Duvar

Duvar

Yatağından doğrulup sürüne sürüne somyanın ucuna kadar gitti. Her sabah aynı şeyi yapardı. Sürüne sürüne somyanın ucuna kadar gider ve oradan askeri lojman olarak kullanılan apartmanlardan, penceresine en yakın olanının griye boyanmış olan duvarına bakardı. Bu gri duvara bakmadan düşünemeyeceğini sanıyordu. Tüm geçmişi, karşısındaki duvar sinema perdesiymiş gibi orada canlanırdı. Sabahtan akşama dek orada film izlercesine geçmişini izlerdi İsmet.

Özel bakımevinin fare yakalaması için aldıkları, ama üç yıldır henüz bir fare yakalayamamış olan kedisi en çok İsmet’i severdi; onun uyanmasını bekler, İsmet uyanıp pencere kenarına geldiğinde o da yattığı köşeden fırlar, aynı şeyi yapardı. Cama burnunu dayayıp, İsmet’in baktığı duvara gözlerini dikerdi. Adını Sumru (Kısa bir aşk yaşadığı kadının adını ona uygun bulmuştu nedense) koyduğu kedinin bu haline akıl erdiremezdi İsmet.

İkisi birden yine karşıki düz duvara bakmaya başladılar. Kısa bir süre sonra İsmet’in baktığı gri duvar yüzeyi her zaman olduğu gibi yavaş yavaş canlanmaya başlayıp sinema perdesi haline geldi. Duvarda ilk beliren şekil bir çengi oldu; bu genç kadın hem söylüyor hem oynuyor, söylediği kıvrak türkünün ritmine göre de çok güzel zil vuruyordu. Arkasında kadınlardan kurulu bir kol çalgı hafif sisler arasından belirerek ona eşlik etmeye başladı. Çalanlar ve oynayıp söyleyen kadındı ama, kurulan masalarda içkilerini içip eğelenenlerin hepsi erkekti. İsmet dikkatli bakınca masalardan birinde kendisinin de olduğunu gördü.

Çevreyi incelemeye başladığında bulundukları yerin eski bir köy evi olduğunu gördü. Deniz kıyısı bir köydü burası. Sevdiği arkadaşlarından birinin köyünde konuk olduğunu anladı İsmet. Toprak zeminli bu büyük avlulu evde bir sünnet düğünü vardı. Köyüne ziyaret etmeye gelen arkadaşı düğün sahibi ısrar ettiği için gitmek zorunda olduğu sünnet düğününe İsmet’i de götürmüştü. Biraz oturup kalkarız, gönülleri olsun demişti arkadaşı. Baştan bu düğüne gitmek istemeyen İsmet, ilk kez içinde bulunduğu bu durumdan çok mutluydu. Bu yüzden de konuştukları vakitte kalkamamışlardı.

Biraz daha dikkatli baktı karşıki duvara İsmet, bu sünnete ait aklında hayal meyal olan şeyleri canlandırmaya çalıştı. İki çocuğun yattığı sünnet yatağı vardı avlunun bir kıyısında. Sünnet çocuklarının yanında onlarla ilgilenen birkaç kadın vardı; köyün geleneksel giysisi olan kara çarşafları vardı üzerlerinde. Düğünle de pek ilgilenmiyorlardı kadınlar. Canları yandığı için mızmızlanan çocukları avutmaya çalışıyorlardı.

İsmet’in asıl dikkatini çeken kıyı köşelere sinmiş pek çok kara çarşaflı kadındı. Köyde çarşafı yalnız kadınlar giydiğine göre çevredekileri kadın olarak düşünmesi doğaldı İsmet’in; yüzlerini pelerinle saklayan yalnızca gözleri görülen bu insanların erkek olarak düşünemezdi. Gözler, karşısındakileri delercesine bakıyor ve içip eğelenen kişilerin üzerinde geziniyordu. Baştan ilgisini çeken bu kadınları daha sonra unutmuştu İsmet. Unutmasının bir nedeni de arkadaşının kulağına eğilip, yavaşça o tarafa çok bakma demesiydi. Bir an kafası arkadaşının bu sözüne takılan İsmet, ne demek istediğini daha sonra sorup öğrenirim deyip çenginin kıvrak dansına bakmaya başlamıştı.

Kıvrak beden hareketleriyle tüm becerisini ortaya koymaya çalışan Roman kızı biraz oynadıktan sonra erkeklerle masaların arasına girip para toplamaya başladı. Bacaklarını erkeklerin dizlerine sürüp onları tahrik ederek, kendisine basacakları paraları artırmaya çalışıyordu. Yılda birkaç düğünde ancak bir kadının yumuşak tenini duyumsayan köyün gençlerinin kösnümelerini hayretle izliyordu İsmet. Bu gençlerden bazıları içkinin de etkisiyle kızın kendilerine daha fazla sürtünmesi için ellerinden gelen çabayı gösterirken, bazıları ise utanıp, bir an önce kızdan kurtulmak istiyordu. Köyün geçleri kadın görmemiş değillerdi elbet. Ancak, Marmara’da bir kıyı köyünde yazın birçok kadın köye gelirdi, hatta birçok şehirlinin bu köyde yazlıkları vardı. Gençler köylerine gelen şortlu ve dekolte giysili bu kadınları yalnız görmek ve onlara imrenmekle kalırlardı.

Sıra kendisine geldiğinde, çok güzel kadınlarla birlikte olmuş, her an o olanağı bulabilecek olan İsmet’in doğal olarak, kızı kırmadan ve köyün geleneklerine uygun olarak, birkaç kuruş verip onu savması gerekirdi. İsmet, kız kendisine cilve yaptıkça fazlasıyla ona karşılık vermeye başladı. Oturalıdan beri İsmet’in şen kahkahalarından ve şakalarından hoşlanan gençler belli bir süre onun bu hareketlerini hoş gördüler. Fakat, daha sonra kadına sarılmaya başlayan İsmet’e gençler kötü kötü bakmaya başladıklarında arkadaşı onu çekerek yerine oturttu. İsmet arkadaşının kendisini kararlı bir biçimde çekip oturtmasına pek anlam verememişti. Üstelik de daha para basmamıştı çengiye. Köyün gençleri beş on lira basarlarken o, helalinden bir yüzlük basmayı geçiriyordu içinden. Onun yerine arkadaşı para sıkıştırmıştı kızın eline ve İsmet’ten sonra kendisini atlayıp yanındaki düğün sahibinin önüne çekmişti kızı.

“Daha para vermemiştim,”dedi İsmet.

“Ben ikimizin yerine de verdim,” diye yanıtladı onu arkadaşı.

“Ne güzel eğleniyorduk, niye engel oldun?”

“Seni beladan kurtardım,” dedi alçak sesle arkadaşı.

“Ne belası?”diye sordu şaşırarak ve alçak sesle İsmet. Arkadaşının kulağına eğilerek söylediklerini ve kendisinin ne kadar şaşırdığını dün gibi anımsamıştı.

“Köy düğünlerinin raconunu bilmiyorsun ve köylüleri tanımıyorsun sen. Onun için çektim kızı yanından.”

“Ne yaptım ki ben?

“Bu oynayan çengiyi gençlerin hepsi şu anda kendilerinin olmasını düşlüyorlar. Birçoğu da düşünde sevişiyor onunla. Sen gençlerin düşlerini çalıyorsun İsmet.

“Yapma yahu? Desene gençlere haksızlık ettik?”

“Yalnız o da değil. Çevrede düğünü, dolaysıyla bizleri izleyen kadınlar var. Onların içerisinde bu gençlerin nişanlıları veya gönlünün olduğu kızlar var, seni onlardan kıskanır gençler, fazla öne çıkarsan, anlayabiliyor musun söylediklerimi?”

“Anlıyorum arkadaş,” dedi ona İsmet. Evet, dün gibi anımsıyordu olanları. Belki de arkadaşının köyde sevilen ve sayılan bir kişi oluşu kötü bir olayın çıkmasını önlemişti. Daha önce köy düğünlerine hiç gitmemiş olan İsmet’in, doğal olarak oranın gelenek ve göreneklerinden haberi yoktu. Oysa, yufka yürekli, hümanist, insanları kırmaktan öylesine korkardı ki…

Bir an koptu duvardan, yanında halen gözlerini duvara dikmiş bakan Sumru’ya döndü. Kediyi felçli olmayan eliyle okşadı. Kedicik gözlerini yumup sırtını okşayan bu yalnız adamı çok sevdiğini düşündü. Ona çok şey soracaktı ama dilini bilmiyordu. Büyük olayların içinde, dolu dolu yaşayıp buralara geldiğini anlayabiliyordu bu adamın. İsmet, yeniden duvara dönüp baktığında bu kez niye biraz önceki anısının duvarda canlandığını düşündü. Anımsadığında yüzünde mutlu bir gülücük belirdi. Birlikte o anıyı yaşadığı arkadaşı telefon edip, sağlığının çok iyi olduğunu ve yakında kendisini ziyarete gelebileceğini söylemişti.

Kedi de görmüştü İsmet’in bu gülümseyen halini, hoplayıp onun kucağına oturdu felçli bacağına dikkat ederek; O bacağı çok çabuk yorulduğundan kedinin ağırlığından bile rahatsız olurdu İsmet. Hiç kaçırmazdı kedi onun mutluluğu yüzüne yansıdığı zamanları, hemen atlardı kucağına kendisini sevdirmek için. Bir yandan kediyi severken bir yandan da köydeki o dostunu düşündü. Epeydir ziyaretine gelememişti arkadaşı.

Başka şehirde oturuyordu, bir kalp operasyonu geçirdiği için epeydir gelememişti kendisini ziyarete. Ama bugün gelebilirdi, telefonda yakında demesine karşın, o yakın zaman bugünmüş gibi içine doğuyordu İsmet’in. Arkadaşı hep haber vermeden gelirdi sürpriz olsun diye, nedense bu kez yakında geleceğim diye haber vermişti. Nasıl olsa İsmet’in bir yere gideceği yoktu bu haliyle, her gelişinde, bir zamanlar birlikte gezip tozdukları, yerinde duramayan bu arkadaşını yatağında ya uyurken ya da otururken bulabiliyordu. Ancak arkadaşı geldiğinde alıp eskiden birlikte içtikleri herhangi bir meyhaneye giderlerdi. Bir taksiye atar götürür, yemeklerini yiyip ikişer duble votkalarını içtikten sonra yine bir taksiye bindirip getirirdi İsmet’i. İkişer duble votka içip İsmet sarhoş olmaya başladığında ikisi de gülerlerdi onun bu haline. Bir zamanlar öğleyin başlayıp, bir günde üç dört ayrı yerde içip giderlerdi yatmaya. Şimdi içtikleri iki dublenin sekiz on katını içtikleri çok olurdu ve İsmet’in sarhoş olduğu görülmezdi…

İsmet bir ses duyup gözünü duvardan ayırdı. Kapıya doğru döndüğünde ise arkadaşını karşısında dikilirken buldu. Göz göze gelip bir süre birbirlerine baktılar. İsmet’in burnu karıncalandı, boğazı düğümlendi. Yavaş yavaş ağlama kıvamına gelmek üzereydi. Bu geçirdiği felçten sonra böyle sulu gözlü olmuştu; aslında eskiden de kolay ağlardı ama, şimdiki durumu çok daha berbattı. Arkadaşı anlamıştı onun dayanamayıp ağlayacağını, bunun sonucunda da kendisinin de İsmet’le aynı şeyi yapacağını iyi biliyordu.

“Hani söz vermiştik, birbirimizi görünce ağlamayacaktık. Hazırlık yapıyorsun bakıyorum da?” Diyerek gelip ona sarıldı arkadaşı.

“Ağlamak için hazırlık yapmıyorum, sen ağlarsan falan, benim karşında gülmem ayıp olur diye düşündüm,”deyip gözlerinde biriken birer damla yaşı sildi İsmet.

İki arkadaş hal hatır sorarak biraz vakit geçirdiler. Vakit öğle yemeği için erken olduğundan epeydir biriktirdikleri konuşmaların bir kısmını bakımevinde yapıyorlardı. İsmet hem sohbet ediyor ve hem de biraz sonra birlikte gidecekleri meyhaneyi düşünüyordu. Birden ayıldı, hangi meyhaneye gideceklerini konuşmadan düş kurmaya başlamıştı. Karşılıklı karar verirlerdi buna, ama yine de İsmet’in istediği olurdu. Onun için kurduğu düşü sürdürmeye karar verdi, nasıl olsa arkadaşı başka yere gidelim diye dayatmazdı. Dışarıdan gelen oydu ama, asıl konuk İsmet’ti bu durumda; son sözü de kendisinin söylemesi doğaldı. Gidecekleri lokantada yiyeceği hiçbir yerde eşine rastlanmayan yaprak dolmasını düşündü. Yaprak dolmasını yerken yan masaya gelen iki dilber gördü. Şaşırdı, bu kadınlar geçen sefer de gelmişlerdi ve aynı masaya oturup yemeklerini yiyip bir şişe kırmızı şarap içmişlerdi. Karşısına denk gelen beyaz tenli, siyah kalem kaşlı kadın günlerce gitmemişti gözünün önünden İsmet’in. Arkadaşının:

“Gidelim mi, hazır mısın?” demesiyle düşlerinden koptu.

Arkadaşının yardımıyla giyindi. Bakımevi yönetimine haber verip çıktılar. Sumru çıkış kapısına dek yolcu etmişti onları. İsmet, oradaki görevliye bir miktar para verdi:

“Sumru’ya ciğer alıver yine geçen günkü kadar. Para artarsa senin çocuklara çikolata alırsın.” Dedi. Paranın artacağını biliyordu, verdiği para Sumruluk değildi. Arkadaşı ve bakımevi görevlisi İsmet’i taksinin ön koltuğuna oturttular. Taksi hareket ettiğinde kedi çok mahzunlaşmıştı…

“Nereye gideceğimizi konuşmadık ama, yine Çadır’a gidelim mi?” diye sordu İsmet. Arkadaşı ona bir süre anlamlı anlamlı baktı.

“Her zaman gelmez o kalem kaş, boşuna ümitlenme,”dedi İsmet suçüstü yakalanmış gibi oldu, hemen itiraz edip suçunu inkar etme yoluna gitti.

“Hangi kalem kaş, dalga mı geçiyorsun benimle? Yaprak sarma istedi canım? Sarmayı özledim.”

“Ben de özledim sarmayı ama bu yaştan sonra neye sarılsak taş olur.” İsmet yanındaki şoförün kıskıs güldüğünü gördü. Bu işi uzatmanın kendisine bir hayır getirmeyeceğini anlayıp arkadaşına döndü:

“Sen nereye gitmek istiyorsun?”

“Bugün seni değişik bir yere götüreceğim, karışma,” deyip gidecekleri semti söyledi şoföre arkadaşı. Daha önce birlikte hiç gitmedikleri bir yerdi burası. İsmet merak etti ama sormadı. Gidince görürüz nasıl olsa diye düşündü.

Taksi ara sokaklardan geçip iki katlı, eski bir evin önünde arkadaşının isteğiyle durdu. Taksiye ücretini ödeyip indiler. İsmet’in koluna giren arkadaşı onu kapının önüne götürdü ve zili çaldı.

“Nereye geldik?”diye sordu arkadaşı.

“Bizim bir akrabanın evine.”

“Ben evlerden sıkılırım, niye böyle bir şey yaptın?”

“Buruda sıkılmayacaksın.”

“Senin akrabalarını da alıp açık bir yere gidip oturalım?”

“Sıkılırsan gideriz, vaktimiz çok, birkaç kadeh burada içelim.”

Arkadaşını kırmamak için uzatmadı İsmet. Biraz sonra da kapı açıldı. Esmer, orta yaşlarda, kısa boylu, güler yüzlü bir adamdı kapıyı açan.

“Geldiniz mi abicim, buyurun içeriye.”

Arkadaşının ve kısa boylu esmer adamın yardımıyla içeriye girip merdivenden çıkmaya başlayan İsmet akıl erdirmeye çalışıyordu olanlara. Böyle bir akrabasının olduğunu hiç duymamıştı kırk yıllık arkadaşının. Üstelik bu adam romanlara benziyordu. Dur bakalım neye varacak bu işin sonu, diye düşündü İsmet.

Yukarı çıktıkça eski evin tahta merdivenleri ağır hastalar gibi inliyordu. Birinci katın sofasına çıktıklarında İsmet gördükleri karşısında şoka girmişti sanki. İlk göze çarpanlar, çok güzel bir içki sofrası ve biraz ilerisinde oturan dört kadın. İkisi orta yaşlı, ikisi gençti kadınların. Orta yaşlı kadınlardan birinin kucağında cümbüş, birinin kucağında keman, genç olanlardan birinin kucağında da def vardı. En genç ve güzel olanı ise elinde bir takım zil tutuyordu. Durumu anlamıştı İsmet; arkadaşı kendisine anlamlı bir sürpriz yapmıştı. Gözünün önüne yıllar önce köydeki sünnet düğünü geldi ve ayrıca bugünkü rastlantıya şaşırdı.

Bayanların hepsi yerlerinden doğrularak gelenlere “hoş geldiniz,” deyip onların ellerini sıktılar. İsmet’in oturması için genç ve güzel olan roman kızı, ellerindeki zilleri sandalyesine bırakıp, yardım etti. Bu arada, evdekilerin arkadaşını tanıdığını, kendilerini beklediklerini onların aralarındaki konuşmalardan anlamıştı İsmet. Böyle kalabalıklara her girişinde kendi haline kahreder, kaçıp gitmek isterdi her zaman. Bir zamanlar ele avuca sığmaz karakteriyle yerinde duramazdı. Kahkahasıyla ünlüydü. Kahkaha attığı zaman diğer mahalleden duyulduğu söylenirdi. Hatta onu başkalarına tanımlarken “Kahkaha İsmet,”derlerdi. Ne zamandır doğru dürüst kahkaha atamadığını düşündü..

İçkiler içilip yemekler yenmeye başladığında daha önce akortları yapılmış olan çalgılar yavaştan vurmaya başladılar. Kadınlar fasıla başladıklarında yavaş yavaş kafayı bulmaya başlamıştı İsmet. Aslında bu tür müziği pek sevmezdi o. Fakat içinde bulundukları atmosfer hiç de fena değildi. Bakımevinin yalnızlığından, lojman binasının sanal perdesinden sıkılıyordu çoğu zaman. Usulüne göre söylemeseler de bir sesti işte; üstelik de kadın sesiydi kulağına gelen…

“Sözümde duramayacağımı hiç düşünmüş müydün? Diye sordu arkadaşı.

“Ne sözü?” dedi İsmet?

“Geçen gelişimde sana, bir daha ki gelişimde köy düğününün

acısı çıkartacağımı söylemiştim, anımsamıyor musun?” İsmet bir süre düşündü. Anımsayamamıştı.

“Anımsayamadım?”

“Fıstık’ın meyhanede konuştuk ya, nasıl yapacağını merak ediyorum dedin bana?” İsmet yine anımsayamamıştı.

“Neyse, anımsayamadım ama ben halimden memnunum,”dedi.

Fasıl bitip de çalgılar oynak hava vurmaya başladığında genç ve güzel Roman kızı üstündeki ceketi çıkarıp bir kenara koydu. Buğday rengindeki biçimli çıplak omuzları gerçekten güzeldi. Zillerini takıp ayağa kalktığında ayine başlarcasına gizemli bir hava kapladı gözlerini. Zili ilk vuruşunda, genç yaşına karşın bu işin ustası olduğu hemen anlaşılıyordu. Ortada dönmeye başladığında, İsmet İspanya’da gördüğü Flamenkocuları ve kendisine evlenme öneren o kıvrak esmer dilberi anımsadı. İspanya’da fazla kalamayıp hemen masaya döndü; kız gerçekten güzel oynuyordu. Ara sıra dönerek eteklerini cömertçe açıyor, farkında olduğu güzel bacaklarını ortaya koymaktan çekinmiyordu. Baştan meyhaneye gitmeyip buraya geldiğine biraz üzülen İsmet yavaş yavaş fikrini değiştirmiş, şimdi ise, iyi ki gelmişiz diye düşünmeye başlamıştı.

Kız bir süre ortada oynadıktan sonra aynı köydeki çengi gibi gelip masayla İsmet’in arasına girip oynamaya başladı. Kız rahat girebilsin araya diye masayı arkadaşı ve kısa boylu esmer adam çekip ismet’ten biraz uzaklaştırdılar. Kız iki bacağının arasına onun sağlam bacağını alıp sürtünmeye başladığında İsmet’in yüreği güm güm atmaya başlamıştı. Gençlik günlerini anımsadı, ne güzel vakit geçirmişti kadınlarla; şimdi ise korkmaya başlamıştı. Bu işin sonu nereye varacak diye düşünüyor ve işin sonunun varacağı yerde kendisinin olup olamayacağını düşünüyordu. İsmet’in düşünme süresi biraz fazla uzayınca da, Arkadaşı:

“Cebinde hiç para yok mu?”diye sordu. O anda uyandı İsmet. Sağlam elini cebine sokarak bir demet para çıkardı ve içinden en büyüğünü seçerek kızın sutyeninin içerisine soktu. Kız parayı aldıktan sonra İsmet’i yanağında öpüp oradan ayrıldı. Karşıya geçip arkadaşının önünde oynamaya başladı. İsmet arkası kendisine dönük olan kızın oynak kalçalarına bir süre baktıktan sonra bardağından büyükçe bir yudum rakı aldı. Çoktandır böyle bir lezzet almamıştı rakıdan…

Kızın dansı bitip sohbete başladıklarında İsmet’in keyfi yerindeydi. Daha doğrusu keyifli olmaya karar vermişti, yaşamının bundan sonrasında böylesi değişikliklerin tadını çıkarması gerektiğini düşünüyordu. Daha fazlasını bulamayacağına göre; kendisini seven bir arkadaşıyla birlikte içki içmek, güzel bir Roman kızının kalçalarını, sımsıkı göğüslerini seyretmek kendisi için tadını çıkarması gereken şeylerdi, bundan mahrum kalmamaya çalışmalıydı. Dostlar için kurduğu kalabalık masalar, Tuna nehri kıyısında beş yıldızlı otellerde baş başa kaldığı güzel kadınlar onun için yinelenemeyecek anılardı artık. Güzeldi, gerçekten çok değişikti bugün. Arkadaşına ve masadaki herkese teşekkür edecekti ayrılırken.

“Önünde oynarken bir ara çok titredin be ağabeycim, seni yiyeceğimden mi korktun yoksa?” diye laf attı ondan hoşlandığını belli eder dost bir tavırla genç ve güzel Roman kızı İsmet’e.

“Yok be güzel kız. Ben senden değil kendimden korktum. Beni yediği zaman hiç tat alamayacak bu güzel kız, keşke şimdi gençliğim olsaydı da tadıma varsaydın diye düşündüm. Benim gibi kart bir adamı yemeye kalkarsan ya dişin kırılır, ya da boğazına oturup kalırım.”

“Şaka yaparım be ağabeycim, ben seni çok sevdim, onun için söylerim öyle, gene gel, güzel bir adama benzersin sen.”

“Bizde yatak yoktur, ama sonuna kadar eğlence vardır, sen bana telefon et, arkadaşınız olmadığı zaman bile ben gelip alırım, daha sonra da götürüp bırakırım bakımevine.” Dedi kapıyı açan esmer adam.

Birkaç kez daha dans etti güzel Roman kızı, içkinin dozu arttıkça hem kız ve hem de dansları daha çok güzel göründü İsmet’in gözüne. Hepsine çok teşekkür ederek kalktılar arkadaşıyla. Kısa boylu Esmer adam telefon edip bir taksi çağırdı. İsmet’i hepsi birden yanaklarından öperek yolcu ettiler.

Taksi hareket ettiğinde İsmet düşünceye dalmıştı. Arkadaşıyla yıllarca aynı şeyi yapmışlardı, biri düşünceye dalınca diğeri onun rahat bırakır ve konuşmazdı. İsmet “nereden nereye,” diye geçirdi aklından. Bir zamanlar masasına oturup içkisini içmek için, sanki dostmuş gibi ona sarılıp öpen insanları, bir de arkada bıraktıklarını düşündü. Arkada bıraktıkları bu insanlar bu işi profesyonelce yapıyorlardı. Eğlenceyi profesyonelce yapan bu adamların kendisini kucaklayıp öpmeleri, bir zamanlar masasına oturabilmek için ona sarılanlardan çok daha içtendi. Eğer bir zamanlar dost görünenler gerçekten içten olsaydılar, bugün bakımevine kendisini bir kez olsun ziyarete gelirlerdi…

Arkadaşı onu getirip bakımevine bıraktı. Ertesi gün yaprak sarması yemeye Fıstık’ın meyhaneye gideceklerini söyleyip gitti. Karnı epeyce şişmiş olan Sumru onu Bakımevinin kapısında karşıladı. Görevlinin yardımıyla odasına çıkarlarken Sumru da asansörde İsmet’in sağlam bacağına sürünüyordu.

Soyunup yatağının ucuna oturan İsmet bir yandan sağlam eliyle kedisini seviyor, bir yandan da karşıki lojmanın gri duvarında oynayan geç ve güzel Roman kızının dansını izliyordu…