Ölüler Ansiklopedisi / Danilo Kiš

Sırp yazar Danilo Kiš’in Ölüler Ansiklopedisi adlı öykü derlemesi 2018’de Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlanmış. Hür Yumer tarafından çevrilen 200 sayfalık kitabın editörü Volkan Atmaca. Kapak tasarımında Cünet Çomoğlu, sayfa tasarımında ise Taylan Polat’ın adı var.
Orijinali 1983’te yayımlanan Ölüler Ansiklopedisi, ilk olarak 1991 yılında Remzi Kitabevi tarafından Türkçe olarak yayımlanmış ve bundan tam 27 yıl sonra da Kırmızı Kedi tarafından yeniden basılmış. Benim okuduğum 2019 yılına ait kitabın ikinci baskısı.

Yazar ve çevirmenden kısaca söz etmekte yarar var. Danilo Kiš, 1935’te Sırbistan’ın Subotica kentinde doğmuş. Annesi Sırp, babası ise Macarca konuşan bir Yahudi olan Danilo Kiš’in anılarında ilk olarak babasının yoklukları göze çarpıyor. Ruhsal sorunları olan baba Eduardo Kiš Belgrad’da bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde tedavi görüyor. Danilo Kiš’in geçmişindeki karanlık anılardan birisi hastane ziyareti sırasında babasının intihar etmek için annesinden bir makas istediği sahnedir. Baba Eduardo Kiš, daha sonra hastaneden çıkar ancak ailenin yaşadığı acılar bitmez. Nazilerin 1941 bahar aylarında Yugoslavya’yı işgal ederek Yahudi kökenli Sırpları katletmesi üzerine Macaristan’a kaçarlar. 1944 yılına kadar burada yaşayabilseler de 1944 yılında Macar hükümetinin Yahudileri Nazi toplama kamplarına göndermeye başlaması üzerine Eduardo Kiš önce Zalaegerszeg’e oradan da bir daha dönmeyeceği Auschwitz toplama kampına gönderilir. Eduardo Kiš’in ölümü oğlu Danilo Kiš üzerinde derin bir etki bırakır. Danilo Kiš babasının öldüğüne değil kaybolduğuna inanarak onu bir “mit” haline dönüştürür. Kiš, 1989’da akciğer kanserinden öldüğünde henüz 54 yaşında, babasının Auschwitz’e gittiği yaştadır.

Çevirmen Hür Yumer genç yaşta yitirdiğimiz başarılı bir çevirmen. Kitabın giriş bölümünde Ölüler Ansiklopedisi’nin Sırpçadan mı yoksa Fransızcadan mı çevirildiğine ilişkin bir bilgi yer almıyor. Ölüler Ansiklopedisi tertemiz, akıcı bir dile sahip. Uzun cümlelerinde bile kaybolmadığınız çok titiz bir çalışmanın ürünü olduğu belli olan Ölüler Ansiklopedisi yayımlandıktan üç yıl sonra çevirmen Hür Yumer -henüz 39 yaşındayken- intihar ederek yaşamına son veriyor.

Yaşamöykülerinde ne çok acı var…

Biz kitaba geçelim. Ölüler Ansiklopedisi, içinde dokuz öykünün yer aldığı bir derleme. Arka kapakta “Bir derlemeden çok, özenle bir araya getirilmiş dokuz parçalık bir albüm tadı var bu kitapta.” dense de bu albümü oluşturan parçalar bir arada kaydedilmemiş. İçindekiler 1970’lerden 1980’lere uzanan yazarın farklı dönemlerine ait öyküler. Dil, kurgu ve yapı olarak da birbirinden ayrılıyorlar. Hani çok sevdiğiniz bir grubun “Best of” albümü gibi. Bu albümdeki tüm parçaları seversiniz, ait olduğu albümleri ayrı ayrı dinlemişsinizdir ancak gene de o toplama albüm size o “iyinin iyisi” tadını vermez. Seslerin, renklerin, tınıların yıllar içindeki değişimi albümü bir yamalı bohça haline sokmuştur. Buradaki öykülerde de aynı hava var. Ayrı ayrı güzel olsalar da bir arada olmalarını gerektirecek bir bütünsellik yok öykülerde. Sıra geldi öykülere:

Kâhin Simon
İsa’nın ölümünden 17 yıl sonra Eski Filistin’de Samiriye kentinde Simon adında biri ortaya çıkar. Yunanca, Kıptice, Aramice ve İbranice bilen kıvrak zekalı bu adam çevresine havarilerin Tanrı’sının bir zalim olduğunu, zalim birininse Tanrı olamayacağı görüşünü yaymaya başlar: “Atalarımız merak edip de bu meyveyi koparmak istediklerinde, ne yapmıştır bunların Efraim’i, sizin Efraim’iniz, Adil, Yüce, Her Şeye Kadir Efraim? Atamızı bir vebalı, bir cüzamlı kovar gibi kapı dışarı etmiştir. … Ey Samiriye halkı, bu kindar daha geçenlerde evlerinizi yakmadı mı? Tanrılarınıza kuraklıkla çekirgeleri salmadı mı? Köylerinize cüzamı yollamadı mı? Daha bir yıl bile olmadı, korkunç bir veba salgınıyla yuvalarınızı yerle bir etmedi mi? Bu ne biçim Tanrı? … Samiriye halkı, Tanrı değil bu; tepeden tırnağa silahlandırılmış, ateşten kılıçlar zehirli oklar kuşanmış melek çeteleriyle elbirliği edip yolumuzu kesen bir kindar, bir fitneci, bir haydut. İncirlerimiz olgunlaşınca hastalık musallat ediyor, zeytinlerimizin toplanma vakti gelince, üzerlerine fırtına salıp dallarından koparıyor, dolu salıp yere döküyor, çamur yapıyor hepsini; koyunlarımız yavruladığında, ya cüzamı ya kurtları salıyor üstlerine; bir çocuk dünyaya gelmesin, canını almaya humma yolluyor. Bu nasıl Tanrı?”

“Cennet yalan üstüne kurulmuştur.” diyerek gezen Simon’un çevresindeki insanlar onu ihtiyatla dinler. “Sen öldürmeyeceksin, çünkü öldürmek onların işi. Sen zina yapmayacaksın ki kızlarının bekaretini kendileri bozabilsinler.” diyen Simon’ın en sadık dostu ise kölelik ve fahişelik geçmişiyle eleştirilen otuzlu yaşlarındaki Sofia’dır. Bir gün muzip bir delikanlı ondan felsefe yapmayı bırakıp bir mucize gerçekleştirmesini ister. Simon herkesi şaşırtacak bir şekilde gökyüzüne doğru yükselir. İnsanlar gözlerine inanamaz.

Bu sapkınlık dindarlar arasında korku yaratır. İsa’nın on iki havarisinden biri olan Petrus “Ey ahali beni dinleyin, ona kadar sayıyorum. On deyince, bedeni ona küçümsediği şu yeryüzüne düşüp paramparça olacak.” der. Gerçekten de Kâhin Simon’un bedeni biraz sonra yere çakılır. Simon’un kafası çatlamış, uzuvları kırılmış ve bağırsakları yerlere saçılmıştır. O zaman Sofia’nın sesi duyulur:

“Bu gördüğünüz onun öğretisinin doğruluğuna kanıttır. İnsan hayatı bir düşüş, bir cehennemdir.” der.

Kâhin Simon kitabın en çarpıcı öykülerinden. İktidara ve güce karşı savaşan Simon’un zalimlerin elinde can vermesi insanın aklına şu soruyu getiriyor: Tanrının varlığını kabul etmeyen birinin zalimce öldürülmesi Tanrı’nın varlığını gösterir mi? Belki şöyle sormak daha doğru olabilirdi: Zulüm varlığın mı kanıtı mıdır, var olamamanın mı?

Ölüye Son Saygı
1920’li yıllarda Hamburg’ta Mariette adında bir fahişe ölür. Müşterilerinden biri olan Bandura onun arkasından “Zenginlerin görkemli cenaze törenlerinie işçi sınıfının da hakkı vardır; orospular sınıf eşitsizliğinin ürünüdür, öyleyse orospular iyi aile kızlarıyla aynı çiçeklere layıktır.” diye düşünerek Mariette ile yatıp kalkan tüm denizcileri onun mezarına çiçek getirmeye çağırır.
Çevredeki -mezarlıklar da dahil- tüm çiçekleri yolan denizciler Mariette’in mezarını bir çiçek dağı haline getirirler.

Fahişelere “seks işçisi” dendiğini sıklıkla duyarız. Ancak burada Bandura’nın “Yoldaşlar, hepimiz kalabalık bir ailenin üyeleriyiz, aşığıyız, nişanlıyız, hatta aynı kadının kocası, aynı hanımın dostuyuz, akraba sayılırız, susuzluğumuzu aynı pınardan giderdik…” sözleri bunu aşıyor. Burada “fahişe ile yatanlar” sınıfsal bir topluluk gibi ele alınıyor. Ancak doğası gereği eğer bir sınıftan söz edilecekse bu sınıfın üyeleri müşteriler değil Mariette ve Mariette’in seks işçisi olan arkadaşları olmalı. Düzene başkaldırmak Mariette’in müşterilerine kalmasa gerek. Müşterilerin genellikle liman işçileri veya denizciler olması bu kişilerin örgütlü bir alıcılar topluluğu olarak ele alınmasını da gerektirmiyor. Pekâlâ müşterilerin arasında zenginler de toprak sahipleri de olabilir. Onların eylemi daha çok bir veda veya bir kusuru örtme, günah çıkarma gibi düşünülebilir.

Ölüye Son Saygı öyküsünde Mariette’e çiçek taşıyanların kadın bedeninin satın alınabilmesi üzerine kurulu cinsel sömürü düzenine hiçbir eleştirisi yok. Tam tersine bu düzenin kurbanı olan bir kadını kutsayarak fahişeliği yüceltiyor gibiler. Öyle görünüyor ki kazandıkları azıcık parayı içkiye ve fahişelere yatırmaya devam edecekler. Mariette’in mezarındaki çiçek dağı fahişeliğe itibar kazandırmanın ötesinde belki de oradaki yoksul ve kararsız kadınlar için fahişelik seçeneğini daha kabul edilebilir kılacak.

Ölüler Ansiklopedisi
Kitaba adını veren öykü Ölüler Ansiklopedisi özgün bir fikre dayanıyor: Sıradan insanların yer aldığı bir ansiklopedi. Bu ansiklopediye girebilmenin tek bir koşulu var o da daha önce başka bir ansiklopediye girmemiş olmak. Yani ünlü biriyseniz bu ansiklopedide yeriniz yok. Ölüler Ansiklopedisi sıradan yaşamların envanterini çıkarıyor. Bu ansiklopedide yalnızca olaylar değil olayların yaşandığı zaman ait duygular, gökyüzünün görünümü gibi tüm ayrıntılar da yer alıyor. Yaşamın bir kopyası gibi. Babasının yaşamına tanıklık ederek geçmişini yeniden izleyen bir çocuğun gözünden yazarın çocukluk ve gençlik yıllarında dönüyoruz. Nazi tehdidi altındaki Yugoslavya’da küçük bir ailenin yaşamına tanık oluyoruz.

Vatan için Ölmek Şereftir
Kitabın en güzel öykülerinden biri Vatan için Ölmek Şereftir. Danilo Kiš bu öyküsünde halk ayaklanmasına katıldığı için idama mahkûm edilen bir genci anlatıyor. Genç her ne kadar soğukkanlı olmaya çalışsa da korkmaktadır ancak zalimlerin bu korkuyu fark etmesini istemez. Ölümü bir soyluya yaraşır şekilde olsun ister. Annesi ziyaret ettiğinde oğlunun korkusunu hisseder ve ona cesaretini toplamasını söyler. Annesi idam günü balkonda olacaktır: “Eğer beyaz giyersem başardım demektir.”

Genç adam idam edileceği gün başını kaldırır ve bembeyaz giysileri içinde balkondaki annesini görür.
Vatan için Ölmek Şereftir, umudun insanı ayakta tutmasını anlatan çok etkileyici bir öykü. “Umudu dürt, umutsuzluğu yatıştır.” diyen Edip Cansever’in şiirini anımsatıyor.

Lenin Resimli Kızıl Pullar
Kitapta başka öykülerde var ancak benim burada söz edeceğim son öykü Lenin Resimli Kızıl Pullar. Bu öyküdeki genç kadının yazarın Bordeux Üniversitesi’nden öğrencisi ve kendi kitaplarının da Fransızca çevirmeni olan sevgilisi Pascale Delpech ile ortak yanları olduğunu düşündüm. Öyküde 23 yaşındaki genç kadının, evli ve bir çocuğu olan bir şairle ilişkisi anlatılıyor.

Bu öyküde öyle güzel tanımlamalar var ki insanı şaşırtıyor. “Birkaç kez temelli ayrıldık” diyor genç kız. Ayrılmaya kesin karar verip de bir türlü ayrılamamak daha güzel anlatılabilir mi? Ya bir aşk üçgenini anlatmak için “Yıllarca, şimdi çağırır diye, hazır bir bavulla yaşadım.” cümlesi.

Kendisine yanlışlıkla gönderilen bir mektup sonrasında genç kadının kalbi kırılır. Mektup Mendel Osipoviç tarafından şiirlerini Rusçaya çeviren genç bir kadın çevirmene yazılmıştır ancak yanlışlıkla kendisine gönderilmiştir. Genç kadın kendisine yanlışlıkla gönderildiğini anladığı mektubu okur. Yalnızca Mendel Osipeviç ile kendi arasında olduğunu düşündüğü bir şeyin kadın çevirmenle de paylaşıldığını görünce yıkılır.

Danilo Kiš’in Ölüler Ansiklopedisi uzun cümlelerden oluşan ve odağınızı yitirdiğiniz anda başa dönüp yeniden okumanızı gerektiren biraz zorlayıcı bir metin. Ancak aşk ve ölüm üzerine çok güzel öyküler içeriyor. Elbette her öykü aynı değil. Bazı öyküler gereksiz diye düşünülebilecek ayrıntılar içeriyor.

Bazı öykülerdeki uzun cümleler ve bitmeyen listelerde insan odağını yitirebiliyor ancak yazarın titiz çalışmasına da şapka çıkarmak gerek. Danilo Kiš’in duvarında sayfalar boyunca patlamadan duran Çehov’un tüfeklerinden asılı. Aslında bu tüfek meselesi de biraz tartışmalı. Ernest Hemingway, Öykü Sanatı (The Art of Short Story) adlı makalesinde şöyle diyor: “Hikâyenin başında duvarda asılı bir silah varsa, on dördüncü sayfada ateşlenmesi gerektiği de doğru değildir. Beyler, bu silah eğer duvarda asılıysa, büyük olasılıkla ateş bile almayacaktır. Evet, ateşlenmeyen silah bir simge olabilir. Bu doğru, ama yeterince iyi bir yazarın elinde. Muhtemelen bir aptal onu sadece bakmak için oraya asmıştır. Emin olamazsınız. Belki silahlara meraklıdır ya da belki bir iç mimar koymuştur. Ya da her ikisi de.

Hür Yumer’in usta çevirisiyle Danilo Kiš’in Ölüler Ansiklopedisi çok ilginç öyküler içeren bir kitap. Bazı öyküler biraz yorucu bir dile sahip ve kitap genel olarak biraz fazla dikkat gerektiriyor olsa da rahat bir zamanınızda okumanızı öneririm. Ölüler Ansiklopedisi‘nde buna değecek öyküler var.

Burak Kaya hakkında 153 makale
Müzisyen, yazar.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.