Boşluğun Güncesi / Emi Yagi

Emi Yagi’nin 2020-Osamu Dazai Ödülü’nü kazanan ilk romanı Boşluğun Güncesi Ağustos / 2025’te Türkiye İş Bankası Yayınları tarafından yayımlanmış. Ali Volkan Erdemir’in Japonca aslından çevirdiği roman yüz elli bir sayfa. Editörlüğünü Başak Gültekin’in, görsel yönetmenliğini Birol Bayram’ın yaptığı romanın düzeltisini Mustafa Aydın yapmış.

Kapaktaki birbiriyle ilgilenmeden yürüyen genç kitlenin kitabın ruhuna sinmiş yalnızlığı çok güzel ifade ettiğini düşünüyorum. Her ne kadar kitabın ana meselesi kadınların uğradığı ayrımcılık olsa da yazarın kalemini kuşatan yalnızlık duygusu en az diğeri kadar baskın.

Roman, birinci tekil kişi ağzından anlatılıyor ancak anlatıcının mesafeli tavrı Shibata’nın iç dünyasına burnumuzu sokmamıza olanak vermiyor. Shibata kendini öyle bir uzaklıktan yansıtıyor ki romana ayrıntılar seçilemiyor. Psikolojik çözümleme yapacak malzemeyi sunmuyor bize. Kitap bittiğinde, roman üçüncü kişi ağzından yazılmış olsa da ancak bu kadar tanıyabilirdik Shibata’yı diye düşünüyor insan.

Romanın kahramanı Shibata 34 yaşında bir kadın. (Romanı yazdığı sırada Emi Yagi de aynı yaşlarda olsa gerek.) Shibata önceki işyerinde bir kişinin “cinsel taciz” olarak değerlendirilebilecek sözlü saldırısına maruz kalır. Durumu anlattığı patronu ise şakayla karışık bu tacize kendisi de katılır. Shibata bir yanıt vermek yerine yeni bir iş aramaya başlar ve şu an çalıştığı karton boru üretimi yapan işletmeyi bulur. Buradaki görevi siparişleri kontrol edip, üretim planlaması için rapor hazırlamak olsa da bölümdeki tek kadın çalışan olduğundan kendisinden beklenen bazı ek işler de ortaya çıkar: Telefonları yanıtlamak, fotokopi çekmek, kargoları dağıtmak, toneri değiştirmek, ofis için alışveriş yapmak, çöpleri toplamak, mikrodalgayı temizlemek, kahve yapmak vb. gibi. Bunlar için ayak işi demek daha doğru olur sanırım. “Ayak işi”, bu tür getirgötür işlerinin ayakla yapılıyor olmasından kaynaklanıyor ancak “ayak işi” dendiğinde ayağın beyne göre daha aşağıda olmasından ötürü bir düzey de belirtmiş oluyoruz. Bu nedenle ayak işleri genel olarak en deneyimsiz, en niteliksiz çalışanların üzerine yapışıp kalıyor. Ofisteki ayak işlerinin Shibata’nın üzerine kalması ise daha çok onun cinsiyeti ile ilgili. Yani kadın olmak Shibata’nın niteliksiz işlere daha uygun olduğu anlamına geliyor. Elbette burada temizlik, kahve gibi işlerin kadınlara yakıştığını düşünen ataerkil görüşün etkisi büyük. Shibata en başta bu görevlerin geçici olacağını düşünüyor ancak böyle olmadığını fark edince kendince bir çözüm buluyor ve bir gün izmarit temizlerken isyan edip bunu yapamayacağını çünkü hamile olduğunu söylüyor.

Kahve getirme konusu iş yaşamında hiyerarşinin en temel göstergelerinden biri. Ben askerde müzisyen olarak orduevinde gitar çalıyordum. Gündüz saati ise prova yapıyoruz diyerek bir yerlerde elimizde enstrümanlarla sohbet ediyorduk. Bir gün baskında bizim durumumuz ortaya çıkınca hepimiz fırça yedik. Ben ceza olarak gündüz saatleri pastaneye gönderildim. Oradaki temel görevim kahve yapmaktı. Kahvenin ne yazık ki “Yapan > Yapılan” şeklinde formüle edilebilecek bir statü belirleme durumu var. Romanda da Shibata ayak işlerinden çekilince en büyük sorun kahve yapımında ortaya çıkıyor:

‘Öğleden sonraki toplantının kahvesini kim yapacak?’

‘O işi hallettik, başka bölümdeki bir kızdan rica ettik.’

‘Yaşa, işte bu!’

Anlaşılan insanlar, en azından bizim bölümdekiler, içlerinden biri kahve yapıp verse, kişiliğinden büyük bir taviz verecek sanıyorlardı.

Bölümde başka kadın olmadığından, Shibata’nın yokluğunda kahve yapmak için başka bölümden bir kız ayarlanıyor. Kişiler değişse de kahve yapanın cinsiyeti değişmiyor.

Emi Yagi, ataerkil anlayışın kadına yüklediği “temizlikçi” rolünü çok usta bir hamleyle gene ataerkil anlayışın kadına yüklediği “anne” rolüyle saf dışı edecek bir hikâye yaratıyor. Dolayısıyla burada hamileliğin kadının iş yaşamına getireceği olumsuz etkileri tartışmaya gerek kalmıyor. Çünkü kahramanımız kariyerinde bir üst noktaya çıkmak isteyen biri değil, tek derdi görevi olmayan ayak işlerinden kurtulmak. Eğer kariyer peşinde bir kadının iş yaşamını konuşuyor olsaydık bu kez kadın için “hamilelik” bir ayak bağı olacaktı. Belki de aynı Shibata sahte bir hamilelik uydurmak yerine bu sefer gerçek hamileliğini gizlemek gibi bir yola sapacaktı.

Hamilelik aslında kadın hareketi içinde de tartışmalı bir durum. Hatta bazı feministler kendi özgürlüklerini kısıtladığı ve bedenlerinin toplumun devamı için kullanıldığı düşüncesiyle rahim dışında hamileliğin bir seçenek olarak sunulmasını istiyorlar. Ben gelenekselci olarak tıp ne kadar ilerlerse ilerlersin bebeğin annenin bedeninin bir parçası olarak dünyaya gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Çocuk gelişiminde bu türden bir yalnızlığın, terk edilmişliğin izlerini sürmek isteyenler başka yöntemler düşünebilir elbette.

Roman zekice oluşturulmuş bu fikir üzerine kurulmuş ancak bir fikirle kurguyu bitirmiş olmuyorsunuz. Bu güzel fikir dallanıp budaklanmadığında olay örgüsü Boşluğun Güncesi’nde olduğu gibi zayıf kalabiliyor. Belki bir öykü için yeterli olabilecek bu fikir, bir romanın kurgusunu tek başına sırtlayamıyor. Boşluğun Güncesi, iş yaşamından başlayarak anlattığı kadının üzerindeki erkek baskısını aile-toplum eksenine çıkarmakta zorlanırken Emi Yagi’nin alaycı ve eleştirel dili de ofis dışına taşamıyor. Kadının ikinci plana itilmesine yol açan tarihsel süreci göz ardı edince, roman sahte bir hamileliğin güncesi olarak yatay biçimde genişliyor. Shibata, hamilelik aerobiği derslerine katılıp telefonundaki hamilelik uygulamasını kullanırken sayfalar ilerliyor.

Kitabın bölümleri hamilelik haftaları biçiminde ilerlerken otuz ikinci hafta beklenmedik bir cümleyle bitiyor: “Son zamanlarda bebek iyiden iyiye tekmelemeye başlamıştı.

Emi Yagi, yüz yirmi sayfa boyunca sıkışan kurguyu gerçeküstü bir düzeye taşıyarak romanın insanın yüzüne çarptığı o müthiş gerçekliğini bir yana bırakıyor. Son otuz sayfada romandaki ödünsüz, alaycı, radikalist hava yerini gerçeküstü bir duruma bırakıyor. Romandaki açık, sade neredeyse bir gazeteye yakışacak gösterişsiz dil bir belirsiz karmaşaya evriliyor. Shibata yalanını sürdürmek istese bile neden bize çocuğun tekmelerinden söz etsin ki? Ayrıca Shibata gibi bir kadının, psikolojik olarak kendi yalanına kendini kaptırabilmesi de bana pek inandırıcı gelmedi. Romanın son sayfaları merak uyandırmaktan uzak bir gizem içinde sürükleniyor.

Bu arada romandaki “Amazon Prime”ları sayamadım. Herhalde, reklam alınsa bir markadan ancak bu kadar çok söz edilebilir.

Emi Yagi’nin Boşluğun Güncesi, feminizm ile mizahı bir arada götürürken sivri diliyle öne çıkan eleştirel bir ilk roman. Özenli bir çeviriye sahip. Okumanızı öneririm.

— O —

Kitaptaki Yazım Hataları ve Anlatım Bozuklukları:

  • “Üstlerine giydikleri bu tişört benzeri giysileri, bol pantolon ve spor ayakkabısıyla kombinlemişlerdi.” Sayfa 9: Türkçede “kombinlemek” diye bir eylem yok. Bu cümlede “giydikleri” de gereksiz. Giysi zaten üste giyilmez mi? “Üstlerindeki bu tişört benzeri giysilere bol pantolon ve spor ayakkabısı yakıştırmışlardı.” ya da “Bu tişört benzeri giysileriyle uyumlu bol pantolon ve spor ayakkabıları vardı.”
  • “… yıllar öce akvaryumda gördüğüm …” Sayfa 11: “yıllar önce” olmalı.
  • “Otuz yıldan birazcık daha fazla yaşayageldim…”-Sayfa 12; “Otuz dört yıl yaşayageldim ama…”-Sayfa 65: “Yaşayageldim” yerine “yaşadım” daha iyi değil mi? “Yaşamak” doğası gereği öteden beri yapılması gereken, ara verilemeyecek bir eylem. “Yaşayageldim” demenin ifadeye herhangi bir katkısı yok.
  • “…, hareket halindeki ses parçalarına dalıyor, …” Sayfa 37: “Ses parçaları” yerine “ses dalgaları” olması gerekmez mi?
  • “Görevim satış ekibi tarafından alınan siparişleri kontrol etmek, fabrikaya detaylı beyanname hazırlayıp üretim bandı planı yapmaktı.” Sayfa 39: Resmi kuruluşlara yönelik raporlara, bilgilendirmelere “beyanname” demek daha doğru. Çünkü bir bildirim ve sorumluluk söz konusu. Vergi beyannamesi gibi, bir beyanda bulunduğunuzda “beyanname” sözcüğü kullanılabilir ancak şirket içindeki üretim planlama faaliyetleri için “beyanname” sözcüğü uygun değil. “Rapor” ya da “analiz” daha uygun.
  • “… iki istasyon önce inip yürüyemeye karar verdim.” Sayfa 45: “Yürümeye” olacak.
  • “Sonra bakışları çantama kaydı. ‘Karnımda bebek var’ yazılı rozeti gördü.” Sayfa 47: Rozet genelde yakada olmaz mı? Burada “rozet” yerine “etiket” daha uygun.
  • “… herkes, bölümün yılsonu partisinde son ses konuşuyordu.” Sayfa 52: “Son ses konuşmak” kulağa güzel gelmiyor. “Yüksek sesle konuşuyordu” ya da “yüksek perdeden konuşuyordu” daha uygun. Bağırmak, haykırmak eylemleriyle “avazı çıktığı kadar” ya da “avaz avaz” da kullanılabilirdi.
  • “… harp arpeji çalmaya başladı.” Sayfa 77: Sözlüklerin çoğunda bu enstrüman “harp” olarak geçse de günlük kullanımda yerleşen sözcük “arp”tır. Türkiye’deki konservatuvarların tümünde “arp” olarak adlandırılmasına karşın hem Dil Derneği’nin hem de TDK’nin Fransızca “harp” sözcüğünü tercih etmesini anlamak güç.
  • “… telefon faturaları hakkında bir şey bilmiyorum ama yüklü bir fatura gelirse, bana haber ver.” Sayfa 83: Yukino, arkadaşı Shibata’yı telefonla arayınca onun Türkiye’de olduğunu öğrenip yurtdışı tarifeleri konusunda bilgisi olmadığını söylüyor. Cümlenin başındaki “telefon faturaları” yerine “telefon ücretleri” veya “telefon tarifeleri” olmalı. Ayrıca “gelirse”den sonraki virgül gereksiz. Dilek kipinden sonra virgül konmaz.
  • “‘Ah, öleceğim sandım!’ demesiyle yine konuşmalar yeniden başlıyordu.” Sayfa 95: “Yine” ile “yeniden” aynı anlama geldiğinden biri fazla.
  • “Sosyal medyada da herkes karla ilgili paylaşım yapıyordu.” Sayfa 102: “Paylaşmak” sözcüğü üleşmek, bölüşmek anlamına geliyor. “Pay” kökünden türediği için “pay etmek” gibi bir anlamı var. Mecazi olarak kullanılan “acısını paylaşmak” veya “sevincini paylaşmak”ta bile “ortak olmak” anlamı belirgin. Bir şeyi paylaştığınızda paylara, hisselere ayırmış olmanız gerek oysa sosyal medyada paylaştığınızda bir “dağıtma”, “yayınlama” eylemi söz konusu. Buradaki “paylaşmak” eylemi pay etmek gibi bir şey değil. Bu da köküyle türemiş sözcük arasında bir uyumsuzluk yaratıyor. Sosyal medyada paylaştığınızda, sözcüğün kökü ile yani “pay” ile bağını koparmış oluyorsunuz. Yabancı dildeki ikincil anlamları Türkçeye olduğu gibi aktardığımızda -özellikle belli bir kökten türemiş sözcüklerde- bu tür bir uyumsuzluk ortaya çıkıyor. “Paylaşım yapmak” ise daha da kötü bir tınıya sahip. Dikkatli olmazsak kısa süre içinde “paylaşımlamak” da çıkabilir. Oysa aynı anlamı karşılayacak nice sözcük var. “Sosyal medyanın gündeminde kar vardı.”, “Herkes karla ilgili mesajlar gönderiyordu.”, “Sosyal medyadaki gönderilerin tümü karla ilgiliydi.” gibi seçenekler dururken “paylaşım yapmak” gibi bir ucubeye gerek var mı?
  • “… sanki yıllardır kullandığı ayakkabılarıymış gibi …” Sayfa 109: “Sanki” ile “gibi” benzer anlam taşıdığından aynı cümle içinde biri fazla.
Burak Kaya hakkında 155 makale
Müzisyen, yazar.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.