I/01 Yazıtlar Hakkında Kısa Bilgi
Kök Türk ve Uygur Türkleri’nin ürünü olduğu kabul edilen ve de M.S.700’lü yılların damgasını taşıyan Kök Türk Yazıtları’ndan 250-300 yıl daha eski oldukları hesaplanan bu Yazıtlar, Yenisey Irmağı yöresinde bulundukları için sözkonusu adı almışlardır. Aslında sayıları daha da çok olan böylesi yazıtlar, Tanganu dağlarından kaynaklanarak Baykal gölüne dökülen Orhon ırmağından Tuna nehrine, Türk Yakutistan’dan Gobi çölüne denli çok geniş bir bölgeye yayılarak oralardaki Türk kültür ve uygarlığının tapularını oluşturmaktadırlar. Gömüt taşlarına, yazılıkayalara ve türlü gereçlere yazılan 70 parçadan(1) oluşan Yenisey Yazıtlar’ıysa işte bu büyük orman içindeki küçümen bir koruyu temsil eder. Çağlar ötesinden Türk adını ve Türk kimliğini bizlere taşıyan bu korunun tanınmasına ilişkin süreç ise ancak XVIII. yüzyılın birinci yarısında başlayabilmiştir.
Poltava, Ukrayna’daki Vorskla Irmağı’nın batı yakasında bir kenttir. XIII. yüzyılda Tatar Türkleri’ne geçen kent, XVII. yüzyıldan beri de bir Kazak alayının merkezidir. O zaman Avrupası’nın büyüklerinden olan İsveç, 1708’in kış aylarında Rusya’yı ele geçirme eylemine girişir. Kış boyu başarısızlığa uğramasına ve de ordusunun top ve barut sıkıntısı çekmesine karşın, savaşı inatla sürdüren İsveç Kralı XII. Karl, 1709’un Mayıs ayında Poltava’yı kuşatır. Çar I. Büyük Petro(Deli Petro) ve General Aleksandr Daniloviç Menşikov’un komutasındaki 40.000 kişilik Rus ordusu ile Kral XII. Karl komutasındaki 17.000 kişilik İsveç ordusu, Poltava kıyılarında karşı karşıya gelir ve de İsveç güçleri kesin bir yenilgiye uğrar. Kral XII. Karl, yanındaki 1.500 kişiyle birlikte Osmanlı’ya sığınır. Geri kalanlarsa ya Ruslar tarafından öldürülür ya da tutsak edilir. Tutsak edilenler, Sibirya’ya sürülmüştür. Onların arasında Tabbert Philipp Johan adlı bir de yüzbaşı vardır. Sürgün yeri sınırlanmayan Yüzbaşı Tabbert, 1709’dan 1722’ye değin Sibirya’da yaşayan Vogul’lar, Ostyak’lar, Samoyed’ler, Yakut’lar, Türk Tatarlar ve Moğollar arasında dolaşır ve onlar hakkında Batı ülkelerinin henüz bilmedikleri bilgiler toplar.
Bu arada, oraları daha iyi tanıma gereği duyan Çar I.Petro da 1720’lerde Daniel Gottlieb Messerchmidt’i Sibirya’ya gönderir. 04 Mayıs 1721’de Tomsk’tan yola çıkan Messerchmidt, Uybat’a dökülen Bey Irmağı çevresindeki küçük bir tepenin üstünde, Uybat III adıyla tanınacak olan yazıtı bulur. Türk sözcüğünü de içeren bu önemli yazıt, Sibirya’da gerçekleştirilen ilk belge olarak Türklükbilim’deki yerini alır.
Bu bulgunun onurunu güvence altına alan Messerchmidt, ilerleyip Abakan’a geldiğinde, Poltava Savaşı’nın tutsağı olan İsveçli yüzbaşı Tabbert Philipp Johan’la karşılaşır. Tabbert, Sibirya konusunda kendisinden daha bilgilidir ve Messerchmidt bunu bilmektedir. Zaten sözkonusu yazıtları da bilim evrenine daha sonra soyluluk unvanı olarak aldığı Strahlenberg adı ile anılacak olan Tabbert tanıtacaktır.
Tabbert Philipp Johan ile Daniel Gottlieb Messerchmidt, tam bir bilim aşkıyla yıkanan yürekleri Poltava ve benzeri tortulardan arınık olarak Yenisey koyağını baştan başa tararlar ve paha biçilmez belgelere ulaşırlar. Sözkonusu süre içinde Poltava karabasanı da bitmiş olur ve imzalanan Nystad antlaşması sonunda İsveçli Yüzbaşı ülkesine döner.
Doğa bilimcisi Daniel Gottlieb Messerchmidt’in gezisi daha uzun sürer ama sonunda o da Petersburg’a kavuşur ve Yenisey çevresinden topladığı belgeleri Petersburg Bilim ve Sanat Akademisi’ne verir. Bu belgeler, 1729’da Akademi tarafından yayımlanır.(2)
Artık değerli bir soyluluk unvanına da sahip olan Tabbert Philipp Johan Strahlenberg ise topladığı belgelere dayanarak “Avrupa ve Asya’nın Kuzey ve Doğu Bölgesi” adlı bir yapıt yazar ve onu 1730 yılında bilim evrenine sunar. Bölgedeki dilleri 6 sınıfa ayıran Strahlenberg, Türk dilini de bu sınıflamanın 2. öbeğini koyar; henüz okunmamış olan Kök Türk Anıtları’ndan da söz etmeyi unutmaz.
***
Yenisey Yazıtları’nın Kırgız Türkleri’nin ürünü olduğu da söylenmiştir. Gerçi, bu yüce Türk boyunun dahi Yenisey yöresinde yaşamışlığı bilinir. Özellikle Çin kaynakları, Yenisey Irmağı’nın yukarı kesimlerinde yer alan Bey Kem ve Ulu Kem ırmaklarından Tañnu dağlarına değin uzanan alanda Kırgız’ların yaşadıklarını doğrular. Yazıtların arasında Kırgız yetkilileriyle ilgili olanlar da vardır. Ama yine de eldeki bilgiler ve belgeler, söz konusu Yazıtlar’ın Kırgız Türkleri’nin yapıtı olduğunu doğrulamamaktadır.
Yazıtlar’ın, Batı Türkleri öbeğinde yer alan Kök Türk ve Uygur Türkleri’ne ilişkin olduğu kesindir. Onların, Batı Türkleri yöresinden Kuzey Türkleri yöresine nasıl geldiklerini ise, Sayın Bahattin Ögel şöyle açıklamaktadır:
“Orta Asya’daki Batı Türkleri’nin Tanrı dağlarının kuzey etekleri ile Altay dağlarının güney batısı arasında oturduklarını söylemiştik. Bu bölgelerden kuzeye doğru çıkılınca, artık kuzey Türkleri’ne düşgeliniyordu. Kuzey Türkleri içinde de en güçlü olanlarsa Kırgız Türkleri idiler. Kırgız Türkleri’nin yaşadığı bölgeler demir, çelik, altın cevherleri ve kürk tecimi bakımından çok önemli idi. Altay dağlarındaki bölge ise Batı Türkleri ile Kuzey Türkleri arasında kalıyordu. Fakat bu konuda ekinç tarihi bakımından çok önemli sonuçlara varıyoruz. Altay dağları Kuzey Türkleri’ne yakın bir bölgeydi. Fakat nasılsa ekinci bakımından Kırgız ekinine değil; Batı Türkleri’nin buluntularına yakın idiler. Yani Altay dağlarının kuzeyindeki ekinçler bile Kırgızların değil; Batı Göktürk Devletinin ekinç çevresi içinde incelenmesi gerekiyordu. Bu da bize gösteriyor ki Batı Göktürk Devleti’ni kuran ve yücelten halkların bir ucu da Altay dağları içinde yayılıyordu. Bu bölgenin altın cevherlerine yakın olması bakımından gömütlerde bulunan yapıtlar da öbürlerine göre daha varsıldır. Öyle anlaşılıyor ki Göktürk çağında en varsıl tiginler bu bölgelerde yaşıyorlar ve soylulukları dolayısıyla varlık ve gönenç de bunlara akıyordu.”(3)
***
Yazıtların hemen hepsi de kağan, han, bey, tigin, başbuğ, elçi ve savaşçı gibi toplumun üst katmanlarında yer alan soylu erkekler içindir. Böylesi orunlarda bulunamayan kadınlar içinse herhangi bir yazıt dikilmemiştir. Bu olgu, onların toplumsal statüleri bakımından son derecede ilginç ve önemlidir.
Yazıtlar, biçim yönünden şiirsel, anlatı yönünden kısa, içerik yönünden tekdüzedirler. Yazıt sahibi, önce yaşam öyküsünü anlatır, arkasından sevdiklerini sayar ve de dünyaya doymadığını döne döne vurgular. Anlatımda abartı, öğünme ve fizikötesi öğeler pek bulunmaz. Yaklaşım yansız, dil arı, ifadeler içten ve inandırıcıdır. Ne Kök Türk Yazıtları’ndaki gibi “Öd tenğri yaşar; kişi oglı kop ölügli törümiş”(Sonsuzluğu Zaman-Tanrı yaşar; insanoğlu hep ölümlü türemiş)(4) türünden inançsal yaklaşımlara yer verilir ve ne de İslâm’dan sonraki gömüt taşlarında gözlenen “Huve’l-bâkî”(Kalımlı olan Tanrı’dır) gibi yazgıcı eğilimlere sığınılır. Metinlerde, tarih yoktur; ama onların en az 1500 yaşlarında oldukları bilinmektedir.
Türk tarihi, Türk dili ve Türk toplumsal yapısı bakımlarından pek önemli olan bu yazıtlar konusunda, hiç kuşkusuz çok şey söylenebilir. Ama belki de en kısa ve en özlü söylenebilecek şey, onlarla günümüz okuyucusunu doğrudan doğruya yüz yüze getirmektir. Bunu sağlamanın en kestirme yolu ise o şiirsel metinleri, Anadolu Türkçesi’ne kazandırmaktır. Yazıtların özüne elden geldiğince bağlı kalarak işte bunu yapmaya çalıştık ve de yaptığımız işin akademik bir dilsel çalışma değil, sav yükü bulunmayan bir yazınsal çaba olduğunu unutmadık. Çabamızın tek amacı, Yenisey Yazıtları’nın özgün havasını, gönenç verici iklimini ve özlü içeriğini az da olsa daha geniş kitlelere iletebilmekten ibarettir.
Çalışmamızda, toprağı gönenesi Hüseyin Namık Orkun’un hazırladığı Eski Türk Yazıtları’nın Türk Dil Kurumu’nca gerçekleştirilen 3. baskısını esas aldık. Zaten elimizde ondan daha yetkin bir metin de yoktur. Oysa, ilki 1936’da 4 cilt olarak basılan bu yayın, kuşkusuz gözden geçirilmeye görümlüdür. Çünkü, 1936’dan günümüze değin köprülerin altından çok sular akmış ve elde edilen yeni bilgiler de söz konusu yapıtımızın ilk baskısındaki bilgi açığından doğan kaçınılmaz yanlışlıkları düzeltme olanağı sağlamıştır.
Ama olaya hiç de böyle bakmadığı anlaşılan Türk Dil Kurumu, eski baskılardaki eksikliklere değinmemiş ve kendi baskısının sayfa altlarına birer numara daha yerleştirivermekle yetinmiştir. Oysa, Eski Türk Yazıtları’ının içerdiği ciddi yanlışlıklar, başta öğrencilerimiz olmak üzere kendinden yararlananları nice yanlışlıklara götürebilecek niteliktedir.
Söz gelişi, anılan yapıtın 589-591 numaralı sayfalarında “Elegeş Yazıtı” adı ile verilen metin Sayın Prof. Dr. Talat Tekin tarafından gözden geçirilmiş ve kendisi tarafından hazırlanan yeni metin de Simurg Yayınları’nca yayımlanan Türk Dilleri Araştırmaları 5 (1995) adlı yapıtın 1932. sayfalarında bilim evrenine sunulmuştur.(5) Orada da görüleceği gibi, 36 yıl önceki metinle bu yeni metin arasındaki ayrım oldukça büyüktür. Biz, söz konusu metinlerin her ikisini de okurlarımızla paylaşmak istedik ve de 26 ve 26(a) numaraları ile bu çalışmamıza aldık.
Yenisey Yazıtları, Hüseyin Namık Orkun’un Eski Türk Yazıtları adlı yapıtının III. cildinde yer almaktadır. Çeviri metinlerimizde ayraç içi verilen sayıların birincisi işte bu ciltteki sayfa numaralarını, ikinci sayılar ise Türk Dil Kurumu yayımının sayfa numaralarını göstermektedir.
İşte 1500 yıl önceki vatan tapularımızın Anadolu Türkçesi ile ilk seslendirilmeleri:
II/01 Anadolu Türkçesiyle Yenisey Yazıtları
II/02 uyug-tarlık yazıtı
İl Doğan Tutuk’tur adım.
Yüce yurduma Başbuğ,
Altı birleşik buduna Bey idim.
Henüz 60 yaşında iken
Ayırdı beni İl’imden,
Ayırdı beni Ece’mden,
Ayırdı beni oğullarımdan,
Ölüm!…
(31/441)
II/03 uyug-turan yazıtı (önyüz)
Üçin Külüg Tirig’tir adım.
Altınlı okluğumu belime bağladım,
Yüce ülkeme bolluklar sağladım.
Söyleye Kuy’da (*) Ece’m,
Söyleye yaylada oğlum,
Söyleye yoldaşlarım,
Budunum,
Bütün halkım:
Ben,
İl’ime doymadım,
Yurduma doymadım,
Sizlere doymadım!…
Ve öldüm;
Ayrıldım.
Sevdiklerime doymadım…
(39/449)
II/04 barlık yazıtı/I
Öz Yigen Alp Turan’dır adım.
Altı Oğuz budunundan,
On üç yaşında ayrıldım.
Er’lik adına,
Daha yeni kavuşmuştum ki
Öldüm!
Beyliğimden oldum,
Sizlerden oldum…
(61/471)
II/05 barlık yazıtı/II
Köni Tirig’tir adım.
Üç yaşında
Babasız kaldım.
Ağabeyim,
Külüğ Tutuk
Baktı beni.
Ve de,
Ölüm alıverdi bedenimi.
Ayrı düştüm
Ece’mden.
Ayrı düştüm
Ablamdan.
(62/472)
II/06 barlık yazıtı/III
Ben,
Bayna Şangun’un oğlu,
Külüğ Çur’um.
Bunsuz geçti çocukluğum.
Bilmezdim kaygı, acıya değer.
Arkadan gelirmiş o meğer.
Doymadıydım
Gökte güneşe,
Yerde İl’ime
Doymadıydım.
Ayrıldım
Kuy’daki Ece’mden,
Ayrıldım
Koyak’taki oğlumdan.
Doymadan!
(63/473)
II/07 begre yazıtı(önyüz/a)
Tör Apa’dır adım.
Üç oğlumdan,
On beşlik kardeşimden,
Ağabeyimden,
Ve dahi Ece’mden,
Acılar içinde ayrıldım.
Sorup öğrenemedim,
Söyleyip dinleyemedim,
Tutup önleyemedim.
Güneş’e ululandım,
Ay’a ululandım.
Anlayamadım,
Algılayamadım,
Bilemedim.
Sizlerden ayrıldım.
(71/481)
II/08 begre yazıtı (arkayüz/c)
Orunumdan,
Sözümden,
Suyumdan,
Özümden,
Sizlerden
Ayrıldım.
Dostlarımdan,
Halkımdan,
Budunumdan
Ayrıldım.
Bengi Taş diktim,
Yanlışlıklar yaptım,
Ululandım.
Önbilicilikte davulumdan,
İyi huylu eşimden,
Sizlerden
Ayrıldım.
Hiç birine,
Hiç birinize,
Doymadım;
Doyamadım!
(72/483)
II/09 begre yazıtı(sağyan/d)
On beş yaşında
Çin Hanı’na vardım.
Erlik erdemim için
On altın,
Ve gümüş aldım:
Onları,
İl için harcadım.
Böylece,
Güç kazandım.
Yaşamımda,
Hiç pars öldürmedim.
Lâkin,
Yedi kurt öldürdüm.
(73/483)
II/10 minusinsk yazıtı (1.yüz)
Katlan halkım,
Katlan!
Orunum sizler için.
Kutsal yerim sizler için.
Öz İl’im sizler için.
Han’ım için,
Ay için,
Güneş için!
Yüz yiğit kandaşım,
Bin kahraman erim,
Halkım,
Budunum,
Katlanın!
(95/505)
II/11 minusinsk müzesindeki yazıt (2.yüz)
Yetmiş yaşına erdim,
Yetmiş er öldürdüm.
Ayrıldım
Uyar(**)
Eşimden.
Sizlerden
Ayrıldım.
Doymadım,
Doyamadım.
(96/506)
II/12 minusunsk yazıt (3.yüz)
Yakın kandaşlarım
Beni aldılar,
İpek kumaşlara sardılar.
Öylece götürdüler,
Toprağa koydular.
Ey benim gencecik eşim,
Bin sekiz
Ayaklı davarım,
Can ciğer dostlarım.
Ben sizlere doymadım!
Doyamadım.
(96/506)
II/13 altunköl yazıtı (önalt I/a)
Yiğitlik tözü ile
Kahraman kardeşleriz.
Yaşama doymadık biz,
Erdeme doymadık!…
Er adımız
Umay Bey.
Attan öte yarp idik,
Öküz yıkar alp idik!
Heeey yavru kurt,
Kaçma heeeyyy!
Heeey koca pars,
Gitme heeeyyy!
(101/511)
II/14 altunköl yazıtı (önalt I/b)
Dört küçük kardeşim vardı.
Ölüm,
Bizi ayırdı.
Küçük kardeş,
Büyük kardeş;
Her ikisi de uyar kişi idiler:
Er için,
Erdem için,
Bana,
Bu Yazıt’ı,
Onlar dikiverdiler.
Lâkin,
Ne umar?
Yüreğim parça parça,
İçim yanar:
Oğul,
Yabana vardı;
Töreden uzak kaldı.
Ey erk,
Genç geyiği türet,
Altun turnayı üret!
(102/512)
II/15 çakul yazıtı IV
Ben,
Alp Urungu Tutuk.
Ece’mden,
İki oğlumdan,
Öz kızımdan,
Ve dahi
Sizlerden
Ayrıldım.
Henüz
Kırk yaşındaydım.
Küçük kardeşimden,
Büyük kardeşimden,
Eşimden,
Arkadaşlarımdan
Ayrıldım.
Yüce yurduma doymadım.
Bey’ime doymadım.
Kimselere doymadım.
(119/529)
II/16 çakul yazıtı V
Ben,
Tüz Bay Küç Pars Külüğ’m.
Uyar kadınımı düşündüm:
Yararsız,
Boşuna!
Söyle büyük kardeşime,
Ablama söyle.
Uyar Bey’imden,
Uyar dostlarımdan,
Ayrıldım.
(120/530)
II/17 çakul yazıtı VIII
Ben,
Külüğ Apa.
Helal olsun dört oğluma:
Bu bengitaşı,
Onlar dikiverdiler başıma.
122/532
II/18 çakul yazıtı X
Ugraç derler bana.
Ne Ece’me
Doydum,
Ne kızıma;
Ne Bey’ime,
Ne dostuma.
Ayrılıverdim dünyadan,
Daha 43 yaşında.
(123/533)
II/19 açura yazıtları(solyan/b)
Bunsuzdu
Kara saçlarım.
Bunsuzdu
Kirpiklerim.
Dağlarda,
Sayısızdı damgalı yılkılarım.
Savaş ordumun gücü,
Yedi bin oğlan idi.
Henüz yaşım on yedi.
Ölüm,
Pek erken geldi.
(134/544)
II/20 uybat yazıtı III(sol yan/b)
Ben,
Tarkan Şangun’um,
Çur yurdunu alanım.
Kök Tenğri buyurdu,
Er erdemim için
Öldüm.
Halkıma,
Budunuma,
Üç oğluma
Doymadım.
Geri kalan,
Altı bilge Bey oğluna
Doymadım.
Yontu için,
Türk Kağanı Balbal’ı için,
İl arasında,
Dokuz yiğidi izleyen,
Er oğlu altı Bey’ime
Doymadım.
(145/555)
II/21 tuba yazıtları III
Ezgene’dir adım.
Türgiş İli’nde,
Beğ idim
Yirmi altı yaşında,
Öldüm…
(170/580)
II/22 taşeba yazıtı
İyi ülke;
Erdem’dir adın.
Dağın altın,
Taşın altın.
(174/585)
II/23 kemçik, cirgak yazıtı
Er erdemim,
Babam!
Yetmiş yaşında öldüm.
Teyzemden,
Annemden,
Karımdan,
Hizmetçilerimden
Ayrıldım.
Agı’mdaki(**)
Altmış ata bindim.
Ediz boyunu,
Kabay boyunu
Aldım,
Agıma kattım.
Silahlarımı,
Yılkılarımı,
Atlarımı
Sizlere bıraktım.
81/491
II/24 kara-yüs yazıtı/b
Ben,
Alpagu.
Anıt kaya,
Anıt kaya.
Bay Apam,
Böyle işite,
Böyle duya.
194/604
II/25 kemçik kayabaşı yazıtı
Benim adım,
Udur Çiğsi’dir.
Başlıca olup bitenlerse,
Şöyledir:
Siz,
Ey ülkenin altı birleşiği,
Sınır başbuğu
İnançu,
Anlı şanlı
Çiğsi Bey,
Bütün insanlar!
İyi kalmak isterseniz,
Biliniz:
Ben,
Baba yurdu
Kara sınıra yerleştim.
Ve dahi,
Oraya yazıt diktim.
Bunu,
Kırgız Hanı’nın yazdığını
Duyunuz,
Unutmayınız.
90/500
II/26 elegeş yazıtı
(Hüseyin Namık Orkun’un “Eski Türk Yazıtları” adlı kitabındaki çalışmaya göre)
Dört ayaklı yılkım,
Sekiz ayaklı mallarım vardı.
Varsıldım,
Bunsuzdum,
Kaygusuzdum.
Çaldı kapımı ölüm,
Kandaşımdan ayrıldım,
Okluğumdan ayrıldım,
Atımdan ayrıldım,
Halkımdan ayrıldım.
Ve deee,
Boğuldum kederlere.
Lâkin,
Benim varlığım,
Fedâ olsun sizlere.
Ey aç kalan halkım!
Yalınayak halkım!
Dinleyin,
Katılın,
Birleşin!
Koruyun töreyi,
Ayrılmayın!
Ben,
Urungu Körüğ Tok’um;
Bilge Terkin’e
Kağan’ım,
Bey’im!
Kürt İl Han’ı, Alp Urungu.(****)
Altunlu okluğum belimde,
Henüz 39 yaşında.
Ne umar!
Kağan’ıma doymadım,
İl’ime doymadım,
Sizlere doymadım.
Öldüm.
Kök Tenğri’de güneşten,
Oğlum’dan,
Ece’mden,
Sizlerden ayrıldım.
(181/591)
II/26(a) elegest(körtle han) yazıtı
(Prof. Dr. Talat Tekin’in çalışmasına göre)
Ey yuvamdaki(*****) Ece’lerim;
Ne yazık!
Ey oğullarım,
Ne acı!
Sizlerden ayrıldım.
Yüz er kandaşım,
Ki hepsi de ugan kişiydiler;
Ve dahi yüz adam,
Tam elli öküz ile,
Bengitaş getirdiler;
Başucuma dikiverdiler.
Masmavi Gök’ten ayrıldım,
Güneş’ten ayrıldım;
Ne acı!
Ne yazık!
Dünya’dan ayrıldım.
Ey Hân’ım,
Ey halkım,
Sizlere doymadım.
Ne acı!
Ne yazık!
Sizlerden ayrıldım.
Ben;
Körtle Han Alp Urungu!
Sekiz dokuzdu ki yaşım,
Altınlı okluğumu belime bağladım.
Erdemli olduğu için Bey babam,
Urungu Külüg Tok Bögü Terken’e baş oldum,
İktidara eriştim.
Ey halkım;
Çalışın!
Ülkeyi,
Yasaları,
Orduyu,
Koruyun,
Kollayın;
Elden çıkarmayın!
Ben dahi halkım için savaştım.
Düşman kırdım.
Erlik erdemim için,
Çeblig’te,
Tam sekiz kişinin üstesinden geldim!
Ölümüm,
Pars Yılı’nda oldu;
Ayrıldım.
Halkım için,
Çekip gideyim.
Ve artık,
Yapayalnız kalayım.
Mademki dert erişmiş bana,
Ölümüm değmiş cana,
Kalayım tek başıma!
Yaşamda,
Dört ayaklı hayvanlarım,
Ve dahi sekiz ayaklı malım mülküm çoktu.
Gam,
Keder,
Hiçbir kaygım yoktu.
Kandaşlarımdan ayrıldım.
Yakınlarımdan ayrıldım.
Ne acı!
Ne yazık!
Halkımdan ayrıldım!
III dipnotları
(1) AnaBritannica, Hürriyet’in Okurlarına Armağanı, Cilt 32, İst.1994, s. 186.
(2) Hüseyin Namık Orkun;Eski Türk Yazıtları, TDK Yay. Ank. 3. Bsk.1994, s. 415/416
(3) Bahattin Ögel;Türk Kültürünün Gelişme Çağları I, MEB Yay. İst.1971, s. 49/50.
(4) Kül Tigin Yazıtı, Kuzey Yüz, 10.
(5) Prof. Dr. Talat Tekin;Elegest(Körtle Han) Yazıtı, Türk dilleri Araştırmaları 5 (1995), s.20/21.
(*) Yenisey Yazıtları’nda sık sık geçen “kuy” sözcüğünün kökeni ve anlamı tartışmalıdır. Danimarkalı dil bilgini Vilhelm Ludvig Peter Thomsen(1842-1927), bu sözcüğe “le gynécée, le harem”(kadın odası, harem) anlamlarını yüklemiştir. Divanü Lû-gât-it-Türk’te ise sözcüğümüz “derenin koyağı, dağın eteği, kuytu yer, dip; koy” anlamlarıyla verilmektedir. Thomsen’ın yüklediği karşılıkları haklı olarak pek yerinde bulmayan Hüseyin Namık Orkun, Kaşgarlı’ya göndermede bulunmuş ve de “kuy” sözcü-ğünden yola çıkarak Yenisey’de “ecelerin koyak düzlüklerinde, oğulla-rınsa yaylalarda oturduklarına ilişkin eski bir Türk töresine” varılabileceğini ileri sürmüştür. Divanü Lûgât-it-Türk’ten de çıkarsanabileciği gibi “kuy” sözcüğünün “koy” sözcüğüyle kandaşlığı açıktır. “Koyun” sözcüğü de eylem ya da ad olarak bu kökten “-+(u)n” ekiyle yapılmış bir türevdir. Kelt dilleri uzmanı Holger Pedersen gibi kimi dilbilimcilerse söz-konusu sözcüğün Ermenice “xoy” kökünün ta kendisi olduğunu savlamaktadırlar. (Bkz. Prof. Dr. Eren; Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, s.254) Eski Türk Yazıtları’nın 3. baskısını yanlışlarıyla yayımlayarak Bilim-kent (Üniversité) öğrencilerine satmaktan çekinmeyen Türk Dil Kurumu ile bilimkentlerimiz ise bu tartışmalar karşısında bir Mısır sfenksi denli suskundurlar. Oysa “kuy/koy” ve “koyun” sözcükleri Eski Türkçe’den beri dilimizde yaygın olarak kullanılmaktadır ve de Ermenice ile herhangi bir ilişkileri yoktur. Hele koyun sözcüğünün içerdiği “vücutta göğüs ile giyecek arasında kalan bölüm, kollar arası, ku-cak, koruyucu ve sevecen çevre” gibi anlamları ile “Koynuna girmek, koynuna almak, koynunda yatmak” gibi cinsellik içeren deyimleri Yazıtlar’daki “kuy” sözcüğünü anlamamızı da kolaylaştırabilir. Söz gelişi, yazıt sahibi Üçin Külüğ Tiriğ’in güzel Ece’sini kendi “koynunda” ya da “yuvasında” özlediğini pekâlâ düşündürebilir. Bizce, bu sözcüğü, Thomsen ve Prof. Dr. Talat Tekin gibi “Harem” sözcüğüyle karşılamaya kalkışmak hiç doğru değildir. Çünkü, eski Türk toplumlarında harem diye bir kurum yoktur. Hele eceleri hareme koymaksa olacak şey değil.
(**) Şimdilerde “uygun, uyumlu, söz dinler; eş, benzer” gibi anlamlarda kullanılan “uyar” sözcüğünün “uymak” eyleminden türetildiği bellidir. Uymak; “ölçüleri tutmak, yakışmak, iyi gitmek, zevkine ve çıkarına göre olmak” türünden birçok kavramı içerebilmektedir. Eski Türkçe’de ise bu sözcüğün daha etkin anlamlar yüklendiği gözlenmektedir. Söz gelişi Yenisey Yazıtları’ndaki bu “uyar” sözcüğünün “sözü geçer, etkili, etkin, saygın” anlamlarına geldiği kuşkusuzdur. Halen kullanmakta olduğumuz “uygur, uygar, uygarlık” sözcüklerinin dahi söz konusu eylemin bu eskil içeriği asıl alınarak yapıldıkları anlaşılmaktadır.
(***) Agı: Hazine, kiler, ağıl, varlık.
(****) Prof. Dr. Talat Tekin, “(Ben) Körtle Han Alp Urungu” biçiminde okumaktadır(Bkz. 26(a) nolu çeviri.)
(*****) Prof. Tekin dahi “haremde(ki) prenseslerim” diye çevirmektedir.