Deli Gönül Hangi Dala Konarsın

Sözleri Âşık Ekberî’ye (Ali Ekber Gülbaş) ait Malatya, Arguvan türküsü…

Geç de olsa kendini bulan âşık, bir iç hesaplaşma eşiğindedir. Şimdiye dek kendine söylemesi gerekenleri söyler. “Deli gönül hangi dala konarsın?” diyerek konacak bir dalın kalmadığını vurgular.

Deli gönül hangi dala konarsın
Senin tutunacak dalın mı kaldı
Ahu feryad ile niçin yanarsın
Şu dünyada senin malın mı kaldı

Yerin yok yurdun yok nerde kalırsın
Her yüze güleni dostun sanırsın
Bunca derdi sen üstüne alırsın
Dert çekecek senin halin mi kaldı

Felek seni gafletinden uyuttu
Eşin dostun ne varısa unuttu
Esti sam yelleri gülün kuruttu
Bülbüller ötecek gülün mü kaldı

Ateşlere yanan ey dertli Ekber
Bu dünyanın sonu yalanmış meğer
Bir yârin var idi almış yad eller
Candan başka senin varın mı kaldı

Gönül bülbül olmuş, bülbül gönül… Artık ötme, gerçekleri bir bir dökme zamanı… Âşık da bunu yapar. Bülbül olur, bir iç yolculuğa çıkar. Dünyada hiçbir şeyi olmayandır artık, her şeyini yitirmiş bir yalnız…

Anadolu’da insan sevdiğine “Ölem” der, “Gadanı alam.” der, “Anan öle.” der. Âşığın bu cümlelerden birini söyleyecek kimsesi yok. Bülbül var da gül hani? Yok! Bağ yok, bahçe yok… Tutunacak kimse yok. Kimse kimsesi değil.

Acılar içinde kıvranan âşık, güç bir şeye, duymak istemediği gerçeklerle yüzleşmeye kalkışır. “Bir insanın en büyük korkusu, kendi içindeki karanlığıyla yüzleşmektir.” düşüncesiyle kurbanı oynamadan karanlığına dalar.

Bu ağır eylem, büyük bir gücün, bir dönüşümün sağlam adımıdır. İçini dökeceği bir dost, konacağı bir dalı bile yokken bu, takdir edilesi bir iç hesaplaşmanın, derindeki bilinçaltını çözebilmenin korkusuzluğunu oluşturur.

Bu ağır girişimde halsiz, perişandır âşık; nerede kalacağını bilemez. Her yan çaresizlik… Elini nereye atsa yeşilsiz, kurak, ilkyazlar yanmış… Her yüzüne güleni dost sanma yanılgısı ateş olur, yakar içini. Oysa dostlarının derdini kendi derdi bilip koşmuştur onlara. Hep yanlarında olmuştur.

Dosttan kötülük gelmez, diye düşünerek her yalana inanan âşık, kötü günde en yakınının bile uzaklaştığını görünce yıkılır. O, artık yok sayılmanın, her şeye yabancılaşmanın piridir.

Yaşama sevinci veren gülünü eller almışken ötmesinin ana nedeni de yok olur. Gül yoksa bülbül de yok.
Türküler, yalnızca aşkı değil; toplumsal bozuklukları, soysuz insanları, vefasızlığı da anlatır. Salt aşk temalı şarkıların karşı tezidir bu türkü. Yaşama, insana yenik düşmüş âşığın -ne denli kötü durumda olursa olsun- yaşadıklarından çıkaracağı bir ders olmalı. Nesne olarak yaşanmaz.

Âşık, içine yol almalı ve “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var.” deyip karanlığından arınmalı. Güç ama olanaksız değil.

“Gerçek yüzleşme, değişim ve dönüşüm dibe vurmadan gerçekleşemez.” (Rollo May)

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.