
Ayşegül Devecioğlu’nun Gülün Hayaleti adlı romanı Kasım 2025’te Metis Yayınları’ndan çıkmış. 192 sayfalık romanın kapağını Emine Bora tasarlamış. Metis Edebiyat Yayın Yönetmeni olarak Müge Gürsoy Sökmen’in adı yer alıyor. Künyede editör veya düzelti için bir ad yer almıyor.
Kapakta, kitapta geçen öğelerden bir kolaj yapılmış: Hale Asaf’ın bir otoportresi, viyadük, kedi. Yaratıcı bir tasarım olduğunu söylemek güç.
Kitabı Henüz Okumayanlar için
Kitaptan önce okunacak eleştirinin -ne kadar dikkatli yazılmış olursa olsun- bir polisiyeyi ayakta tutan heyecan, merak, gerilim, gizem, ritim gibi romanın ana öğelerini olumsuz etkilemeyeceğini düşünmek yanlış olur. Kitabı okumayı düşünenler için siyasi bir arka plana sahip iyi bir metin ile karşılaşacaklarını söyleyebilirim. Gülün Hayaleti, çoğu polisiye romanın yapmadığını da yapıyor: Yalnızca gizem, suç, cinayet meraklılarını değil iyi edebiyat okurlarını da hedefe alıyor. Uzun sözün kısası hem edebiyat hem polisiye seviyorsanız bu romanı sakın kaçırmayın.
Üçüncü kişi tarafından anlatılan Gülün Hayaleti, kendisinden önce gelen Kuma Daireler Çizen ile ortak karakterlere sahip. Bir devam romanı olmasa da karakterlerin geçmişini öğrenmek açısından önce ilk romanı okumak daha iyi bir fikir verebilirdi. Ben, Kuma Daireler Çizen’i okumadığım için yorumlarımda karakterlerin geçmişine dönük bazı eksiklikler olabilir.
12 Eylül’den İşkence Manzaraları
Gülün Hayaleti bir polisiye olmakla birlikte polisiye roman kategorisindeki pek çok romanın sahip olmadığı özelliklere sahip. Her şeyden önce roman gerçekçi bir arka plan içeriyor. 70’lerden günümüze devrimci hareketin karşı karşıya kaldığı her türlü baskı ile zulmü bize gösteriyor. Yalnızca olanı biteni anlatarak değil, işkencenin sonraki kuşakları ruhsal olarak nasıl etkilediğini de gözler önüne seriyor. İşkence yalnızca işkenceye uğrayan kişiyi değil tüm bir aileyi sarsıyor. Bir insanı öldürdüğünüzde o insanın çocuklarının, torunlarının, arkadaşlarının da bir parçasını öldürmüş oluyorsunuz. Belki bu kitabı okuyan binlerce insanın ruhunu da kararacak. (Kararmalı.)
Ayşegül Devecioğlu, bir işkence sahnesini gözümüze sokarak acıma duygusunu kışkırtmıyor. Cinayet sahnesinde gölgelere ya da bu cinayeti gören kişinin gözlerine odaklanan usta bir yönetmen gibi bize acıların yansımasını gösteriyor. Bir dehşet yaratmadan, o ânı anlamamızı, içselleştirmemizi sağlıyor. Bunu yaparken romanın geneline yayılmış ince mizahtan, günlük koşuşturmadan, aşktan vazgeçmiyor. Yaşamı olduğu haliyle bir ayna tutar gibi yansıtıyor.
Kadın Karakterler
Ayşegül Devecioğlu, romanda doğrudan “kadın” ile ilgili bir şey yazmasa da romanın ruhunu oluşturan her öğede yazarın kadına bakışını görebiliyoruz.
Romanda yalnızca ana karakter değil harekete geçen, harekete geçiren, değiştiren, belirleyen neredeyse tüm karakterler kadın. Bu yönüyle de diğer polisiyelerden ayılıyor Gülün Hayaleti. Tetiği çeken, çekmeye özendiren, cinayetleri soruşturan hep kadın.
Erkekler ise genel olarak ikiye ayrılıyor. Ya bu kadınlara destek veriyorlar ya da karşı taraftalar, yani işkenceciler: İşkenceci polislerin bilgilerini ifşa eden Mine’ye destek olan sevgilisi Erdinç; katil Beyza’ya yardım eden Tevfik Soydan; Ruzi’nin sevgilisi eski büyükelçi Muammer Bey; Şule’nin sevgilisi Remzi gibi.
Romandaki kötü erkek karakterler bile ya karıları ya da sevgilileri üzerinden romana giriyorlar. Örneğin öldürülen işkenceci Mehmet Saner’i Neriman Köksal’ın (gerçek adı Sevim Hanım) kocası olarak tanıyoruz.
Romandaki ana kadın karakter, eski sevgilisi olan Sinan’ın yeni sevgilisi Selmin ile tanıştıktan sonra bir kadın ittifakı kuruluyor ve görevini tamamlayan Sinan hemen geri plana atılıyor. Birkaç sayfa sonra Sinan neredeyse Selmin’in sevgilisi konumuna düşüyor.
Ana karakterin çevresindeki Necati ya da gazeteci Erdal ise ön plana çıkmadan ana kadın karakter istediğinde romana girip kayboluyorlar. Bence yatıp kalkıp buna dua etsinler. Allah hiçbir erkeği Ayşegül Devecioğlu romanında ana erkek karakter durumuna düşürmesin.
Toplumsal, Siyasi Eleştiri
Ayşegül Devecioğlu’nun romanını diğer polisiyelerden ayıran bir öğe de satır aralarına işlemiş siyasal, toplumsal eleştiriler. Bu eleştiriler hukuksuzluktan zorbalığa, kentsel dönüşümden şehrin yağmalanmasına, yolsuzluktan yargıdaki çürümeye, emniyete çöreklenen çetelerden kaçakçılığa uzanıyor.
Çoğu zaman romanın akışını bozmayan bu eleştiriler yazara yeterli gelmemiş olacak ki Ayşegül Devecioğlu, romanın sonuna doğru kendini tutamayarak gazeteci Erdal’a cemaat-mafya destekli AKP’nin işlediği suçların ayrıntılı bir dökümünü yaptırıyor.
Ayrıca yaşlılara karşı nefret dili de romanda tartışılan konulardan biri.
İnce Mizah
Romanda Twitter’da irmik helvası fotoğrafı beğendiği için cumhurbaşkanına hakaretten hakkında soruşturma açılan müteahhit; camilerde müminleri kışın dondurup yazın haşlamak için icat edilen kalay renkli metal aksam; yaptığı sevmediklerim listesinde brokoli, lahana ve yaşlılara evde bakılması olan gelin adayı gibi güzel ayrıntılar var.
İstanbul’daki ulaşım koşulları ise şöyle özetleniyor: “Arabayı almadığından ‘En önce binmeliyim, en önce inmeliyim, mutlaka oturmalıyım cemaatiyle’ gereğinden yakın ilişkiler kurmak zorunda kaldı.”
Polisiyenin Gerekleri
Bir polisiye romandaki ana sahne cinayetin işlendiği suç mahallidir. Yazar, cinayete ilişkin kanıtlarıyla otopsi raporunun ayrıntılarını okurun cinayet üzerine tahminlerde bulunabileceği şekilde okura açar. Katilin, maktulün, soruşturmacının psikolojik durumlarıyla ilgili bilgi verir. Okur da bir yandan kitabı okurken diğer yandan katilin izini sürer. Okurun soruşturmaya dahil olması yazarla okur arasında bir anlaşma gibidir. İyi bir kurguda okur, katili öğrendiğinde yazarın önceden verdiği kanıtlarla sonuca ulaşılabilir olduğunu düşünmelidir. Yani katili bulmak için atılan adımlar hem gerçek bir polis soruşturmasına hem de tam anlamıyla mantığa uygun olmalıdır. Ayrıca atılan adımlarla çözülen düğümler bir zekâ pırıltısı da taşımalılar ki okur soruşturmanın sonuca ulaşma biçimini takdir etsin.
Yazar Suphi Varım K24’teki ortak söyleşide polisiyedeki karakterlerin psikolojik durumlarının okur tarafından hissedilebilmesi gerektiğini söylüyor “Polisiye roman, okuyucuya bir şeyler hissettirebilme olayıdır. Okuyucu, kurbanın veya mağdurun tedirginliğini, suçlunun suç işlerken yaşadığı duyguları veya diğer kahramanların suç sonrası yaşadıklarını hissedebilmelidir. Dolayısıyla bir polisiye, bu bağlantıyı ne kadar çarpıcı oluşturabilir ve betimleyebilirse o oranda başarılı olur derim. Mesela Ruth Rendell, Cam Hançer romanında bu bağlantıyı psikolojik unsurları da ön planda tutarak öyle canlı kurmuştur ki kanlı şiddet sahneleri olmasa bile okuyucunun tüyleri diken diken olur.”
Gülün Hayaleti’nde birbirine benzer üç cinayet var. Mehmet Saner adlı eski işkenceci, çete ilişkileriyle ilgili olarak başına bela olabilecek bir dosya için aranıp çağrıldığı yerde adli tıp uzmanı bir kadın profesör tarafından kendi silahıyla başından vurularak öldürülüyor. Romanın ana karakteri tarafından yolundan çevrilip arabaya sokulduktan sonra yaptıklarını ağlayarak itiraf eden Beyza gibi birinin iki işkencecinin kendi silahlarını ellerinden alıp intihar süsü vermek için kafaya bitişik biçimde ateş ederek öldürebilmesi bana pek inandırıcı gelmedi. Mehmet Saner’in otopsi raporunda kişinin idrarında ya da kanında herhangi bir uyuşturucu ile toksik maddeye rastlanmadığı yazıyor. 1,75 cm boyunda 65-70 kg ağırlığındaki bu adam tehdit edilerek (tetikte olmalı) gittiği bir yerde önce silahını kaptırıyor sonra da başına dayayarak ateş eden kadına direnemiyor. Seraların arasında hafriyat kalıntılarının olduğu yerdeki bir toprak yığınının yanında Beyza (Gülün Hayaleti) adamı kendi silahıyla başından bitişik atışla vurarak öldürüyor. Aynı yöntemle öldürülen diğer kişi Necmi Dinmez adında bir diğer işkenceci.
Kriminal raporuna göre Mehmet Saner’in sağ el avuç içiyle ve sağ el üstünde atış artıklarında bulunan Antimon elementi tespit edilmiş. Yani rapora göre atış, ölen kişinin kendisi tarafından yapılmış. Bu kısımdaki çelişki okura bırakılıyor. Beyza, adli tıp profesörü olduğundan okur olarak, koca profesör de artık bu işi halletmiştir diye düşünmemiz bekleniyor sanırım.
Kitapta, kurgunun göze battığı başka yerler de var: Ana kadın karakterin bilgisayar parolasını akıl yürüterek tek seferde bilmesi, Beyza’nın Adli Tıp profesörü olduğunu öğrenir öğrenmez Barış’ın bilgisayarındaki PM adlı dosyanın “Post-Mortem”in (Otopsi) kısaltması olduğunu tahmin etmesi normal hayatta pek olası değil.
Ayrıca okurun aklını çelmesi gereken, gençlerin yaşlılara yazdığı ölüm tehditlerinin okurun gözünde gerçekçi bir seçenek oluşturamaması da kurguda bir eksiklik gibi duruyor. Kurgudaki inandırıcılık azaldığındaysa gerilim de ister istemez düşüyor.
Kitapta Dashiell Hammett, Edgar Allan Poe, Raymond Chandler gibi polisiye yazarlarına göndermeler var. Yeri gelmişken Raymond Chandler’ın polisiye edebiyat ile ilgili ünlü makalesi “The Simple Art of Murder”ı anmakta yarar var.
Raymond Chandler gerçeklikten uzak aşırı kurgusal metinleri eleştirir: “Ayaklarını masalarına uzatmış polisler iyi bilir ki dünyada çözülmesi en kolay cinayet vakası, katilin her şeyi en ince ayrıntısına kadar planladığı vakadır; onları asıl uğraştıran ise katilin iki dakika önce aklına gelip hemen uyguladığı cinayettir. Eğer polisiye yazarları gerçekte işlenen cinayetleri yazsalar, aynı zamanda yaşandığı haliyle hayatın gerçek tatlarını da yazmak zorunda kalırlar. Bunu beceremediklerinden, yapılması gerekenin kendi yaptıkları şey olduğunu iddia ederler.”
Chandler’ın bu bakış açısına göre Ayşegül Devecioğlu, klişe romancıların yapamadığını yapıyor. Sanırım Chandler haklı. Mükemmel ama gerçeklikten uzak bir cinayet planındansa Devecioğlu’nun romanındaki gibi gerçek yaşamın renklerine sahip daha az mükemmel bir plan, edebiyat okurları için daha uygun olabilir.
İşkencecilere Merhamet Gösterilir mi?
Romanı okurken içimi sızlatan bir ayrıntı daha var ki yazmasam olmaz. Ayşegül Devecioğlu iki cinayetin ardından bir diğer işkenceciyi öldürmeye giderken ana karakterini Beyza’nın peşine gönderip bu cinayeti engellemesini sağlıyor yani bir işkencecinin hayatını kurtarmaya çalışıyor.
Bildiğiniz gibi Ayşegül Devecioğlu, devrimci militan Behçet Dinlerer’in eşiydi. Evliliklerinden Ali Fuat adında bir oğulları olmuştu. Behçet Dinlerer, 12 Eylül darbesinin ardından Devrimci Yol’a düzenlenen operasyon sırasında gözaltına alınıp Ankara Emniyeti’nde gördüğü işkence sonucunda hayatını kaybetti. Öldüğünde Behçet Dinlerer 26, Ayşegül Devecioğlu 24 yaşındaydı. Yani Ayşegül Devecioğlu içinden geçtiği bir dönemi, kendi hissettiklerini bizlere aktarıyor.
Elbette romandaki söz ettiğim ayrıntı, işkencecinin bağışlanması anlamına gelmiyor. Devecioğlu’nun kurgusu ne pahasına olursa olsun kendi değerlerini korumak, erdemlerini yitirmemek, insanlığından vazgeçmemek gibi ele alınmalı. Yaşadıklarına karşın Ayşegül Devecioğlu’nun sözlüğünde nefret diline yer yok.
Son Söz
Ayşegül Devecioğlu’nun dili öylesine içten ki romandan çıkıp evine konuk olsak bizi yukarıdan konuşan bir kedi ile kitaplıktaki Isaac Deutscher biyografileri karşılayacakmış gibi düşünüyor insan. Romandaki her şey elinizi uzatsanız değecek kadar yakın.
Gülün Hayaleti bir polisiyeden beklediklerinizin fazlasını içeriyor. Peş peşe işlenen cinayetlerin arka planında 80’lerden günümüze uzanan bir karanlığı aktarıyor bize. Ayşegül Devecioğlu, romandaki kendi sözcükleriyle, “yaralarına sahip çıkan bir kadın.” Geçmişi değiştiremese de bir gülün hayaletine dönüşmeyi de reddediyor.
— 0 —
Kitaptaki Yazım Hataları ve Anlatım Bozuklukları
- “Sevdiği şeylerin ve sevmediği şeylerin listesi yapmış”-Sayfa 10: “Listesini yapmış” olmalı. Aslında “şeyler”i de yinelemeden “Sevdiği ve sevmediği şeylerin listesini yapmış” daha iyi değil mi?
- “Tabii içerde saklanacak…”-Sayfa 12: “İçerde” yerine “içeride” olmalı.
- “… taa uzaklarda cesametini kavrayamadığı suyun ürpertici imgesi vardı.”-Sayfa 14: “Taa” yerine “ta” olmalı.
- “… birdenbire peydahlanan kadınlı erkekli kalabalık ona aldırmadan yanından geçip gittiler.”-Sayfa 14: Özne yüklem uyumsuzluğunu gidermek için “gittiler” yerine “gitti” olmalı.
- “Yine de diğerlerinin -yani hoşa gitmeyecek ve nahoş olanların- başıbozuklar ordusu gibi dışarı fırlamayacağından emin değildi.”-Sayfa 24: “Hoşa gitmeyecek” ile “nahoş” aynı anlama geldiğinden birinin olması yeterli.
- “Neriman Köksal, üniforması sayılan diz boyu kahverengi etek-bej bluz kombiniyle…”-Sayfa 30: “Kombiniyle” sözcüğü Türkçe değil. “Diz boyu kahverengi etek, üzerine bej bluzla” veya “Diz boyu kahverengi etek, bej bluz takımıyla” gibi olsa daha iyi değil mi?
- “… dedi koro halinde bir ses.”-Sayfa 67: “Koro halinde bir ses” kulağa güzel gelmiyor.
- “Kendilerini bildiler bileli…”-Sayfa 133: “Kendilerini bildi bileli…” olmalı.
- “Kadını duymazlığa geldi.”-Sayfa 150: “Kadını duymazlıktan geldi.” olmalı.
- “İktidar fraksiyonları arasında denge değişiyor hopp bazı çetelere operasyon yapılıyor.”-Sayfa 162: “Hopp” yerine “hop” olmalı.
- “… demişti bıkkınla Erdal;”-Sayfa 171: “Bıkkınla” yerine “bıkkınlıkla” olacak sanırım.
- “Gerçi olay 1929’da, küçük bir maden kasabasında geçiyordu.”-Sayfa 174: “Madenci kasabası” olmalı.

İlk yorum yapan olun