerin” konuşlandığı yukarı kantine takılanlar yine neyse, en azından tavırlarıyla edimleri arasında mide bulandırıcı çelişkiler yok; ama diğerlerinin durumu ümitsiz bence. Bu, “ŞEY” olmuş, Mülkiyeliler Birliği lokalinde sürüler halindeki adamların, kadınların yüzlerindeki, iş ve paraya sahip olmuş ve başarmış birey sevindiriği ifadesinin kaybolması için minimum 5 yıl geçmelidir ki, benim sınıf arkadaşlarım, bu anlamda henüz yeni, yeni kendilerine gelebilmişlerdir.
Okuyageldiğiniz üzere midemi altüst eden bir konudur SMO. Ne kadar kaçmaya, sıyrılmaya çalışsam, bir yerlerden: “Siyasallı adamsın, şu iş sınavlarını mı halledemiyeceksin!” gibi bir cümle ister istemez geliyor kulağıma. Ya da iş mülakatlarında, mülakat yapanlar arasında orta yaşlı bir siyasallı varsa, açılan söz üzerine duygulu ve nostaljik bir Mülkiyeli öğrencilik günleri ortamı oluşuveriyor. “X” Kahvesi yerinde mi ? ; fotokopici bay “Y” orda mı hala ? ( bu soruyu benim kuşağım Mülkiyeliler, zamanı gelince fotokopici Derviş orda mı diye soracaklardır eminim… Çünkü, hemen herkes, ilkokul mezunu Derviş Efendi’nin öğrencilere tutturduğu ders notları ve de sınavlar öncesinde vermiş olduğu tavsiyelerle sınavlardan geçmiştir… ) gibi sorulara muhatap olup, cevapsız bırakmak da mümkün olamayacağı için, içli ve sadık bir Mülkiyeliyi oynamak zorunda kaldığım kimi anları da sıkıntıyla anıyorum. Bari mülakatlarda başarılı olabilseydim bu sıkıntının karşılığında…..
Hiçbir zaman sevemediğim ve ısınamadığım ve de şu anda hiç özlemediğim Ankara Siyasal Bil. Fak.’den 6 ay geç mezun olmama neden olan Prof. Dr. Yahya Sezai Tezel’in, aklımda kaldığı kadarıyla, şu sözü kayda değerdir: “Türkiye’nin, gelir dağılımındaki bozukluğuyla, düşüremediği enflasyonuyla, çalkantılı siyasi hayatıyla, basiretsiz iç ve dış politikasıyla, başına ne geldiyse Mülkiyeliler’den gelmiştir ve sırf bu nedenle Mülkiyeli olmak (SMO) gurur değil utanç vesilesi olabilir ancak…” Katılmamak mümkün değil cidden. Gurur duyulacak bir taraf görebilen varsa bana lütfen gerekçelerini belirtir bir e-posta yollasın. Vatanperver Mülkiyeliler’in bir de Mülkiye marşları var: “Ey vatan göz yaşların dinsin yetiştik çünkü biz”…Kim nereye yetişiyor? İşkenceyi savunan, katilleri koruyan politikacı Mülkiyeliler mi? Ya da önemli adamların danışmanı, koltuk yardımcısı ve akıl hocaları olan, rüzgarın esme konumuna göre mevzilenen Mülkiyeliler mi? Bürokrat Mülkiyeliler mi ? Bahçe koruyucusu, medya gülü, haberci, gazeteci Mülkiyeliler mi ? Devlet koltuklarında oturup çay içen, miskin türküler mırıldanan, arada bir Mülkiyeler Birliği’ne inen, memuriyet baldıranını iştahla içmiş Mülkiyeliler mi? Tek derdi bir üste terfi etmek olan ve yaşamının tamamını işine, kariyerine vakfetmiş hırslı ve kaybetmemeye programlanmış Yuppie Mülkiyeliler mi yetişecek gözyaşları içindeki vatanın yardımına….Vatan ne diyor acaba bu işe ? Kimse sordu mu vatanın düşüncesini yıllardır ? “Şu Mülkiyeliler olmasa sorun yok ama adamlar gözyaşımı silmek üzere gelip gözümü çıkartıp gidiyorlar, çıkacak gözüm de kalmadı ayrıca…..” demesi sürpriz olur mu ey vatanın…
İşin doğrusu, artık eskisi kadar katı bir bağlılık söz konusu değil siyasallılar içerisinde. Eski kuşak Mülkiyeliler ise birbirlerini şimdikilerden daha çok tutuyorlardı. Bugünkü kopmadan ve eski dayanışmanın kalmamış olmasından rahatsız olduklarını ve hayal kırıklığı yaşadıklarını düşünüyorum. Belki de birbirlerini tutmasalardı, birbirlerine dayanmasalardı kolayca çıktıkları merdivenleri ya hiç çıkamayacaklardı ya da orada demirbaş konumunda kalamayacaklardı. İçten içe bunu farkındalar mı ya da bu konuda kafalarını yorarlar mı bilmiyorum ama hiç ihtimal vermiyorum. Ölünce Mülkiyeli olarak anılmamak dileğimin yanı sıra Mülkiyelilere olan düşkünlüğün, Mülkiyelilik dayanışmasının, anlamsız gururunun sona ermesi, bir fakülteye bağlı olmadan dolayı yaşanılan onurun herhangi bir yüksek okul mezununun yaşadığından ne az ne de çok olmasını dilerim … Ne de daha fazla önemsenmesini ve hayranlık duyulmasını.