
İlk basımı 2025 Ocak’ta İş Bankası Yayınları tarafından yapılan Lu Xun’un kısa romanı Ah Q’nun Gerçek Hikâyesi’ni Giray Fidan, Çile Maden Kalkan, Aylin Yılmaz Şaşmaz çevirmiş. Deniz Resul’ün editör, Birol Bayram’ın görsel yönetmen olarak yer aldığı kitabın düzeltisini Mustafa Aydın yapmış.
Kitapta orijinali 1921’de yayımlanan Ah Q’nun Gerçek Hikâyesi ile 1918 yılında yayımlanan Bir Delinin Günlüğü yer alıyor. Sanırım bu haliyle kitap biraz kısa kalacağı için sonuna bir de öykü eklenmiş.
Ah Q’nun Gerçek Hikâyesi için tür olarak “kısa roman” denebilir. Batıda bu tür altmış, yetmiş sayfalık kitaplar için “novella” terimi kullanılıyor. “Novella”nın ana ölçütü sözcük sayısı: Romandan kısa, öyküden uzun. Ancak genellikle “novella”larda metnin yapısal özellikleri de “iki arada bir derede” kalıyor. Karakterler, roman kadar olmasa da bir öyküye göre daha derin işlenmiş, birbiriyle ilişkilendirilmiş oluyor. “Novella”, öyküye göre genellikle daha geniş bir zaman diliminde gelişen olayları içeriyor ancak tarihsel bir roman kadar kapsamlı da değil. Romana yaklaşan yönlerinden ötürü “novella” için uzun “öykü”dense “kısa roman” demek daha doğru. (Biraz fazla sevimli dursa da “novella” için “romancık” da uygun olabilir.) Novellalar çağımızın hızlı tüketme eğilimine çok uygun bir tür olmasına karşın Türkiye’de çok yaygın değil. “Yazacaksam şöyle adamakıllı bir şey yazayım” diye düşünüyorlar sanırım yazarlarımız.
Ah Q’nun Gerçek Hikâyesi kapağından çevirisine, sunuş yazısından düzeltisine kadar her yönüyle çok titiz bir çalışmanın ürünü.
Kitap, Giray Fidan’ın sunuş yazısı ile başlıyor. Sunuşta bir yandan Lu Xun ile onun yetiştiği toplumsal ortamı tanırken diğer yandan Çin’deki modernleşme hareketi ile çürümüş toplumsal yaşamın çatışmasına tanıklık ediyoruz. Giray Fidan’ın yazısı hem yazar hakkında bilgi almak hem de Ah Q’nun Gerçek Hikâyesi’ni doğru okuyabilmek için çok önemli bilgiler içeriyor. Kitabın sonuna kadar dipnotlarla verilen destek okur açısından çok değerli. Ben hikâyenin dipnotlarla fazla bölünmesinden pek hoşlanmasam da tanımadığım Lu Xun gibi bir yazar için bu bilgilerden çok yararlandım. Sunuşta yer alan bir paragraf ise ayrıca dikkatimi çekti. Toplumun bilinçlendirilmesiyle ilgili Lu Xun’un arkadaşına söyledikleri şöyle:
“Varsayalım ki penceresi olmayan, yok edilmesi imkânsız demir bir ev var. Bu evde kısa süre içinde havasızlıktan ölecekleri kesin, derin uykuda, çok sayıda insan bulunuyor. Ancak derin uykularında ölecekleri için acıyı hissetmeyecekler. Şimdi eğer sen, yüksek sesle haykırıp uykusu hafif olan birkaçını uyandırırsan, bu birkaç bahtsız kişi kaçınılmaz ölümlerinin acısını yaşayacaktır. Sen onlara iyilik yaptığını mı düşünüyorsun?”
Ancak Giray Fidan bu yazısına karşın Lu Xun’un uykudaki Çin toplumunu uyandırmak için avazı çıktığı kadar bağırmayı tercih ettiğini ekliyor.
1881-1936 arasında Mustafa Kemal ile benzer zamanlarda yaşadığını hatırlattıktan sonra Lu Xun’un Çin harflerini bırakıp Latin harflerine geçilmesini savunduğunu da ilginç bir anekdot olarak eklemekte yarar var.
Giray Fidan, Lu Xun’un Çin toplumunda eksik olduğunu belirttiği “sevgi”, “dürüstlük” gibi kavramları öne çıkarıp Çin toplumundaki “gerçeklerden kaçma” eğilimini eleştirdiğini belirtiyor. Ah Q’nun toplumda saygın bir yer edinmek için soyadını farklı söylemesi, kendine soylu, zengin bir ailedenmiş havası vermesi de Çin toplumunun gerçekler karşısındaki tutumunu gösteriyor.
Lu Xun’un geleneksel Çin toplumuna yönelik en sert eleştirisi toplumu oluşturan bireylerin gerçeklerle yüz yüze gelmektense kendi kendini kandırmaları. Kitapta Ah Q, kavgada yenilse bile zihninde kendini galip olarak görecek bir yol bulur. Bir temiz dayak yedikten sonra “Sonunda oğullar büyüklerine dayak da atmaya başladı, dünya nereye gidiyor belli değil” diye düşünerek memnuniyet duyar.
Bir başka sefer ise kendine dayak atanlara “Ben bir böceğim” diye seslenir. Dayağını yedikten sonra kendini aşağılama sanatında bir numara olduğunu düşünür. Cümleden “kendini aşağılama sanatı”nı atınca geriye “bir numara olmak” kalır. Ah Q, bir numara olduğuna inanarak mutlu oluyor. Lu Xun’a göre özeleştiriden yoksun bu tutum, Çin toplumunun ilerlemesindeki en büyük engellerden biri.
Lu Xun, geleneksel Çin toplumunun “kadın”a bakışını da eleştiriyor. Aşağıdaki iki alıntı modernleşme ile kadının rolünün yeniden ele alındığı bir dönemde geçmişte kalması gelen bir bakış açısını yansıtıyor:
“Sürekli ‘Kadın…’ diye düşünüp duruyordu. İşte kadın denen mahlukun insanoğlunun başına bela olduğunu bu örnekten bile anlayabiliriz.”
“Tam da otuzuna merdiven dayadığı, ‘ayaklarının üzerinde durması gereken’ yaşlarda, beklenmedik biçimde, genç bir rahibe tarafından kafasının bulandırılacağını kim öngörebilirdi ki! Bu hülyalı ruh hali Konfüçyüs’ün ahlak yasalarına uygun değildi. İşte bu yüzden kadınlar gerçekten de nefret edilesi yaratıklardır diyebiliriz.”
Lu Xun duru bir anlatıma sahip, kitaptaki az sayıda benzetmelerde bile bu duruluk göze çarpıyor: “Gördükleri, haziranda kar suyu içmiş gibi içini ferahlatmıştı.”
Ah Q, bir gün Efendi Zhao’nun evinde hizmetçi olarak çalışan Wu Ma’ya ahlaksız bir teklifte bulununca tüm köy tarafından dışlanır. Önce işsiz sonra aç kalan Ah Q, şehre gitmeye karar verir. Lu Xun, şehirde kazandığı kaynağı belirsiz parayla yeniden köydeki itibarını sağlayan Ah Q üzerinden Çin toplumundaki “paraya dayalı değer”ler sistemini eleştirir.
Lu Xun, sonraki bölümlerde devrimcilerin gücü ele geçirmesiyle güç sahiplerinin devrimcilere yanaşmasını aktarıyor. Zhao Ailesinde Xiucai ise değişen güçleri fark ederek hemen devrimcilerin arasına katılır. Herkesin devrimcilerden korkması üzerine Ah Q da devrimci olmaya karar verir ancak devrimcilerin baskın yapacağı gün uyuyakalarak onlara katılamaz. Lu Xun’dan çarpıcı bir hiciv örneği: Erken kalkanlar, devrimcilere katılabilirken uyuyakalanlar devrimin dışında kalır.
Sonraki bölümlerde devrimcilere yanaşmaya çalışan Ah Q, Zhao ailesinin soyulması olayına karışmamasına karşın tutuklanarak şehre götürülür. İdam edilmeden önce şehrin sokaklarında dolaştırılan Ah Q, bu olayı da bir onur gösterisine, bir zafere dönüştürmek için dolaştırılırken yüksek sesle opera söylemek ister ancak sözleri anımsayamaz. Roman şöyle biter: “Ayrıca nasıl da rezil bir idam mahkûmuydu o öyle? O kadar zaman sokaklarda dolaştırılmıştı ama ağzından tek bir opera dizesi bile çıkmamıştı! Onca zaman boşuna peşinden gitmişlerdi.”
Kitapta Ah Q’nun Gerçek Hikâyesi’nden sonra bir de öykü yer alıyor: Bir Delinin Günlüğü. Bir Delinin Günlüğü, eskiden kalma yamyamlık geleneğini eleştiriyor. Lu Xun artık geçmişte kalmış bir olay gibi ele alsa da ne acı ki bu kitap yazıldıktan kırk yıl sonra otuz altı milyon insanın öldüğü Büyük Çin Kıtlığı’nda pek çok yamyamlık vakası yaşanmıştı.
Lu Xun, insanların kendisini yiyeceği sanrısına kapılan bir kişinin paranoyak hallerini betimlerken “etini dişlerim” gibi deyimlerin bilinçaltındaki yamyamlığın yansımaları olarak yorumlaması çok ilginç. Bir delinin gözünden anlatılsa da Bir Delinin Günlüğü, Çin toplumu ile ilgili eleştirileri açısından ayağa yere basan çok güzel bir öykü.
Ah Q’nun Gerçek Hikâyesi, 2025’in en güzel kitaplarından biri. Okumadıysanız kaçırmayın. Giray Fidan ile kitabın diğer çevirmenleri Aylin Yılmaz Şaşmaz, Çile Maden Kalkan’a emeklerinden dolayı ne kadar teşekkür etsek az.
— 0 —
Kitaptaki Yazım Hataları ve Anlatım Bozuklukları
- “Yine de her zaman, sanki düşüncelerimde dolanan bir hayalet gibi, Ah Q’nun Biyografisi’ni yazma fikri sürekli aklımdaydı.-Sayfa 4: Cümledeki “her zaman” ile “sürekli”den biri fazla. “Sanki” ile “gibi” aynı anlamı taşıdıklarından, “sanki”den sonra “gibi”ye de gerek yok.
- “Kısa süre Zhao soyadını taşıyor gibi görünmüş olsa da sonraki gün mesele çok bulanık hale gelmişti.”-Sayfa 5: “Bulanık” yerine “karışık” veya “belirsiz” daha iyi olmaz mıydı?
- “Sonuçta, bun olaylar akşamüstü yaşandığı için …”-Sayfa 31: Sanırım “bu” yerine yanlışlıkla “bun” yazılmış.
- “Yine de çok güçlü söylentiler dolaşıyordu.”-Sayfa 48: “Güçlü” yerine “esaslı” daha iyi değil mi?
- “… sanki onu parçalamak istercesine …”- Sayfa 64: “Sanki” gereksiz. (“-cesine” eki zaten aynı anlamı veriyor.)

İlk yorum yapan olun