– Bu konser benim için çok önemli: Dönüm noktası.
Ben bu tür sözlerden huylanırım. Önemsenen şeyler, felaket habercisi gibi gelir bana. Herhangi bir işin bozulmasını istiyorsan, çevrendekilere yaşamının bu işe bağlı olduğunu söyle yeter. Neyse, sezgilerimi bir yana koyup işime baksam daha iyi. Levent eski arkadaşımız, yaptığı müzik bizim çaldığımız türden olmasa da zor durumda kalan arkadaşlara yardım etmek gerek.
– Levent, keşke konserde bizim de çalacağımızı daha erken haber verseydin.
– Ben de bilmiyordum ki.
İşte Levent’le çalışmanın özeti. Kimsenin hiçbir şeyden haberi yok. Bir girdabın içinde dönüyoruz ve birbirimize çarpınca keşke diyoruz böyle olmasaydı. El ele tutuşsaydık ya da sırayla dursaydık. Ama iş işten geçmiş, biz birbirimize toslarken, sözlerimiz su halkalarının ucunda hızla uzaklaşıyor. Ne çalınacağı, kimlerin çalacağı, ne zaman prova yapılacağı henüz belli değil. Bildiğimiz tek şey, Levent’in bizi konserden iki gün önce arayıp, gırtlaktan gelen hüzünlü bir sesle yardım istediği ve bizim de zor durumdaki bu sese kulak verdiğimiz. Konser provası için toplanınca, eski topluluk üyeleri ile yapılan son çalışmada kavga çıktığını ve Levent’in onlara ‘sikt’rolun gidin’ dediğini öğreniyoruz.
Şarkıların çoğu Levent’in bestesi, ancak Levent de dahil olmak üzere kimse şarkıların nasıl çalınacağını bilmiyor. Eski kayıtları dinleyip, akorları öğreniyoruz. Sonuç kötü, herkes ayrı telden çalıyor, bir toplulukta olması gereken temel öğeler bizde yok. Parçaya birlikte başlasak bile birlikte bitiremiyoruz. Gürcan davulda şarkıyı bitirirken, vokalci çığlıklar içinde nakarata yeniden giriyor. Ben solo gitara eşlik ederken, diğer gitarda benim solo çalacağımı düşünüp bana eşlik ediyor, Hakan, parçaların basını değil, ağrıyan başını düşünüyor. Bir topluluk ne kadar kötü çalabilirse biz de o kadar kötüyüz. Son parçayı da bitirince, Levent hepimizi şaşırtıyor:
– Çok iyi oldu ama acaba başka parçalar mı çalışsak, Resimdeki Gözyaşları iyi olmaz mı sizce ?
Bir anda gözüme eski grubun son çalışması geliyor. İlk ve son provamız bitmiş, kötü de olsa parçalara ayak uydurmuşuz ama Levent, içinden gelen bir sesle başka bir denize yelken açıyor. Kendisine, o parçayı bilmediğimizi söylüyoruz. Levent, bu açıklamamızdan ikna olmasa da fazla diretmiyor. Konser günü görüşmek üzere ayrılıyoruz.
Cumartesi erken saatte buluşup birlikte çay içiyoruz. Ankara’nın serin sabahlarından birisi, herkesin aklı başka bir yerde. Yirmili yaşların başında, hepimiz hayallerimizin arkasından gitmek üzereyiz, burada durmamızın tek nedeni, henüz hayallerimizin bizi yanına çağırmamış olması. Gözüm Levent’e takılıyor. Levent, konserden alacağı para ile yapacaklarını planlıyor. Belki de sezgilerimde yanılacağım, işler iyi gidecek. Gitarları, davulu ve diğer aletleri alıp Gölbaşı’na doğru yola koyuluyoruz. Konserin yapılacağı spor salonuna doğru giderken, bir yandan da Levent’in projelerini dinliyoruz. Levent’in en büyük isteği bir Anadolu turnesine çıkıp şarkılarını söylemek. Ona göre küçük konserler, bu turnenin kapısını aralayacak. Hepimiz kendi hayallerimizi anlatarak konser alanına kadar geliyoruz.
Hayallerimizin yarattığı mutluluk ortamı kapıdan içeri girer girmez kayboluyor. İçeriden folklorcu kızlar çıkarken, konser salonuna son model bir Mersedes’in içinde adını bilmediğimiz bir halk ozanı geliyor. Tanışmamıza gerek kalmadı, plakasının yerinde adı yazıyor. Kendisine hayretle bakınca bizi izleyicilerden sanıyor ve hepimizi selamlayarak içeri giriyor. Levent’e, halk müziği dinlemeyi severim ama bunun bir rok konseri olacağını düşünmüştüm diyorum. Önümüzden geçen davul zurna ekibi ile birlikte, Levent’in turne hayalleri de kayboluyor. Ancak üzülmesin diye, bu türden konserlere daha çok kişinin geleceğini ve grubunun adının daha büyük hızla yayılacağını söylüyorum. Sözlerim, Levent üzerinde olumlu bir etki yaratıyor.
– Hadi o zaman, gidip ses sistemine bakalım.
Salona girip sahneye doğru yöneliyoruz. Ses ayarlarını yapmak istediğimizi söyleyecekken gözüm, sisteme takılıyor. Mikrofon, en fazla belediyedeki anons sistemlerinde kullanılabilecek türden bir mikrofon. Bununla şarkı söylemek, çaydanlıkta börek yapmak gibi bir şey. Soruyu değiştiriyoruz:
– Cihazlar ne zaman gelecek ?
Adam sorumuza anlam veremiyor.
– Siz getirmediniz mi ?
– Biz sadece gitarlar, yükselticiler ve kabloları getirdik, mikrofon ve denetim masası genelde organizasyon tarafından sağlanır.
Adam, önündeki dört kanallık cihaz ile deminki mikrofonu gösteriyor ve bunlardan başka bir donanımlarının olmadığını söylüyor. Oysa bize en azından dört mikrofon gerekli. Çökmüş biçimde içeri yollanıyoruz. Levent artık söyleyecek iyi bir söz bulamıyor. Herkes başı önünde düşünürken, günümüzü kabusa çevirecek parlak fikir ne yazık ki benden geliyor:
– Çalıp söylüyormuş gibi yapalım.
Levent anlamıyor. Ayrıntıları ile anlatınca, toparlanıp Çankaya’ya doğru yola çıkıyoruz. Levent’in kaseti yeni çıkmış, girdiğimiz ilk mağazada kaseti buluyoruz. Biz kaset için para sayarken, Levent kasetinin satılmasından dolayı anlamsız bir gurura kapılıyor. Onlara, konser salonundaki adamın yanında, sisteme bağlı bir müzik seti gördüğümü söylüyorum. Dönüş yolunda plan kusursuz bir hal alıyor. Plana göre şarkıları kasetteki sırada söyleyeceğimizden, şarkı aralarında, kasetten parça arama sıkıntısı olmayacak. Ayrıca Taner de arkada çalan kasetin üzerine, kendi sesi ile söyleyip arada coşturucu sözler edecek. Böylece herkes havaya girecek. Bu plana göre biz, sahnede el oynatmak dışında bir iş yapmayacağız. Hepimizin neşesi yerine geliyor.
Salona döndüğümüzde kaseti adama verip ne yapacağını anlatıyoruz. İlk deneme fena değil, davulu kurup sahne arkasına geçiyoruz. Salon yavaş yavaş doluyor. Küçük bir alan olmasına karşın, tıka basa dolunca iki bin kişiyi alabildiğini öğreniyoruz. Gerçekten de kısa süre içinde salon, ağzına kadar doluyor. Sahneye çıkan kişilerle birlikte tüm salon göbek atıp, bir ağızdan şarkılar söylemeye başlıyor. Levent, rok konseri vermek için pek uygun bir ortam değil ama bizim için farklı bir deneyim olacak diyerek bizi rahatlatıyor. Sıramız geldi, koşarak sahneye çıkıyor ve izleyicileri selamlıyoruz.
Adamımız yerinde. Yalnız yönetimin değil kaderimizin de elinde olduğunun farkında, bizden işaret bekliyor. Taner izleyicilere, böyle bir konserde söylenmemesi gereken ne varsa söyleyip bitirdikten sonra bize dönüp her şeyin yolunda olduğunu gösteren işaretini yapıyor. Neyse ki ses sistemi bozuk olduğundan kimse ne dediğini anlamadı. O anda Hakan’la göz göze geliyoruz. Ses ayarına baktığımızda salonda kimseler yoktu, şu anda ise salon, bağırıp çağıran insanlarla dolu. Taner geri dönüp bize işaret veriyor. (Aslında, bu işaret kaseti çalacak adama) Çalan kasetle birlikte biz de elimizi oynatmaya başlıyoruz. Kasetin sesi yetersiz, Taner’in şarkıya girmesi de kâr etmiyor, sesimiz bizden önceki davul zurnanın ancak çeyreği kadar çıkıyor. Levent, adama sesi yükseltmesini işaret ediyor. Hakan’la yeniden göz göze geliyoruz. Levent sesi biraz daha yükselttiriyor. Tam oldu derken, arkadaki hoparlörlerden bir uğultu duyuluyor. Ses yavaş yavaş yükselip tüm salonu dolduruyor. Tam bu sırada Taner hiç yapmaması gereken bir şey yapıyor: Şarkı devam ederken mikrofonu bırakıp arkadaki adama yöneliyor. Solist mikrofonu bıraktığı halde, şarkı söylenmeye devam edince herkes durumu fark ediyor. Salonu dolduran uğultu sesine, anlaşmış gibi bir anda yükselen ‘yuuuh’ sesleri ekleniyor. Salondaki görüntü çok ilginç: izleyiciler yuh çekiyor, Levent’le Taner aralarında bir şey konuşuyor ve biz de çalmayı sürdürüyoruz. Bu adamlar ne konuşuyor diye düşünürken Levent ve Taner yüz metre yarışçıları gibi salonun ters tarafındaki kapıya doğru koşmaya başlıyor. Durumu oyun sanan çocuklar Levent’in peşine takılıyor ve yuh çekerek Levent’i kovalıyor. Ancak Levent koşuda, gitardaki hızının çok üzerine çıkıyor, otuz saniye içerisinde Taner’i de geride bırakıp müzisyenlerin girdiği kapıdan kendini dışarı atıyor. Bu arada biz de küfürler eşliğinde davulları topluyoruz. Tüm aletler kılıflarına girince, bağırıp çağıranları duymazlıktan gelerek, hızlı adımlarla aynı kapıya yöneliyoruz.
Müzisyenlerin odasında, Levent’le Taner’i kavga ederken buluyoruz. İkisi de ağlayacak durumda. Konseri düzenleyenlerden para istemeye yüzümüz olmadığından toparlanıp çıkıyoruz. Dönüş yolunda araba, cenaze arabası gibi ama arada bir birbirimize bakıp gülüyoruz. Gürcan, Levent’e üzülmemesini söylüyor, artık Gölbaşı’nda herkes tarafından tanındığını, yeni konser teklifleri gelebileceğini anlatıyor. Sonra da ekliyor:
– Korkma, eğer ters giden bir durum olursa, kaçarsın. Kimse seni yakalayamaz.
Levent anlamıyor:
– Tamam. Ama bir dahakine beni dinleyin de Resimdeki Gözyaşları’nı çalalım.