Abdullah Bey için emekli demek doğru olmaz, çünkü öğretmenlik hala onun yaşamının en önemli parçasıdır. Sabah, okula gidiş saatinde uyanır, telaş içinde kahvaltısını yapar, gazetesine, birazdan evden çıkacakmış gibi, hızlıca göz gezdirir. Evlerinin karşısındaki okulun zili çalınca masadan kalkar, duraksar, kısa bir şaşkınlık geçirir, içindeki ses onu sınıflara çağırsa da, o usulca gazetesine döner. Gözlerini kısıp, şöyle bir baktığı sayfaları noktası virgülüne varıncaya dek yeniden okur. Kahvesi gelene dek hiç konuşmaz. Kahve onun için iş bırakma saati gibidir. Salona kahve kokusu geldiği anda çenesi açılır:
– Koskoca köşe yazarı bile yazım hatası yapmış. Bak sana okuyayım da bul.
Saniye Hanım, Abdullah Beyin kendisi ile konuştuğunu duymaz ama hisseder. Gözünü kaldırıp, saatine baktıktan sonra hafifçe gülümser. Saat 11. Neyse, Abdullah Beyin ilgisi iki saat sonra en azından yön değiştirecektir. Onun görevi, torunlar okuldan çıkıp, öğle yemeği için kendilerine gelene kadar, Abdullah Beyi oyalamaktır. Saniye Hanım, gazetenin sıkıcı yazılarından söz etmektense, çocuklar, torunlar ya da kemiklerini sızlatan romatizmalarından söz etmeyi tercih eder:
– Dün Elif, sokak köpeklerini sevmeye kalktı. Köpekte buna hırlamasın mı, sen korkudan, elindeki tabağı yere atıp kır, sonra da başla ağlamaya.
– Tabak kırığını toplayıp, köpeği kovduktan sonra, Elif’e de bir tane patlatsaydın.
– Sanki tokattan anlıyor mu?
– Birinci tokattan sonra biraz bekler ikinciyi patlatırsın.
İşte Abdullah Bey. Eğitim konusunda kimseyi konuşturmaz. Ona göre eğitimin temeli çocukların kuralları kabul etmeleridir. Eğer herhangi bir konuda bir kural olmasa bile, bunu çocuklara fark ettirmemek gerekir. Onlar akıllıdır. Büyüklerin duraksadığını, düşündüğünü fark ettikleri anda bir kuralın olmadığını anlarlar. Bu noktadan sonra her çocuk, dizginlerinden boşalmış bir yabani tay gibi her yana koşabilir. Tokat, çocuğun aynı hatayı ikinci kez yapmasını engellesin diye, ya da kırılmayı bekleyen tabak çanakları korusun diye atılmaz. Tokat, çocuğa bir kuralın var olduğunu anımsatmak için gereklidir. Kuralları koyan kişi bilgisiz ya da konulan kural yanlış olabilir. Ancak bunun zerre kadar önemi yoktur. Önemli olan çocuğun çerçeveye girmesidir. Çocuğun karşısına nasılsa ileride daha iyi kılavuzlar çıkacak, kurallar değişecektir. Hatta belli bir yaşa gelen çocuk, artık kendi kurallarını oluşturmaya başlar. O zaman çocuk, ailesi ve ülkesi için yararlı olur. Kuralları olmayan bir çocuğa verilen eğitim, zehir gibidir. Bu kişi hangi işin başına geçerse geçsin sistemi yok eder. Çünkü sistem denilen şey aslında kurallar bütünüdür. Dikkat edilecek tek nokta : Tokat kural koyucunun değil, kuralın gücünü göstermelidir.
– Geldiklerinde sen patlatırsın.
– Artık geçti. Testiyi kırdıktan bir hafta sonra atılan şaplak, çocuğun yüzünü kızartmaktan başka işe yaramaz.
– Dövsek de sevsek de suç, ne halt edeceğimi ben de şaşırdım.
– Bak Saniye, şaşırdığında sakın çocuklara belli etme. O an içinden hangisi geliyorsa, onu yap, ister eğilip yanaklarından öp, istersen kıçlarına bir tane patlat, ama sakın yüzlerine kararsız kararsız bakınma.
O an, Saniye Hanımın dilinin ucuna “Kendi çocuğunu böyle yetiştirdin de ne oldu ?” demek geldi ama kendisini tuttu. Kızları ile altı yıldır görüşmüyorlardı. Kız önce üniversitedeki öğretmenine aşık olmuş, daha sonra da kendinden yirmi beş yaş büyük biri ile birlikte yaşamaya başlamıştı.
– Bazen öğretmen değil de asker olmalıymışsın diye düşünüyorum.
– Neden?
– Bu kadar çok kural ancak askeriyede var da ondan.
– Askeriyede senin sandığın kadar çok kurala gerek duyulmaz. Askerlikte kurallara değil, üstlerine boyun eğmeyi öğrenirsin. Özgür toplumlarda ise kurallar çoktur. Kural koyan ya da denetleyen kimse olmasa da herkes onlara uyar. Askeriyede kurallar üstlerin omzundadır. Üstler çıkınca, kurallar da onlarla birlikte çıkar odadan.
Abdullah Bey, öğretmenliğinde pek sevilmezdi. Çocukları dinlemez, gülmelerini, ağlamalarını umursamaz; onlara üretim hattındaki numuneler gibi bakardı. Bir keresinde, ders arasında yanına gelen bir öğrencisi kendisiyle konuşmak istediğini söylemişti. Birlikte bahçeye çıktıklarında, çocuk heyecan içinde, babasının uzun süredir birisiyle dostluk ettiğini, akşamları eve gelmediğini, annesinin bir aydır hasta olduğunu anlatmıştı. Abdullah Bey, sinirlenerek:
– Dostluk etmek de ne demek ? Dost tutmak ya da dostu olmak desene. Türkçe dersinde gözüm üzerinde olacak.
Başka şeyler de söyledi. Ders yeniden başlayana kadar konuştu Abdullah Bey. Eğitimin yararından girdi, aile düzeni kötü de olsa okula gitmek gerektiğinden çıktı. Çocuk sürekli başını sallayarak öğretmenini onaylıyordu. Zilin çalmasıyla birlikte, çocuk ağlayarak sınıfa koştu. Abdullah Bey şaşırdı: Ne yani diye geçirdi içinden, millet kendine dost tutsun, ben de çocuklarına bakayım. Eğer olanağı olsa, tüm aileyi sınıfa sokar, adama da dostuna da iyi bir ceza verirdi, ancak devlet, babasını bırak, çocuğu sınıfa zor getiriyordu…
Kapıda torunlarının sesi duyuldu sonra zil çaldı. Abdullah Bey, pantolonunu düzeltti, omzunu dikleştirdi. Gazeteyi yeniden aldı eline…