Gökyüzünde Nehirler Var / Elif Şafak

Elif Şafak’ın Gökyüzünde Nehirler Var romanı Ağustos 2025’te Doğan Kitap tarafından yayımlanmış. 546 sayfalık romanın çevirmeni Omca A.Korugan. Senem Kale’nin yayına hazırladığı romanın kapak uygulaması Gökçen Yanlı’ya, sayfa uygulaması ise Taylan Polat’a ait.

Elif Şafak romanlarını İngilizce yazıyor. V.Nabokov, J.Conrad, M.Kundera gibi pek çok yazar da anadili dışında başka dillerde yazmıştı. Kitabın orijinal dili ve çevirmeni açıkça belirtildikten sonra yazarın istediği dilde yazma özgürlüğüne saygı göstermek gerek. Yazarın anadilinde yazmaması bir eleştiri nedeni olmamalı.

Booker Finalisti mi?
Kitabın orijinali 2024 yılında yayımlanmış. Türkçe baskıda kapağın en üstünde “Booker Finalisti” yazıyor. Bu bilgi yanlış çünkü “Gökyüzünde Nehirler Var” Booker finalisti olmadı. Bildiğiniz gibi Booker Ödülü, Nobel Edebiyat Ödülü gibi yazara değil kitaba veriliyor. Yani siz Nobel Ödülü aldığınızda bunu bütün kitaplarınızda kullanabilirsiniz ama “Booker Finalisti” etiketini yalnızca Booker Ödülünü kazandığınız kitaba basmanız gerekir. Doğan Kitap’ın yaptığı etik açıdan uygun değil.

Booker Ödülü Finalisti

Bu aldatmacanın Türk okuruna özel olduğu da şuradan belli ki orijinal baskıda “Booker Ödülü Kısa Listesine Kalan Yazardan” yazıyor. Yani başka bir kitapla Booker Ödülü finalisti olduğu orijinal baskıda vurgulanırken Doğan Kitap, aynı bilgiyi bu kitap finale kalmış gibi yanıltıcı biçimde kullanmış. Keşke başka dillerdeki okurlara gösterilen saygı yazarın anadilindeki okurlara da gösterilseymiş. Bu hata Elif Şafak’ın da gözünden kaçmış olmalı.

Çoksatar kitapların kapak tasarımlarında veya arka kapak yazılarında bazı ortak yönler var. Kitaptaki her alan reklam panosu gibi düşünülüyor: Şu kadar dil, bu kadar ülke, bu kadar okuyucu… Bir de yorumlar var tabii: “Başyapıt”, “Öyle böyle değil”, “Yine on ikiden vurmuş.” türünden abartılı değerlendirmeler. Bu değerlendirmelerin içinde alçakgönüllü bir cümle aramak boşuna. Hepsi makineli tüfek gibi akla gelebilecek en üst perdeden övgüler saçıyor.

Ben tüm bu hengâme içinde kapağı yine de olabildiğince sade buldum. Yağmur damlalarının bir perde gibi örttüğü kapak, masal kitaplarını akla getirse de romandaki acılar hakkında bir ipucu vermiyor. Çoksatar raconu böyle olabilir. Ne de olsa günümüz insanı acılara duyarsız. Duyarsız demek bile yetmez, duyma isteği, dinleme tahammülü yok. Mutluluk reçetelerini her şeye yeğliyor.

Kurgu ve Romandaki Ana Karakterler
Gökyüzünde Nehirler Var” iç içe geçmiş öykülerden oluşuyor. On dokuzuncu yüzyıldan günümüze uzanan üç farklı kişinin çevresinde gelişiyor olaylar. Elif Şafak çok katmanlı bir roman kurgulamış. Bu katmanlardan en kapsayıcı olanı “su”. Uygarlık tarihi boyunca yaşamın biricik kaynağı olan suyun peşinden gidiyor Şafak. Mezopotamya’daki iki büyük nehir arasında su damlalarını ve onların peşindeki insanları izliyoruz. Üç karakterden bir olan Arthur 1840’ta, Londra’da Thames nehrinin kıyısında dünyaya geliyor. Annesi lağım tünellerinde, atık derelerde değerli taş arayan yoksul bir kadın. İkinci ana karakter Narin 2005 doğumlu, Dicle’nin yakınındaki Irak’tan sürülmüş bir Ezidi köyünden. Üçüncü karakter Züleyha (1987 doğumlu) Londra’da yaşayan bir su bilimcisi (hidrolog). Üç karakterin de zorlu bir yaşamı var. Kaderlerinde göçmek var. Bu bazen tutkulu bir yolculuk, bazen bir sürgün, bazen de yaşamın getirdiği zorunluluktan.

Kitabın arka planında Ninova, Asurlular, tarihi eser sömürgeciliği, Gılgamış destanı, Ilısu Barajı, sular altında kalan Hasankeyf, ıslah çalışmaları ile yeraltına alınan dereler, plastik kirliliği, küresel ısınma, iklim değişikliği, göçmenlerin yaşadığı zorluklar, organ ticareti, tarih boyunca yaşanan Ezidi katliamları ve Ağustos 2014’te yaşanan Ezidi katliamı (73.Ferman) var. Elif Şafak’ın söylemek istediği o kadar çok şey var ki ne kitaba ne kurguya sığıyor. Elbette çağının tanığı bir yazar olarak hiçbirinden vazgeçememesi anlaşılabilir ancak roman açısından bakıldığında bu arka planı kurgulamak biraz güç oluyor.

Yine de Elif Şafak farklı tarihler, farklı olaylar ve farklı karakterlerin arasından tutarlı bir kurgu yaratabilmiş. Bu olayları bir sıraya sokup öykülerle birbirine bağlamak yaratıcı yazarlıktan çok bir mühendislik işi gibi. Genel olarak, olaylar gerçeğe uygun biçimde romana eklenerek birbiriyle ilişkilendirilmiş. Elbette bolca rastlantı da var ancak bu kadar çok değişken için kabul edilebilir düzeyde. Yalnızca 2005’li Narin’in anneannesinin anneannesi ile 1840’lı Arthur’un yakınlaşmalarında ufak bir matematiksel hata var gibi. Aradaki 165 yıl, özellikle de Narin’in annesinin erken yaşta öldüğü düşünülürse, kalan anneler için ellilere yaklaşan bir doğum yaşını gerektiriyor. Oysa biliyoruz ki köylerde anneler yirmi yaşlarından önce gebe kalıyor.

Romanın Ana “Mesele”si
Elif Şafak bir karakterden, tarihsel bir dönemden ya da şehirden değil bir “mesele”den (IŞİD’in Ezidi katliamı) yola çıkmış. Söylemek istediği çok şey var. Aslında romanı besleyecek güçlü bir kaynak olabilecekken ne yazık ki bu “mesele” romandaki karakterlerin de edebi kurgunun da önüne geçmiş. Karakterler doğal hallerinden çıkıp bu “mesele”nin gerektirdiği gibi konuşup hareket eder hale gelmişler.

Örneğin Arthur’un okul müdürünün masasında gördüğü Austen Henry Layard’ın Ninova ve Kalıntıları (Ezidilere ya da Şeytana Tapanlara Yapılan Bir Ziyaretin Hikâyesi) kitabını yorumlaması: “Ezidileri merak ediyorum. Gerçekten şeytana mı tapıyorlar, yoksa aslında olmadıkları bir şey sanılıp, yapmadıkları şeylerle mi suçlanıyorlar? Ben sanırım yanlış anlaşılmanın ve haksız muamele görmenin ne demek olduğunu biliyorum da.”

Bu aşırı duyarlılık ve sezgi yeteneği Arthur’a değil Elif Şafak’a ait. Okul çağındaki bir çocuğun üzerinde biraz iğreti duruyor.

Diğer karakter Narin, yaşanan zulmü ve Ezidilerin masumiyetini simgelemek üzere romanda yer alıyor. Doğumu, annesinin ölümü, hastalığı. Narin’le ilgili her ayrıntı bu umarsızlığı simgeliyor.

Romandaki karakterler, ana meseleye olan bağlarından ötürü sınırı aşamıyor, hata yapamıyor, doğruluktan ayrılamıyor ve okurun zihninde gerçek bir kişiye dönüşemiyorlar. Okur romandaki karakterleri yaşanan olaylardan bağımsız olarak gözünde canlandıramıyor. Sanki onlar gerçek kişi değil de Elif Şafak’ın görüşlerini aktarmak üzere romana yerleştirilmiş yapay karakterler. Elif Şafak görüşlerini karakterler üzerinden aktarmaya başladığında bu karakterlerle kendisi arasında koşut bazı özellikler olduğunu da düşünüyor insan. Çünkü ana karakterler Elif Şafak gibi göçmenlerin, yoksulların, vicdanın, merhametin, iyiliğin tarafındalar. Yazarın yarattığı tüm karakterlere kendinden bir parçayı koyması romanın genelinde bir tekdüzeliğe neden olsa da satır aralarında yazarın izini sürmek açısından bazı ipuçları da içeriyor: “(Arthur) din adına çok fazla nefrete ve kan dökülmesine tanık olmuştu. Bir yanı hâlâ yüce bir varlığa -evrenin bir Yaratıcısı ve ahlaki otoritenin bir kaynağı olduğuna- inanıyordu. Ancak daha büyük bir yanı, Tanrı’yla yollarının uzun zaman önce ayrıldığının farkındaydı.”

Romandaki karakterler Elif Şafak’ın öğretisini bize aktarırken bazen öğretmen gibi konuşuyor bazen de beylik sözler ediyorlar:

  • “En iyi öğrenciler, zorluk ve zulümle karşılaştıklarında bundan cömertlik ve şefkat çıkarabilenlerdir. Çektikleri acıları başkalarına yaşatmamayı seçenlerdir. Ve insan ne öğrenirse, mezarına da onu götürür yanında.” (Narin’in Anneannesi)
  • “Toprağı, havayı veya nehri asla kirletme. Ben bu yüzden hiç yere tükürmem… Öksürük tutarsa bir mendile öksürüp mendilini katlarsın. Dünya çöplerimizi atacağımız bir kap değil.” (Narin’in Anneannesi)
  • “Göçmenler, varoluşsal yorgunluktan ya da nihilist sıkıntıdan ölmez; fazla çalışmaktan ölülerdi.” (Anlatıcı)
  • “Ezidiler iyi insanlardır, hanımefendi, sizi temin ederim. Cömerttirler, naziktirler, geleneklerine bağlıdırlar ve çok da temizdirler.” (Arthur)

Metindeki Görsel Öğeler
Romanda insanı görsel olarak etkileyen bazı sahneler var. Asur Kralı Asurbanipal’in yer aldığı giriş bölümü, Arthur’un doğumu, Züleyha’nın Thames nehri üzerinde kiraladığı yüzen ev gibi. Bu bölümler yazılı bir metnin ötesine geçip insanın önüne canlı bir sahne getiriyor. Sanki bir filmin senaryosu olmak üzere yazılmışlar. Okurun zihninde görsel bir sahne canlandırmak elbette bir yazar için başarı ancak insanın aklına “Acaba Elif Şafak bu sahneleri bir film olabilme olasılığını düşünerek mi yazdı?” sorusunu da getiriyor.”

Ünlü yönetmen Theo Angelopoulos, Gideon Bachmann ile yaptığı bir röportajda “Aslında, senaryolarımı kitap olarak (edebiyat) yayınlayabilirsiniz.” diyor. Gökyüzünde Nehirler Var içinse tersi bir durum söz konusu.

Karakterlerdeki Cinsel Soğukluk
Romandaki yetişkin karakterlerin cinsellikle ilgili tutumları çok tuhaf. Arthur için “Tüm hayatını başka bir insana dokunmadan geçirebilirdi kolayca” diyor anlatıcı. Arthur, Mabel ile evlenince Mabel’ın da bu taraklarda bezi olmadığını öğreniyoruz: “Arthur ve Mabel’ın odaları ayrıydı ve Arthur’un evlilik görevlerini yerine getirmek için onu ayda iki kez ziyaret etmesi konusunda bir anlaşmaları vardı; günleri Mabel seçiyordu.”

Romanın diğer öyküsünde Züleyha eve kız arkadaşını çağırdığında bir yakınlaşma oluyor. Çift geceyi birlikte geçirmeye karar veriyor ancak yatakta el ele uyumanın ötesine geçmiyorlar.

Elif Şafak’ın yarattığı karakterler için tutkusuz demek doğru değil, pek çok konuda tutkuları var ancak ilişkilerinde cinsel boyut eksik. Kimsenin de umurunda değil bu durum. Belli ki Elif Şafak karakterlerinin tensel haz peşinde koşmasından pek hoşlanmıyor. Acaba romandaki ana meseleyi gölgede bırakacağını mı düşünüyor bu sahnelerin?

Deneyimlemek, Farkındalık, Binaenaleyh
Romanın son derece akıcı bir dili var ancak bazı sözcük seçimlerinde kolaya kaçılmış. İngilizcedeki “experience” sözcüğünün Türkçede farklı karşılıkları var: Yaşamak, görmek, denemek, maruz kalmak, tatmak, karşılaşmak, görüp geçirmek, başına gelmek, başından geçmek, ziyaret etmek, uğramak, tecrübe etmek vb. gibi. Cümlenin anlamına bakarak Türkçedeki karşılığını seçmek gerekiyor. Ancak çevirmen Omca Korugan her “experience” gördüğü yeri “deneyimlemek” olarak çevirmiş. “Deneyimlemek” reklam metinlerinde, kişisel gelişim kitaplarında kullanılan uyduruk bir sözcük. Bir diğer uyduruk sözcük ise “farkındalık”. Farkındalık sözcüğünü kullanmak yerine farkına varmak, fark etmek, ayrımsamak, ayırdına varmak, bilgilenmek, bilgili olmak, haberdar olmak, farkında olmak, anlamak, anlayış, bilinçlenmek, bilincinde olmak gibi, kullanılabilecek onlarca sözcük var. Siz başka dillerdeki sözcükleri tek bir sözcükle çevirdiğinizde Türkçedeki bu anlam çeşitliliğini yok etmiş oluyorsunuz. Dil kısırlaşıyor, anlam sığlaşıyor. Aşağıda bu iki “uyduruk” sözcüğün kullanıldığı cümleleri sıraladım. Her biri farklı anlamlar içeriyor ve Türkçede uygun karşılıkları var:

  • “Çocuk, hâlâ yapabiliyorken tam anlamıyla deneyimlemesin mi kutsal Laleş’i?”-Sayfa 57
  • “Şimdiye dek deneyimlediği dünyanın…”-Sayfa 113
  • “Böylesi içten gelen bir güveni daha önce hiç deneyimlememişti Arthur.”-Sayfa 309
  • “Ancak onu (Louvre Müzesi) yakından deneyimlemek, beklediğinden daha derin bir izlenim bıraktı üzerinde.”-Sayfa 310
  • “Hiçbir zaman hoş bir deneyim değildi, su bulmak.”-Sayfa 443
  • “Kendisini oyup şekillendirmiş olan deneyimi elinden bırakmaya henüz hazır olmayan bir mağaranın rüzgârın son izlerini derinliklerinde tutması gibi,”-Sayfa 484
  • “Londra’da çocukken deneyimlediklerine benzeyen yoğun ve kör edici bir sis Dicle’nin üzerine çökmüş,”-Sayfa 485
  • “Onlar, bir vatanı kaybetmenin acısını ilk deneyimleyenlerdir.”-Sayfa 500
  • “… Gılgamış, kaybı ve yenilgiyi deneyimlemiş ve alçakgönüllülüğü öğrenmişti.”-Sayfa 52
  • Bu farkındalık, Arthur’un elindeki göreve olan adanmışlığını daha da güçlendiriyordu.”-Sayfa 249
  • “Aniden acı bir farkındalıkla yüzleşen Arthur’un omuzları çöktü.”-Sayfa 212
  • “… beklenmedik bir şeyle karşılaştıklarının farkındalığıyla ikisi de gülümsedi.”-Sayfa 254
  • “Su arayıcılığı bir farkındalıktır.”-Sayfa 304
  • “Burası onun evi değildi ve hiçbir zaman da olmamıştı -hep hissettiği o tatsız farkındalık.”-Sayfa 530
  • “Çevresini seyrederken, kabaran bir hüzünle sarmalandığını hissetti Züleyha, bir şeylerin sona ermekte olduğuna dair keskin bir farkındalık hissiydi bu.”-Sayfa 538

Çevirmen “havalı” yeni sözcüklerin yanı sıra eskimiş sözcükler arasından da “havalı” bulduklarını sıklıkla kullanmış. Bir örnek vermek gerekirse, Arthur’un günlüğüne yazdığı ilk sözcük: “Binaenaleyh”. Ne yazık ki deneyimlemek, farkındalık, binaenaleyh gibi zorlama sözcükler dili çorba etmek dışında bir işe yaramıyor.

Eşanlamlı Sözcükler
Türkçe baskıdaki bir sorun da eşanlamlı sözcüklerle ilgili. Kabiliyet ile yetenek eşanlamlı. Kabiliyet Arapça, yetenek Türkçe. Aynı anlama gelen sözcükleri karışık olarak kullandığınızda ortaya daha renkli bir anlatım çıkmıyor. Anlamları aynı olduğundan metne bir katkısı olmadığı gibi okur açısından da özensiz bir görünüm yaratıyor. Örnekler: “Oldukça büyük bir kabiliyet…”, “Sen kayda değer bir yeteneğe ve takdire şayan bir zekâya sahip…”, “Yetenekli bir şifacıydı o.”, “Benim kabiliyetim anneanneminkinin yanında hiç kalır.”, “Ailemizdeki kadınların bazılarının bir kabiliyeti var.”, “Leyla Nine’nin yeteneklerinden…”.

73.Ferman ve Son Söz
Tüm bu eleştirilerin ardından şunu söylemek gerekiyor ki “Gökyüzünde Nehirler Var” yabana atılacak bir roman değil. Her şeyden önce bu metin iyi kalpli bir yazara ait. “Gökyüzünde Nehirler Var” her sayfasında yirmi birinci yüzyılın vicdanını taşıyor. Elif Şafak 73.Ferman denilen soykırımı merkezine alarak IŞİD zulmü altında yok edilmeye çalışılan Ezidilerin sesini getiriyor bize. Herkesin sırtını döndüğü bir katliama o yüzünü çeviriyor. Salma’nın -sonradan gerçek bir konuşma olduğunu öğrendiğimiz- sözlerini unutmak ne mümkün: “Keşke bizim kaderimiz de Halepçe’dekiler gibi olsaydı. Çok korkunç bir ölümdü ama kaybetmedikleri bir şey vardı, onurları. Keşke biz de Halepçe’de gazla öldürülseydik, daha az canımız yanardı.”

Bu sözlere ne yanıt verebiliriz ki? 2014’te yanı başımızdaki bir coğrafyada yaşayan bir insanın dileği Halepçe’deki gibi gazla öldürülmek mi olmalıydı? Gazze’dekilerin veya Türki cumhuriyetlerde yaşayanların sesini duyanlar neden Ezidileri duyamadılar acaba? İnançları farklı olduklarından ya da Kürtçe konuştuklarından mı?

Ben Elif Şafak’tan önce aynı konuyu işleyen, Dunya Mikhail’in “The Bird Tattoo” romanını okumuştum. O romanı da beğenmiştim. Ancak Elif Şafak’ın kalemi milyonlara ulaşıyor.

Genelde eleştiri yazarken başka yorumları okumuyorum ancak bu sefer merak ettim: Acaba okurlar “Gökyüzünde Nehirler Var”ı nasıl bulmuşlardı. Açıkçası yorumları okuyunca büyük bir düş kırıklığı yaşadım. Acaba aynı romanı mı okumuştuk? Kitabı okuyup da 73.Fermanı, IŞİD’in soykırımını fark edememiş olabilirler miydi? Kitapla ilgili yorumları okuyunca aklıma Nâzım’ın şu dizeleri geldi:

Bu gemi bir kara tabut.
Bu deniz bir ölü deniz.
İnsanlar ey, nerdesiniz?
Nerdesiniz?

Birkaç farklı yorumdaysa okurlar Züleyha ile Nen arasındaki eşcinsel yakınlaşmadan rahatsız olduklarını yazmışlar. İnanması güç. On bin kişinin inançları yüzünden vahşice öldürülmesinden rahatsız olmadınız, dokuz yaşında çocukların şeyhlere armağan olarak sunulmasından rahatsız olmadınız, evli kadınların pazarda satılıp seks kölesi olarak kullanılmasından rahatsız olmadınız da bundan mı rahatsız oldunuz?

Türkiye’deki gençlerin “Gökyüzünde Nehirler Var”ı mutlaka okumalarını öneririm. Türkiye’de laiklik olmazsa neler olabileceğini öngörmek, inançlardan ve milliyetçilikten arındırılmış bir insan hakları anlayışının önemini yeniden düşünmek için iyi bir fırsat veriyor bize Elif Şafak.

— 0 —

Kitaptaki Yazım Hataları ve Anlatım Bozuklukları

  • “(Ninova) … kentsel bir mücevherdi.”-Sayfa 16: Ninova zaten bir “kent” olduğundan ayrıca “kentsel” demeye gerek yok.
  • “Yıl, M.Ö. 640’larda bir zamandı.”-Sayfa 16: Ne “yıl” ne de “zaman” sözcüğüne gerek var. “MÖ. 640’lardaydı.” yeterli.
  • “Yerçekimi her zaman işe yarar.”-Sayfa 17: Ne demek istendiğini anlıyoruz ancak bu anlatım kulağa Türkçe gibi gelmiyor.
  • “Kendi özbeöz kardeşi de dahil olmak üzere…”-Sayfa 18: “Özbeöz” sözcüğü yanlış kullanılmış. (Farsça, Arapça sözcükler yinelendiğinde ikinci sözcüğün başına Farsça bir ek olan “be” getirilir: “dembedem” sözcüğünde olduğu gibi. Türkçe sözcüklerin arasına ise bu ek getirilmez. Dembedem, saatbesaat denir ama özbeöz, yılbeyıl denmez.- Yahya Numan Tefek)
  • “Korumanın fazlası olmazdı ne de olsa.”-Sayfa 21: “Fazla korumanın zararı olmazdı.” daha güzel değil mi?
  • “… sanki Thames’e içini döküyor gibiydi.”-Sayfa 37: “Sanki” ile “gibi”den biri fazla. İlerleyen sayfalarda “sanki-gibi”lerden çok sayıda var.
  • “Gün hiç de iyi davranmamıştı ona şu âna dek;”-Sayfa 37: Türkçede bu şekilde bir kullanım yok. “Gün iyi başlamamıştı”, “gününde değildi” gibi seçenekler dururken çevirmen tercihini “Türkilizce”den yana kullanmış.
  • “Bir spazm daha -bu seferki o kadar keskindi ki nerdeyse soluğunu kesti.”-Sayfa 38: Anlatılan bir doğum olduğundan “keskin bir spazm” yerine, “şiddetli bir sancı” demek daha doğru.
  • “Hem ekoloji eylemcilerinin hem de yerel çiftçilerin protesto ettiği tartışmalı bir operasyondu bu.”-Sayfa 50: “Ekoloji eylemcileri” yerine “çevre eylemcileri”, “yerel çiftçiler” yerine “köylüler” daha iyi değil mi?
  • “Bir soluk kadar ancak süren …”-Sayfa 59: “Ancak bir soluk kadar süren…” olmalı.
  • “Suyun sıvı hali.”-Sayfa 61: Su zaten sıvı değil mi?
  • “Kadının adı Züleyha’ydı ve hayatının önemli bir bölümünü ismini başkalarına heceleyerek geçirdiğini söylemek hatalı olmazdı.”-Sayfa 87: İngilizce kitapta kadının adı “Zaleekhah” olduğundan bu cümle bir şey ifade ediyor. Türkçe içinse ne ifade ettiği belirsiz.
  • “… neşeli olmak senin güçlü yanın değil.”-Sayfa 92: Bu cümle Türkçe daha güzel ifade edilemez mi?
  • “Gözle görülemeyen karmaşık kristalize tuz desenlerinden oluşan gözyaşı sıvısı.”-Sayfa 99: “Gözyaşı sıvısı” kulak tırmalıyor.
  • “Hava zehir gibi soğuktu.”-Sayfa 105: Böyle bir deyim yok.
  • “Adem ile Havva bir gün kavga etmişler. Her ikisi de kendisinin diğerinden daha önemli olduğuna inanıyormuş. Cevabı bulmak için tohumlarını birer kavanoza koymuşlar ve bir ay beklemişler. Havva kavanozu açtığında…”-Sayfa 119: Ezidi inancı ile ilgili bir hikâyede Adem ile Havva’nın kavanozlarından söz ediliyor. Çömlek, sepet olsa neyse de kavanoz daha yeni çağlara ait bir nesne…
  • “Kuraklık ve kıtlık zamanlarında, zehirli hayvanlar tuhaf davranışlar sergilerler ve sürüler halinde insanlara saldırmaya başlarlardı.”-Sayfa 120: Hayvanlar söz konusu olduğunda özne çoğul da olsa eylem tekil kalmalı.
  • “… her hafta kırk bin kopyadan fazla satan…”-Sayfa 127: Türkçede kitaplar veya dergiler için “Kırk bin kopya sattı.” değil “Kırk bin sattı.” diyoruz. Ayrıca “kopya”nın cümle içindeki yeri de yanlış. “Kırk binden fazla kopya satan” olmalı.
  • “Sanki binlerce yangından çıkan dumanı andıran bir sisin altında ne yankesiciler ne hırsızlar saklıyordu kim bilir bu şehir.”-Sayfa 129: “Sanki”, “ne.. ne..”, “kim bilir” bir arada kullanılınca cümlede anlatım bozukluğu olmuş. Ez azından “sanki” çıkmalı: “Binlerce yangından çıkan dumanı andıran bir sisin altında, kim bilir ne yankesiciler ne hırsızlar saklıyordu bu şehir.”
  • “Azıcık maneviyat yanı olsaydı, kutsal derdi suya.”-Sayfa 143: “Maneviyat yanı” yerine “maneviyatı” veya “manevi yanı” olmalı.
  • “… dini bütün inanandan ateiste, gericiden liberale…”-Sayfa 159: İnanan kişinin zaten dini bütün olmaz mı? “Dini bütün inanan” kulağa hoş gelmiyor.
  • “Envai çeşit nesneler sergileniyordu.”-Sayfa 160: Envai çeşitten sonra “nesneler” değil “nesne” olmalı.
  • “Arthur, ekstra dikkatli olması gerektiğinin farkındaydı,”: “Ekstra” yerine “çok”, “daha”, gibi seçenekler kullanılsa daha iyi değil mi?
  • “… sürahiler içinde eski porto şarapları vardı.”- Sayfa 193: “Porto” büyük harfle başlamalı.
  • “Babası kazancındaki düşüşten dolayı öfkeliydi, durmadan küfrediyor ve sövüyordu.”-Sayfa 256. “Sövmek” ile “küfretmek” eşanlamlı. Küfretmek Arapça, sövmek Türkçe. Aynı cümle içinde, farklı bir anlamları varmış gibi “ve” bağlacı ile kullanılmaları yanlış.
  • “Nehir çok yakındaymış gibi geliyordu şimdi, tıpkı yarının eli kulağındaymış gibi gelmesi gibi.”-Sayfa 305: “Gibiler”den oluşan tuhaf bir cümle.
  • “Ve eğer kimse istemezse de olsundu, kaybedecek bir şeyim yoktu. Başarısızlığın olayı bu: Ya tekrar başarısız olmaktan aşırı korkar oluyor insan ya da bir şekilde korkunun üstesinden gelmeyi öğreniyor.-Sayfa 322: Deveye “Boynun eğri” demişler, “Nerem doğru ki?” demiş. Art arda gelen hatalı cümleler kimsenin dikkatini çekmedi mi? Bu nasıl Türkçe? “Olsundu” ne demek? “Başarısızlığın olayı” ne demek? “Aşırı korkar olmak” ile “korkmak” arasındaki fark nedir? “Bir şekilde” yaygın olarak kullanılsa da doğru değil.
  • “Hedeflerine yaklaştıkları sırada babası bir köke takılıp neredeyse düştü.”-Sayfa 359: “Neredeyse düştü” ne demek acaba? Okurda merak uyandırıyor, adam düştü mü düşmedi mi?
  • “Yüksek cam çatının altında boş bir masa aradılar ama kolay iş değildi.”-Sayfa 425: Aramak mı bulmak mı kolay değildi?
  • “… muskat ve port şarabı ile pişirilmiş yılanbalığı…”-Sayfa 452: “port şarabı”, Porto şarabı” olacak herhalde.
  • “Sevdiği insanlar için yeri göğü yerinden oynatır.”-Sayfa 462: Türkçede “yeri göğü birbirine katmak” veya “yer yerinden oynamak” deyimleri var ancak “yeri göğü yerinden oynatmak” deyimini ilk kez duyuyorum.
  • “Bu tür kutupluluklar, devam etmek için ihtiyaç duyduğu kesinliği sağlardı ona.”-Sayfa 485: “Kutupluluklar” yerine “kutuplar” veya “kutuplaşmalar” olsa daha iyi değil mi?
  • “… yıl be yıl inşa edilen hayatlar …”-Sayfa 494: “Yıl be yıl” hem sözcük olarak hem de yazılış olarak yanlış. En azından yazılışı doğru olsun diye düşünülürse “yılbeyıl” olarak kullanılmalı.
  • “Diyeti hurma, lavaş ve deve sütünden oluşuyordu.”-Sayfa 510: Türkçede kilo vermek amacıyla veya bir sağlık sorunu nedeniyle uzman kişiler tarafından hazırlanan özel beslenme reçetelerine ‘diyet’ denir. Başka dillerde günlük beslenme öğelerini belirtmek için “diyetimde şu besinler var” denebilir ancak Türkçede ‘diyet’ böyle kullanılmıyor. Bunun yerine günlük yemeğimde, öğünümde, beslenmemde diyebilirsiniz.
Burak Kaya hakkında 156 makale
Müzisyen, yazar.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.