
Türkü formunda hicaz bir beste… Eskinin meyhanelerinde, fasıllarında baş tacı edilmiş, hareketli bir türkü… Bestecisi için farklı adlar söyleniyor ama anonim diye geçiyor çoğu yerde.
Ada sahillerinde bekliyorum
Her zaman yollarını gözlüyorum
Seni senden güzelim istiyorum
Beni şad et Şadiye’m başın için
Şadiye, gelirse âşık mutlu olacaktır. Gözleyen, bekleyen, özleyen âşık; sevgili gelirse mutlu olacaktır. Başka türlü değil.
Cemal, Şadiye’yi istetir, yanıt olumsuz olunca sevgililer yine de görüşür. Yaz bitip Şadiye adadan ayrılınca bu kez mektuplaşma başlar. Cemal, vapurun getireceği mektubu bekler durur sahillerde ama bu durum, canına tak eder. Kavuşamayacaklarına karar verip denizde dalar, boğulur. Oysa o gün gelen mektupta Şadiye, “Cemal, babam evlenmemize razı oldu.” müjdesini vermektedir.
Türkü, geç gelen mektubun türküsüdür aslında.
Türkünün farklı öyküleri var: yoksul genç-varsıl kadın öyküsü, sevdiği adama kavuşamayacağını anlayınca kendini denize atan kadının öyküsü ve ll. Abdülhamit’in kızını seven gencin daha sonra reddedilmesi ile ilgili öykü.
Dönmeyecek birini, olmayacak bir aşkı beklemek, beklerken de kabuğuna çekilip sonradan intihara yönelmek Doğulu toplumları, Batı kültüründen ayıran özelliktir. Halk hikâyelerinde aşkta dönüşüme, yenilenmeye hiç rastlanmaz. Bu coğrafyada her âşık erkek Ferhat, her âşık kadın Şirin’dir. Âşık, sahillerde gezer, çöle düşer, dağ deler… Başka bir şey yapmaz.
Mutluluğun salt birinin dönüp gelmesiyle oluşacağını sanmak, bu aşkta yaratıcılığın ikinci planda bile olmaması sonucunu doğurur; böylece yaşam da kısır bir döngü üzerine inşa edilir. Kahramanın yolculuğunda (monomit) zafer hiç olmaz bu nedenle. Yaşamı tek bir kişi üzerine kurgulamak, yaşamın bütünlüğüne haksızlıktan başka bir şey değil. Âşığın başını kuma gömerek yaşamasıdır bu. Üretmeden yaşamanın körlüğü… Gökyüzüne bakmayan, karanlığa bakar. Platon’un “mağara” metaforu… Arkasını ışığa verip mağaranın karanlığına bakmak…
Nerede ve kimden okuduğumu anımsamıyorum. Bir fizikçi şöyle diyordu:
“İnsanlar su altında yaşasaydı gökyüzünü göremedikleri için uygarlık yaratmazlardı. Bütün uygarlık tarihi, yıldızların pozisyonlarının ölçülmesiyle başlar.”
İlk yorum yapan olun