Şimdi Dönecek Dünya / Burçe Bahadır

Burçe Bahadır’ın Şimdi Dönecek Dünya adlı öykü kitabı 2024’te İletişim Yayınları’ndan çıkmış. 2025 Sait Faik Hikâye Ödülü’nü kazanan Şimdi Dönecek Dünya’nın editörü Emre Bayın. Düzelti Berkay Üzüm’e ait.

Kapakta Seda Mit’in Uygulamada ise Hüsnü Abbas’ın adı var. 120 sayfalık kitapta on bir öykü var. Kitabın ilk iki öyküsünü tek bir öykünün iki bölümü gibi düşünebiliriz.

Öykülere geçmeden önce sıralama hakkında aldığım notu aktarayım. Ben öykü kitabı da olsa, müzik albümü veya film de olsa başlarken ses getirme taraftarıyım.

Deep Purple’ın 1974’teki Stormbringer albümünün ilk parçası albüme adını veren Stormbringer‘dır. Son parça ise Soldier of Fortune.

Mazhar Fuat Özkan’ın Ele Güne Karşı Yapayalnız’daki ilk parçası albüme adını veren Ele Güne Karşı Yapayalnız.

Sait Faik kitaplarına baksak: Semaver’in ilk öyküsü Semaver, Sarnıç’ın ilk öyküsü Sarnıç. Elbette bu bir kural değil ama okurla veya dinleyiciyle ilk karşılaşılan anda elinizde en güvendiğiniz silahlarınızdan birinin olmasında yarar var. Kuşkusuz yazar da editör de benzer düşünüyor olmalı. Yanlış anlaşılmasın ben girişteki öyküleri beğendim ancak kitabı bitirdiğimde biraz şaşırdım. Sıralama açısından bakınca kitabın diğer öykülere kıyasla daha zayıf halkaları en başta yer alıyordu.

Acaba ilk iki öykünün arkasındaki politik arka planın o öyküleri daha değerli kıldığı mı düşünüldü? Ben öyle düşünmüyorum. Yazar çağına tanık olmalı, muhalif bir tavrı olmalı, entelektüel bir yanı olmalı. Kabul. Ayrıca yazarın bir sorumluluğu olduğu da var. Eğer araba tutkusunu anlatacaksa iklim değişikliğini de bilmeli. Ama eninde sonunda varacağımız yer değişmiyor: Bir yazar canı ne istiyorsa onu yazmalı. Falanca meselesi yazarın uykularını kaçırıyorsa o yazar o konuyu zaten yazar ancak memleketin her meselesi her yazarın ana meselesi olmak zorunda değil. Anne çocuk ilişkisini yazacak kişinin kendisini falanca katliamını yazmak zorunda hissetmesi bana doğru gelmiyor. Samimi de gelmiyor.

Burçe Bahadır daha ilk cümlesinden samimiyetini okura geçiren bir yazar. Her okuduğunuz öyküde, “Eğer bu olay yazarın başından geçmemiş olsa böyle yazamazdı.” diye düşünüyorsunuz ancak öyküler ilerledikçe öykü kahramanlarının sosyal, sınıfsal değişimleri ortaya koyuyor ki okuduklarımız kurgu ve bu kurgunun kaynağı da yazarın yaşantısından çok gözlem yeteneği. Orhan Pamuk “edebiyatçının gücü samimiyetidir” diyor. Burçe Bahadır da her iyi edebiyatçı gibi gücünü samimiyetinden alıyor.

Şimdi öykülere geçelim.

Güneş kızıl doğacak – Kıl payı
İlk iki öyküde 12 Eylül darbesine giden dönemde devrimci bir gencin ailesine tanık oluyoruz. ODTÜ’de okuyan Semih ile yeğeni arasındaki güçlü bir bağ var. Biz Semih’i küçük yaştaki yeğeninin anlatımıyla tanıyoruz. Eylemler, çatışmalar, vurulan gençler, işkenceler ile 12 Eylül dönemi.

Ailedeki “Ya Semih’e bir şey olursa” korkusunu kuşkusuz okuyup anlıyoruz ancak bu korkuyu iliklerimize kadar hissedebiliyor muyuz? Bu soruya “evet” yanıtını vermek güç. Burçe Bahadır bu gerilimi yansıtmakta zorlanmış. Yazarın renkli, cıvıl cıvıl, şakacı dili, öyküye uygun bir atmosfer yaratamamış olabilir. Yazar diğer öykülerde içselleştirdiği kurgunun bu iki öyküde biraz dışında kalmış gibi. Elbette çatışmaları, işkenceleri ve 12 Eylül faşizmini bize olduğu gibi hissettirse o zaman da bu iki öykü ile kitaptaki diğer öyküler arasında bir uçurum olacaktı.

İntiharın vadelisi
Bu öyküde de farklı bir yeğen-dayı ilişkisi var. Önceki öyküde olduğu gibi öykünün anlatıcısı olan yeğenin kaleminden bu kez alkolik dayıyı gözlemliyoruz. Burçe Bahadır, yeğenin gözünden alkolizme yenik düşen dayıyı çok güzel betimliyor. Gelgitler, tutulmayan sözler, işsizlik, parasızlık…

Dayı sevgisi şu satırlara engel olmuyor: “Bazen bir şövalye kadar haysiyetli bazen bir dilenci kadar arsızdın. Kimi zaman kimseye yüz vermez, kimi zaman elimizde ne var ne yok isterdin.”

Burçe Bahadır’ın sonraki öykülerinde belirginleşen karakterlerinden ilkini bu öyküdeki dayı karakterinde görüyoruz. Alkolik dayıya farklı açılardan bakıyoruz. Eksikliklerini, düşkünlüklerini, iradesinin zayıflığını görüyoruz. Aslında pek de matah bir adam olmayan dayıyı az da olsa anlıyoruz. Öyküye olan ilgimiz son cümleye kadar azalmıyor.

Gökyüzü Ne Renk?
Şimdi gelelim Burçe Bahadır’ın kadınlarına. Yani kadın karakterlerine. İster 7 yaşında ister 77 yaşında olsun, Burçe Bahadır iki kadını konuşturduğunda ortaya güzel bir öykü çıkıyor.

“Otuz yaşıma bastığım gün, madem dedim, gönlüme göre birini bulamıyorum, ben de eğlenceli teyze olayım bari bu hayatta.”

Gökyüzü ne renk?”te ‘dominant’ bir ablanın tatile giderken kardeşine bıraktığı iki kız çocuk anlatılıyor. Öykünün anlatıcısı ise teyze. Tatlı teyze, kuralcı ablasına karşı. Yeni kuşak anneliğin eleştirel bir gözle masaya yatırıldığı öyküde her şey sahici.

Bu öyküyle birlikte artık eleştirel gözümüzü kapatıp kendimizi yazara teslim ediyoruz.

Gölge
Gölge, bir önceki gibi iki kız kardeşin öyküsünü anlatıyor. Biz öncekilerde olduğu gibi kırılgan olan, yalnız kalan, ezilen kardeşin gözünden bakıyoruz. Okur olarak, kendi yuvasını kurmak yerine hem okusun hem işlere yardım etsin diye ablasının evine taşınan Feriha’nın bu evde yarı hizmetçi konumuna düşmesine tanık oluyoruz. Yıllar geçse de Feriha’nın aklı yıllar önce kendisini isteyen kırtasiyecidedir hâlâ. Ablasının engel olduğu bu iş Feriha’nın yaşamdaki tek umududur. Kapıda kendisini isteyen adamı gördüğünü sanır, eve geldiğini hayal eder.

Gölge, kısa cümlelerden oluşan bir bilinç akışı ile başlayıp bitiyor. Bilinç akışı ile Feriha’nın iç dünyası açığa çıkıyor. Geçmişle geleceğin motiflerini bir arada dokuyan Burçe Bahadır, karmaşık duyguları yansıtırken basit cümleler kuruyor. Yazarın günümüzde nadiren görülen türden, anlaşılmak gibi bir derdi var.

Yaşamın tuhaf şartları
Yaşamın tuhaf şartları’nın üç ana karakteri terk edilen anne, uçarı bir teyze ve gerçekçi bir kız. Başka bir kadın için karısını terk eden “koca” da dolaylı olarak öykünün içinde. Eğer öykünün sonunda bir oylama yapılsa “karısını terk eden koca” üç oydan ikisini alarak kendini temize çıkaracak.

Burçe Bahadır erkekleri “hepsi aynı” gibi bir etiket altında toplamıyor. Urfa’da geleneklerin baskısı altında ezilen kadınlar söz konusu olduğunda son derece sert tepki verirken, modern bir ilişkide ayrılmak isteyen erkeğe hak verebiliyor. Çoğu öyküde, kadınların geçmişlerinde bir erkek zulmü yok. Zaten bazı öykülerde erkekler hiç yokmuş, yani kendiliğinden yok olmuşlar gibi. Öykülerde erkekleri nefretle anan kadınlar da yok. Bahadır’ın karakterleri erkek egemen dünya ile göğüs göğüse çarpışmak için yazılmamışlar ancak gerektiğinde “Kızlar söz dinlemezse nasıl dönecek dünya?”da olduğu gibi bunu yapmaktan da kaçınmıyorlar. Kitabın genelinde bir kadın dayanışması var ama hiçbir öykü açık bir mesaja dönüşmeden öykü olarak kalmayı yeğliyor.

Giderayak
Giderayak, kız ve ölüm döşeğindeki babasının anlatıldığı çok güzel bir öykü. Aklımda kalan cümle ise “Sadece gerçekleri konuşman gereken anlar varmış.”

Gerçekten de öyledir. “Aman ne ölümü, bundan hiç bahsetmeyelim” derken bir gün elinde kâğıt not alırken bulursun kendini.

Bazı öyküleri anlatmak zordur. Öne çıkan bir konusu, öyle müthiş bir anlatım tekniği falan yoktur ama okurken yavaş yavaş içinize işler sözcükler, sizin olur. Giderayak öyle bir öykü.

Halamın uzun misafirliği
Halamın uzun misafirliği, Burçe Bahadır’ın “kız kıza öyküleri”nden birisi. Öykü, huysuz bir halanın uzun süre kardeşinin evinde kalmasıyla yarattığı rahatsızlığı anlatıyor. Gelin görümce gerginliğini bize aktaran ise evin kızı. Kocası ölünce Hatay’dan Ankara’ya getirilen hala, evdeki huzuru bozuyor ve herkes bir an önce halanın Ankara’daki kızına gitmesini istiyor. Hala kardeşinin evinde terör estiriyor ve kızı da hiç oralı değil. Evdeki gerilim, beklenti, umut hayal kırıklığı döngüsünü yazar çok iyi yansıtmış. Öyle ki, okur olarak keşke şu hala bana gelmiş olsaydı da ikinci günü sepetleseydim diye düşünüyor.

Bu arada Burçe Bahadır’ın öykü sonlarına da dikkat çekmekte yarar var. Bahadır, şaşırtıcı sonları seviyor. Kitaptaki pek çok öykü, “sonu üzerine düşünülmüş” havası uyandırıyor.

İki yaşlı kadının ilişkilerine odaklanan İkimizdenbaşkakıymetimizibilenmivar kitabın çarpıcı öykülerinden. Aynadaki ben ise bilinç akışı ile yazılmış farklı bir öykü.

Kitabın son öyküsü Kızlar söz dinlemezse nasıl dönecek dünya? kadını ikinci sınıf olarak gören ataerkil düşünceyi yansıtıyor. Doğu’nun boğucu geleneklerinin karşısında Burçe Bahadır’ın alaycı ve başkaldıran bakış açısı var. Kitabın her sayfasında hissedilen mizah bu öyküde biraz daha ön planda.

Bu öykünün içinde #hashtag denilen etiketlerden de kullanmış Burçe Bahadır. Ben bu tür popüler zırvaları sevmesem de Bahadır’ın bazen bir ara başlık bazen tek sözcükten ibaret bir özet niyetine kullandığı etiketleri alaycı üslubunun bir parçası olarak yorumladım.

Burçe Bahadır duru, temiz bir dile sahip. Süslü cümlelerden, klişe sözlerden uzak duruyor. Kitaptaki anlatım bozukluklarıyla ilgili aldığım tek not:

  • Sanki saatlerdir sohbet ediyormuşuz da kısa bir ara vermiş gibi kaldığı yerden devam edermiş gibi anlatıyor. (Sayfa 82): “Saatlerdir sohbet ediyormuşuz da kısa bir ara verip kaldığı yerden devam edermiş gibi anlatıyor.” olsa daha iyi değil mi?

Burçe Bahadır’ın Şimdi Dönecek Dünya’sı son zamanlarda okuduğum en güzel kitaplardan.

Burak Kaya hakkında 147 makale
Müzisyen, yazar.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.