
Döngel Dünya, Ethem Baran’ın 2019 yılında yayımlanan -yanlış saymadıysam- dokuzuncu öykü kitabı. Editörlüğünü Duygu Çayırcıoğlu, düzeltisini Nebiye Çavuş’un yaptığı Döngel Dünya, İletişim Yayınları’ndan çıkmış. 2020 Sait Faik Hikâye Ödülü’nü alan 115 sayfalık Döngel Dünya on beş öyküden oluşuyor.
Kapağın çizim olduğunu düşünmüştüm ancak iç sayfada, kapak fotoğrafının Olcay Coşkun arşivinden alındığı yazıyor. Uygulama Hüsnü Abbas’a ait. Kapak tasarımı ise Suat Aysu’nun elinden çıkmış.
Kapak tasarımı ve arka kapak yazısı tam bir uyum içinde. Hiçbir ödül almamış da olsa ben bu tasarım ve kapak yazısını görünce tıpış tıpış gider kitabı satın alırdım. Elktrosazlar, Murat 124’ler, Türkan Şoray’lar Ediz Hun’lar, taklacı güvercinler… Bir okur daha ne ister ki?
Peki arka kapakta vadedilenler kitapta var mı? Hepsi konu olarak var ancak yazıda hissedilen -belki bir Yeşilçam filminde olabilecek- cümbüş kitapta yok. Kendimi esaslı bir melodram biraz da aksiyona hazırlamışken daha gerçekçi ve biraz da durağan öyküler buldum Döngel Dünya’da. Suç kitapta veya bende değil, kapak yazarında.
Bildiğiniz gibi muşmulaya özellikle Karadeniz civarında “döngel” diyorlar. Ben Döngel Dünya öyküsündeki konuyla “döngel” arasında bir bağlantı bulamadım. Ancak kapak görselinde de kırmızı bir Murat 124’ün camlarından taşan döngeller var. Öykü şöyle bitiyor:
“Tekerler dönüyor, dönüyordu.
Hem de ne dönüyordu.”
Sanırım “Döngel Dünya” derken hem bir meyve olarak döngel hem “Yalan Dünya” gibi bir söz hem de “dönmek” eylemi bir arada kastediliyor. Şimdi öykülere geçelim:
Döngel Dünya
Kitaba adını veren Döngel Dünya’da yer alan iki ana karakter, Zekeriya ve Alzheimer hastası olan annesi Iraz. Yazarın hastalıkla ilgili bir araştırma yaptığı veya bizzat tanık olduğu hemen fark ediliyor. Kısacık bir öyküde Alzheimer hastalığının en çarpıcı görüntülerine rastlıyoruz. Iraz, hastalığın artık ilerlemiş bir evresinde olsa gerek ki artık oğlu ile ölmüş kocasını karıştırıyor ancak çoğu şeyi unuturken çok eskiden kalan bazı dostlarını adıyla, adresiyle anımsıyor ve onları görmek istiyor. Belki yıllar öncesinden belleğine işlenmiş yolları ayrıntısıyla tarif edebiliyor. Hastalığın getirdiği umarsızlık olabildiğince sade bir dille resmedilmiş. Küçük bir kasaba ve bir köşeye sıkışmış hayatlar. Döngel Dünya ayrıntılarıyla öne çıkan, ayağı yere basan, çok güzel bir öykü.
Göğün Yenisi
Kitabın en güzel öykülerden birisi olan Göğün Yenisi, güvercin besleyenlerin rekabet ve sahip olma duygusunu anlatıyor. Belli ki Ethem Baran güvercin meraklılarını tanıyor, onların hayvan sevgisini aşan tutkularının farkında. Bu tutkunun sonu güvercin hırsızlığına da rakip güvercincinin kümesindeki güvercinlerin kafasını kopartmaya da varabiliyor. Dikkat çeken ayrıntılara sahip sıcacık bir öykü Göğün Yenisi.
Kuşlar
Kuşlar, Ethem Baran’ın Hasan Ali Toptaş’a selam yolladığı bir öykü. Diğer öykülerdeki kendiliğindenlik hissi bu öyküde yok. Daha planlanmış, daha çok konuya değinilmek istenmiş sanki. Öykünün başında Yüksel Caddesi civarında toplanmış eylemcileri görüyoruz. Öykünün kahramanı birazdan biber gazı yiyecek bu insanlara şaşırarak bakıyor. Belki aynı düşüncedeler ama kahramanımız başının belaya girmesini istemediğinden hızlıca yürüyüp geçerek polise eylemcilerle bir ilgisinin olmadığını göstermeye çalışıyor. Kahramanımız otobüse bindikten sonra otobüs sürücüsünün vitese uzanan eli ile hostes koltuğunda oturan kadının bacağını izlemeye başlıyor. Otobüs sürücüsünün eliylee kadının bacağı arasındaki yakınlaşmanın yarattığı gerilim ve ona eşlik eden sohbet tam bir ustalıkla kaleme alınmış. Hem sürücü hem de koltuk yerleşimi açısından bu türden bir sahne küçük otobüsten ziyade bir minibüse uygunmuş gibi gelse de bu küçük ayrıntıyı es geçip sona geliyor ve kahramanımızla birlikte Eryaman 3.Etapta otobüsten iniyoruz. Bu arada kahramanımız protestoculara katılmadığı için pişmanlık duyuyor ve kendini suçluyor ancak diğer yandan da gözaltına alınınca başına gelecekleri düşünerek vicdanını rahatlatıyor. Eve gidince babasının iktidarı öven sözlerinden ve liderine olan hayranlığını dinleyeceğinden yakınıyor.
İnsanın aklına şu soru geliyor: Ethem Baran, BİM poşetinden Emmioğlu yumurtasına kadar her ayrıntıyı yazdığı öyküsünde neden Erdoğan’ın adını iktidar partisinin lideri olarak isim vermeden hızlıca geçiyor? Bu tavır az da olsa öyküdeki kahramana benzemiyor mu?
Öykünün sonunda keşke bu öykü otobüsteki bölümden ibaret olsaymış diye düşünüyor insan.
Alamadım Eyvah
İşte Murat 124’lü öykü. Vallahi ben bu öyküyü bekliyordum. Edebiyat falan da umurumda değil, vitesinden, direksiyonuna, kapı kolundan egzozuna kadar kullanma kılavuzundaki gibi yazılsa bile özlemimi gidereceğim. Aslında arabalarla hiç ilgim yok, hatta arabalardan nefret ettiğimi bile söyleyebilirim. Hiçbir arabayı farından, kasasından tanıyamam ama Murat 124 ve 131’in yeri farklı. Onlar bizim kuşak için sadece araba değil, gençlik, heyecan, gösteriş demek. Ethem Baran 1962 doğumlu. O Murat 124’ü daha iyi bilir elbette. Ben 70’liyim. Bizim dönemimizde ön planda olan 131’lerdi: Şahin, Kartal, Doğan. Serçe’yi saymıyorum bile.
Ethem Baran, araba tutkusunu çok güzel aktarmış. Benim gibi her şeye hazır bir okur için bile egzoza sarılıp uyuyan çocuk bana biraz tuhaf göründü ama olmaz da diyemiyorum. Erkeklerdeki araba merakına benim de aklım ermiyor. Yıllar önce bir üniversite rektörünün kedilerin tırnağı arabasının boyasında kılcal çiziklere neden olduğu için yaşadığı sitenin yönetimine kedilerin arabalardan uzak tutulması için gereğinin yapılmasını ilettiği bir yazıyı anımsıyorum. Rektör bunu yapıyorsa cemaatin de egzoza sarılıp uyuması normal kabul edilmeli.
Öykünün başında çocuk babasına “Babaaa” diye seslenip koşuyor. Babası ise bundan rahatsız olup “Bana baba deme!” diyor. Her evde karşılaşabileceğimiz bir diyalog ama sonrasına herhangi bir evde ben rastlamadım:
O güden sonra “ağbi” dedi.
Yamaçta Yağmur Var
Yamaçta Yağmur Var kitaptaki diğer öykülerden farklı bir yapıya sahip. Ünlü olduktan sonra doğduğu kasabadaki bir etkinliğe katılan yazar, kaymakamın daveti üzerine onu ziyarete gider. (Bu işleri bilmem ama eğer böyle şeyler oluyorsa kaymakamlar adına da yazarlar adına da üzücü.) Kaymakam övünür de övünür, kibriyle yazarı alt eder. Ona hayat dersi verir ve sonunda…
Artık bunu da söylemeyeyim, okumayanlara dert olsun.
Ethem Baran günümüzün liyakatsiz yöneticilerini çok güzel kaleme almış. Aslında tiye almış demek daha doğru. Bu öyküyü okuyunca iktidarların mizahçılarla olan kavgasını daha iyi anlıyor insan. Hangi eleştiri bir mizah yazısından daha sert olabilir?
Kitaptan seçtiğim öyküler bu kadar olsa da kitapta çok güzel başka öyküler de var. Elbette bir öykü kitabındaki her öykü aynı ağırlıkta olmaz. Döngel Dünya’da da ritmin biraz düştüğü, kalp atışlarının biraz yavaşladığı öyküler var ancak kitap boyunca okuma zevkini yitirmeden sona varıyorsunuz.
Ethem Baran, öykülerin adlarıyla ilk cümlelerinin üzerine çok kafa yoruyor olsa gerek. Öykülerin giriş cümleleri sizi anında sahneye taşıyor. Kısa bir öyküde hemencecik yerinize yerleşmiş oluyorsunuz.
- Derken bahar geldi. – Döngel Dünya.
- Yerde ne kadar ekin varsa gökte de bir o kadar varmış. Yer gök başak ırgalanırmış. – Yabandan Gel Yabandan.
- Her kuş uçtuğu gökyüzünü genişletir, yeniden yaratırdı.
Bir kuş uçtuğunda yeni bir gökyüzü yaratılırdı.
Hâlâ öyle midir, biliyorum… – Göğün Yeğnisi - Evden çıkacak, her zaman olduğu gibi yine on beş kilometre yürüyecekti. – Kar Yanığı
- “Ağbi,” dedi babasına, “dedem seni dövdüyse benim suçum ne?” – Alamadım Eyvah
- Dedemden önce mahallemizin ilk hacısı bir leylekti. – Hacı Laklak
- Seksen altı yaşındaki dedeme askerlik celbi geldi; o günden beri sesi çıkmıyor. – Üç İyidir
- Doğup büyüdüğüm kasabaya söyleşi ve imza için çağrılmıştım. – Yamaçta Yağmur Var
Çehov da öykülerinin açılış cümlelerine ana karakterler, öykünün konusu, yeri, olayların geçmişi gibi pek çok ayrıntıyı sığdırır. Kısa bir öyküde böyle girişler hem yazara zaman kazandırır hem de okurken yönünü yitirmek istemeyen okura kılavuzluk eder. Duyguda, düşüncede muğlaklık nasıl bir ustalık gerektiriyorsa bu alanda da berraklık ustalık gerektiriyor.
Öykü adları için de aynısını söylemek olası. Döngel Dünya, Cıncık Oğlan, Radarcı Raci, Babam Terzi Ben Çocuk, Hacı Laklak, bundan yıllar sonra bile bir yerde adlarını görsek, “Ethem Baran’ın öyküsüydü” diyecek kadar beynimize kazınacak öykü adları.
Ethem Baran alışageldiğimiz gibi “ağabey” veya “abi” değil de “ağbi” diye yazıyor. Düşününce gayet mantıklı. Dikkat ederseniz “abi” sözcüğünü “bobi” gibi söylemiyor “a”yı uzatıyoruz. “A”yı uzatmamızın nedeni de aslında arkasından gelen “ğ” harfi. “Ğ” harfinin bir vurgusu olmadığından insana yokmuş hissi veriyor ancak biz bu harfi “a”yı uzatarak söylemiş oluyoruz. “Bu kadar söze ne gerek vardı biz zaten “abi” sözcüğünü kullanmayız” diyenler derhal telefon rehberine baksın ve “Ahmet Abi”lerini arayıp hasret gidersinler.
Ethem Baran’ın dili temiz, Türkçeyi zenginleştirecek farklı sözcükler kullanmayı seviyor. Kitap boyunca Türkçe hatası yok denecek kadar az. Aynı cümle içinde sıkça “sanki … gibi” kullanımları dışında ben bir hata görmedim. Ancak Ethem Baran bazı yerlerde “edebiyat yapma” tutkusuna engel olamıyor gibi:
- “… bacısı ise acı acı susuyordu.”
- “Kar adamın içine yağıyordu aslında.”
- “Soluğu kesilmiş bir sessizlik sardı çevresini.”
- “Babası ise dışından değil içinden dövüyordu onu.”
- “Hava da bir hayli acımıştı.”
Ethem Baran okur için hazırladığı sürprizleri ya anlaşılmazsa korkusuyla fazla açık ettiğinde o sürprizin tılsımı da yitiyor. Bir örnek:
– “Taksi yani Natali Ağbi bekliyor, ben gideyim.”
– “Natali mi? O nasıl isim lan öyle?”
– “Bilmiyorum abla, Ali Ağbi’ye herkes öyle sesleniyor. Her şeye olmaz diyormuş.”
Bu kadarı okura yetiyor. Bunların ardından şu aşağıdakileri yazmaya gerek var mı?
– “Ben de kadın sandım lan,” dedi.
Çocuk koltuğunun altında eski peruklarla Nat Ali’nin yanına döndüğünde telaşlıydı.
Natali’nin “Not Ali” veya “Nat Ali” olarak olumsuz hale geldiğini veya Natali’nin kadın adı olduğunu yazar gözümüze sokmasa da biz anlıyoruz.
Bazı yerlerde ise klişe sözler, basit söz oyunları ve laf kalabalığı ile anlatımındaki duruluğu gölgeliyor Ethem Baran:
- Henüz kapanmamış izleri gördükçe kurtların mı izlerinden, izlerin mi sahibinden kaçtığını bilemezdi.
- Acelesi olanların bile acelesinin olmadığı, konuşanların sanki konuşmadığı, vakit geçirmeye gelenlerin, vakit bir türlü geçmediği için zamanı kaybettiği bir boşluk…
- … sonra da başka türlü bir sırıtışla sırıtırdı.
- Gidiyorum sanıyorsun ama aslında gittiğin yer sana doğru geliyor.
Eğer okumadıysanız Ethem Baran’ın Döngel Dünya’sını okumanızı öneririm. Sait Faik Hikâye Ödülü için yerinde bir seçim yapmış jüri. Sait Faik’in topraktan, sudan kaynamış gibi gelen ışıltılı diline uygun bir kitap Döngel Dünya.
İlk yorum yapan olun