Randevu

Randevu

Ya gelmezse? ‘Gelmeye çalışırım’ dedi, gerçi. Ama ben de gitmeyi düşünmediğim ne kadar yer varsa, ‘Gelmeye çalışırım’ demiyor muyum? Belki saati biraz erken oldu. Ben sabah erken kitaplığa gidiyorum, istersen sen de gel, çıkışta çay içer, sohbet ederiz. Düşününce kendimi bir kez daha kutluyorum. Laf arasında söylemiş, doğal, konuşurken aklıma gelmiş gibi. Oysa üzerinde günlerce düşündüğüm bir çağrı. Her biri, ayrı ayrı seçilmiş, aşırı bir istek ya da beklenti havası uyandırmayan sözcükler. Sanki çocukları maça çağırıyorum ya da elimi denize değdirip serinmiş diyorum, biraz oturalım o zaman. Yok yok. Hiç belli olmadı.

‘Gece kuşuyum ben, erken kalkarsam gelirim’. Mutlaka güzel bir şey olmalı şu gece kuşu: Kararlı değil, umursamaz, sıcak, şakacı…

Onu gülerken pek görmedim. Ama konuşurken bakışlarının üzerine dağılmış bir gülümseme var yüzünde. Ben konuşurken arkamda bir köpek yavrusuna gözü ilişmiş de bir yandan dinliyor, bir yandan da gülerek onları izliyor gibi.

Şu kadın da her gün gelip dibime oturmak zorunda. Yaşlıların bu kadar dakik olmalarına bir anlam veremiyorum. Elinin altında canının istediği gibi kullanabileceği yirmi dört saati var. Ama her gün saat dokuzda, şu kapıdan içeri girip kendini göstermezse işleri alt üst olacak, dünya büyük bir sorunla karşı karşıya kalacak sanırsınız. Hele topuklu ayakkabılarını eşikte bir tıkırdatışı var ki ‘İşte, ben geldim; siz de beni beklemiyor muydunuz zaten?’ der gibi. Son günlerde de sandalyesini benimkine bitiştirip, okuduğu kitabı gözüme sokmaya başladı. Yüzündeyse, benim bugüne kadarki hayat bilgimle anlamlandıramayacağım bir gülümseme var. Çehov’un prensesi gibi bulutların üzerinde dolaşıyor. Geldiğinde onu bekleyen bir kalabalık olsun, insanlar onu görünce sevinsinler, ‘Sonunda geldi; demek yaşam sürüyor, her şey yolunda’ desinler.

Saat on oldu. Gelirken çay bahçesi boştu, köşedeki masa…

Okurken gözleri dalıyor. Birazdan gidecek. Acaba doğru mu yaptım? Laf arasına sıkıştırılmış sözde bir çağrıya bel bağlamak. Yaptığım planı yeniden gözden geçiriyorum. Tek düşüncem onu çağırmak, ama öylesine sıradan bir çağrı ki, gelmediğinde benim onu beklediğimi bile düşünmeyecek. Kendimi küçük düşürecek, reddedilmiş duruma itecek bütün kapılar kapalı. Kendi yaptığım planı bozmadan, yerlerimizi değiştiriyorum. Böylesine sıradan bir çağrıya koşarak gelmek. Gitsem çok istekli görünmüş olmaz mıyım? Hele bir de gittiğimde yanında başka arkadaşları olursa. Ya da beni çağırdığını unutursa…

Düştüğümü tasarladığım tuzak içimi burkuyor. Sonunda yaşlı kadının saati de ilerledi, kalkmak için toparlanıyor. Ama ilk kez bundan hoşnut değilim. Gelirken, ‘yaşlı kadın gidene kadar bekler, sonra giderim ‘ diye düşünmüştüm. Şimdi bu düşünce beni rahatsız ediyor. Artık beklemek için tek nedenim var.

Öğretmen çağırıyor. Hadi kalksana. Yerimden kalkıyorum. Tam masaya yönelirken çevremdekiler gülmeye başlıyor. Seni değil, sen otur. Seni değil…

Yıllar sonra yüzümde aynı zorlama gülüş: yenilmiş ama belli etmemeye çalışan. Seni değil…

İyi günler. Başımla selamlıyorum. Bugüne kadar, yaklaşık yüz elli kere ‘günaydın’, bir o kadar da ‘iyi günler’ dediğimizi hesaplıyorum. Belki yarın ona ne okuduğunu ya da nerede yaşadığını sorabilirim. Eğer yarın gelirse tabii.

İnsan, yaşantısının akışını değiştirecek konularda bile ‘bilmem’, ‘fark etmez’, ‘çok da önemli değil, nasıl biliyorsan öyle yap’ der mi? Ya da neden der? İstekli görünmek bağışlanamaz bir hafifliktir çünkü. Olgun kişi kendini denetleyebilmelidir. Arzularına, aç hayvanların avlarına yaklaştıkları gibi değil, planlı programlı, adım adım ilerlemelidir. Yalnızca çocuklar ve aptallar isteklerini açıkça belli ederler. Oysa istediğine ulaşmanın en kolay yolu, onu istediğini fazla belli etmemektir. Eğer isteklerimizi açıkça ortaya koyarsak, isteğimiz ne olursa olsun, değeri artmaya başlar. Ayrıca, bir şeye gösterilen aşırı düşkünlük toplum tarafından bir zayıflık belirtisi olarak görülebilir.

Irmağın diğer yanında ise akıp geçen zaman var. Yaşamı ticari bir pazarlık ya da bir gurur kalesinin içine sıkıştırdığımda pişmanlıklar da ardından geliyor. Bunları düşünürken, yaşlı kadın sessizce dışarı çıkıyor. Yüzünde ibadetini tamamlamış birisinin huzuru var. Dikkatimi toplayamıyorum, sürekli çevreme bakıp, arada bir de okuyormuşum gibi kitabımın sayfalarını çeviriyorum.

Uyanamadın mı? Duyduğuma sevindim, benim de o gün bir işim çıktı, kitaplığa gidemedim, sana da haber verme olanağım olmadığından çok huzursuz oldum. Neyse, iyi olmuş…

Böylece, bekleyip, bekleyip de eli boş dönmüş, ya da çağrısı karşılıksız kalmış durumuna düşmem. Zaten laf arasına sıkışmış öylesine bir çağrı. Bir sayfa daha çeviriyorum. Kapı açılıyor: kitaplık görevlisi. Gerçi, görevli demek doğru mu bilmiyorum? Adamın bir görevi olmadığını en azından adamla ben biliyoruz. Altı aydır ne kitaplara dokunduğunu ne da başka bir iş yaptığını gördüm. Arada bir kapıları açıp kendini gösteriyor. Çevreye şöyle bir bakındıktan sonra, aradığını bulamamış ama çok acil başka bir işi varmış gibi hızlıca yürüyüp salona çıkıyor.

Küçük bir ses bile dikkatimi dağıtıyor, kalp atışlarımı dizginleyemiyorum. Bastırmaya çalıştığım tüm heyecanıma karşın, karnıma saplanan ağrı, yavaş yavaş ciğerlerimi sıkıştırıp, soluk almamı zorlaştırıyor. Çevremdeki insanlara bakıyorum. Şu anda herhangi birinin yerinde olmayı yeğlerdim. Kafamda onu bir daha göreceğim anı canlandırıyorum. Evet; en iyisi hiç söz etmemek.

Seni umursamayan birisinden, hem de çağrına kulak vermemesine karşın, neden bu kadar çekiniyorsun? Beklediğini belli etmemek neden bu kadar önemli? İstemek, boş bulunmak, aklına geleni söyleyivermek neden öylesine korkunç? Kendime kızdıkça yüzüm kızarıyor. Yaşamım, istediklerimi ve istemediklerimi belli etmemeye çalışarak geçiyor. Birincisi, kendi gururum kırılmasın diye; ikincisiyse başkalarını incitmemek için. Oysa, belli olmasın diye uğraştığım şey, midemi kasıp, soluk almamı engelleyecek kadar gerçek. Kitabı açık bırakıp dışarı çıkıyorum. Elimde mavi hırkam var. Hava güzel.

Tam bahçenin dışına çıkacakken onu görüyorum.

– “Gidiyor muydun?”

– “Hayır. Sana bakmaya çıkmıştım”…

Arkamda köpek yavruları, çay bahçesine doğru yürüyoruz.

About Burak Kaya 134 Articles
Müzisyen, yazar.