Sevgili babam İlhan Karaefe’nin kaleminden yaşadığı gerçek bir hikaye… (E.Karaefe)
1950’ler. Anadolu’da küçük, yeşillik bir kasaba. Kasabanın nüfusu 4500 civarında. Herkes birbirini tanır, birbirinin huyunu suyunu bilir. Biraz derinden soruştursan hemen herkes birbirine akraba. Yani yerli tabiri ile sen-ben-bizim oğlan.
Her kasabada olduğu gibi, bizimkinin de zengini var, fakiri var. Akıllısı var, delisi var. Bizdeki zengin bayağı zengin, mal mülk gani, para pul çuvalla. Eh siyasi nüfuz da sorma gitsin, astığı astık, kestiği kestik, her zaman iktidarın adamı. Bir de delimiz var, adı deli Ramazan. Deli ama her zaman deli değil, yazın ve kışın başlangıcında bir değişir.
Değişir de ne yapar? Kasabanın sokaklarındaki çöpleri toplar ve başlar konuşmaya.
– Len gahbe nalı, bunca mal mülk o fakir bubandan mı galdı?
– Len hacıların Mustuğu niye dövdürdün, dalğana daş mı attı?
– Utanmaz deyyus, öğretmeni de sürdürmüşsün, utanmadın mı len deyyus!
– Gaymakam da sıradaymış, öyle mi len?
– Dün yatsı namazından sonra yine haççelerin sokağında görmüşler seni len.
– Gasabada sana çüş decek yok mu len?
Aslında Ramazan’ın derdi çöp toplamak değil, altı aydır birikmiş öfkesini kusmak. Çünkü kasabada kimse o belaya karşı çıkamıyor. Karşı çıkan yandı. Memursa şarka sürülür, tüccarsa dükkanı taciz edilir, lokanta veya otelse her gün belediyeden ceza gelir. Kısacası karşı gelene yaşam hakkı yok kasabada. Deli Ramazan hariç. Ramazan altı ay aralıklarla, on on beş gün diline ne gelirse giydirir.
Yine Ramazan’ın delirdiği bir dönemde kasabanın zengini;
– “Bıktım len bu deliden, söyleyin bizim Reis’e, bu kerhaneciyi göndersin tımarhaneye.” Başkana söylerler, Belediye Başkanı kaytarmak ister:
– “Hemen gönderirdim ama tahsisatımız yok” der.
Kasabanın zengini kızar:
– “Belediye benim değil mi, parası da benden!” der. Başka çare yok, Ramazan gidecek tımarhaneye. Başkan hastane başhekimliğine bir yazı yazdırır başkatip Ahmet’e. Başkatip dedikse zaten katiplerin hepsi bir tane belediyede. İmzalar yazıyı ve verir Ahmet’in eline:
– “Deli Ramazan’ı al, bindir trene, götür tımarhaneye, bu yazıyla teslim hastahaneye ve dön gel. Oralarda oyalanma, kaybolursun ha.”
Başkatip bulur bizim Ramazan’ı, Ramazan anlar durumu.
– “Anladım, koca köyü bir görüp gelelim bakalım” der, hoşuna gider bu iş. Akşam vakti binerler trene, sabah Haydarpaşa’dalar. Oradan atla vapura, geç karşıya ve sora sora bulurlar tımarhaneyi. Başhekimin kapısında beklemeye başlarlar.
Deli Ramazan;
– “Ver hele şu yazıyı, bir de ben göreyim” der ve alır mektubu. Alır almaz da dalar Başhekimin odasına, başlar Başhekimin eli ayağını öpmeye.
– “Aman hocam, kurtarın beni bu deliden, Belediyeden gönderdiler, yolda belediyenin verdiği yolluğu elimden aldı, aha yazısı, aha kendisi, adı da deli Ramazan. Belediyenin parasını kurtarıverin, bana geri verin, ben gideyim” der. Başkatip Ahmet şaşkın, bir şeyler mırıldanmak ister ama, Başhekim sinirlenmiştir, işinin arasına giren bu adamlardan.
Bağırır yanındakilere:
– “Alın bu delideki paraları, verin bu adama, atın sokağa, bu deliyi de dipteki odaya.”
Böylece deli Ramazan paralarla sokakta, Başkatip Ahmet dip odadadır. Deli Ramazan paraları bitirince biner trene, döner kasabaya. Ahali sorar “Ne oldu diye?” bizim Ramazan’a.
– “Ahmet orayı pek beğendi, beni geri gönderdi, şimdi paraları yemekle meşguldür herhalde” der.
On, on beş gün geçer aradan, baş kâtip hala yok ortalıkta. Belediyedekiler telaşlanmaya başlar. Telefon bağlantısı hak getire o zamanlar. Tam İstanbul’a bir adam göndermek üzereyken çıkar gelir baş kâtip.
– “Reis Bey, zor kurtardım paçayı, beni tedavi etmeye kalktılar, bir türlü anlatamadım derdimi, son gün tesadüf bir hizmetli hemşeri çıktı, o beni tanıdı, şahitlik yaptı da anca salıverdiler, parasız pulsuz zor bela döndüm memlekete” der.
O günden sonra baş kâtibin adı Şapşal Ahmet olarak anılmaya başlar. Şapşal Ahmet gel aşağı, Şapşal Ahmet çık yukarı. Bâş katip unvanı ise artık unutulmuştur.
Belediye Reisi ve arkadaşları ne yapalım da deliyi tekrar gönderelim diye düşünürlerken Ramazan çıkagelir.
– “Siz bana deli diyorsanız, ben kendim giderim hastaneye, verin yazıyı, verin yol parasını, ben iyi olup raporumu alıp gelirim” der. Verirler yazıyı, verirler parayı.
– “Hadi aslanım iyi ol da gel” derler. Ramazan 3-4 ay sonra gelir, çekilir evine. Yine hastalık dönemi gelince başlar çöp toplamaya, başlar küfürlere, hem de isim vererek, hem de yüksek sesle. Çünkü artık deli raporu vardır elinde. Kasabanın üç beş muzırına verir veriştirir. Kasabadaki jandarma komutanına şikayet ederler, komutan Ramazanı çağırtır, neden böyle yaptığını sorar.
Ramazan;
– “Benim aklım ermez, ne dediğimi biliyormuyum ki, ben raporluyum” der.
Komutan aslında durumu bilmektedir, salar Ramazan’ı. Ramazan’ı taktir etmektedir. Buraya böyle birisi lazım diye düşünür. Ama karşıdakiler boş durmaz, komutanı zorlamaya çalışırlar. Komutan asker, siyaset miyaset tanımaz, işinin doğrusuna bakar. Yıllar yılı Ramazan, kasabanın edepsizlerinin burnundan getirir. Her lafının sonunda rapor almak zor, çok zor der. İnsanlar merak eder ama Ramazanı konuşturamazlar, ne demek istiyor diye.
Gel zaman git zaman, yıllar sonra, kasabaya güvendiği biri Reis seçilir, Ramazan sık sık onu ziyarete gider, ahbap olurlar. Geçen yılları konuşurlar. Ona anlatır rapor almanın zorluğunu:
– “Reis bey hiç sorma, deli olmak, hele deli raporu almak çok zormuş. Ben hastaneye gidip teslim oldum. Deli raporu almak istiyor diye beni başhekime götürdüler. Başhekim beni hatırladı. Bundan deli mi olur, adam bize baş kâtibi kazıkladı gitti, biraz hastahanede tutup geri göndeririz, dedi. Attılar beni bir odaya. Birkaç doktor beni yokladı, bütün bildiklerimi kullandım, ikna oldular ki ben deliyim. Ama başhekim Nuh diyor, peygamber demiyor. Vermiyor raporu, belli ki yakında beni geri gönderecekler. İşi sıkı tutmam lazım. Başhekimi kollamaya başladım, hep onu takip ediyor, onu soruşturuyorum, açığını bulsam oradan dalacağım, fakat adam düzgün, açığı yok. Ama bir zaafı var, adamda acıma hissi fazla. İyi niyetli garibim. Hastalarına düşkün. Onların üzülmesini hiç istemiyor. Kendisinin hastahaneye geliş gidiş saatlerini kollamaya başladım. Bir gün sabah kapıyı kolluyorum, başhekim göründü, kış günü dışarı ayaz mı ayaz. Girişe yakında bir havuz var, buz tutmuş. Başhekim tam havuzla giriş arasına geldi, ben başladım bağırmaya.
– Memleketin hali ne olacak, benim kasabama ne olacak, deyyuslara kim küfredecek!!!
Attım kendimi havuza, her tarafım yarılmış, her tarafım kan, yara bere içinde kalmışım, herkes koşuşturdu, ben havuzun içinde debeleniyorum, başhekim bana bakıyor. Beni çıkardılar havuzdan, sırılsıklam su içindeyim, alnımdan kan akıyor, aha şu gördüğün çukur buzdan delinmiş, kan oluk gibi akıyor. İçimden “kazandın oğlum Ramazan” dedim. Başhekimin ayağının ucuna yuvarlandım. Başhekim “Bundan deli olmaz” dedi. Ben, “havuz çok soğuk, yarın işimiz yine zor olacak doktor bey”, deyince bana uzun uzun baktı, belli ki acıdı, hazırlatın raporunu, bugün bu hastahaneden çıkarın dedi, başını iki tarafa sallaya sallaya girdi içeri. Akşam üzeri raporu elime verdiler, gideceğim, ama başhekimi bir ziyaret edeyim, dedim. İçerden bağırmaya başladı;
– O hala burada mı? Atın dışarı, gitsin memleketine, yapacağı işler vardır.”
İşte böyle Reis bey, rapor almak zor ama daha yapacağım işler var, yanlış yaparsan sana da söverim, iyi bil.
Yazan: İlhan KARAEFE