Sosyal Sorumluluk Projeleri gibi bir yazı beklemiyordunuz değil mi? Ben de ne zaman sosyal sorumluluk projesi gibi bir laf duysam, yemin ederim tüylerim diken diken oluyor. Bu projelerin asıl amacı firmaların kirli işlerini örtüp, gizlemek olsa da genellikle tam tersi oluyor çünkü. Güzel işlerle gündeme gelmeye çalışan firmaların kirli çamaşırlarını daha beter ortaya çıkartıyor bu projeler. İsterseniz kısaca bu projelerin mantığına değineyim, bu projelerin ana hedefi sakatları, şehitleri, yetimleri, yaşlıları, düşkünleri, sokak hayvanlarını falan kullanarak reklam yapmaktır. Bu firmaların yöneticileri reklam yaptıkları konularla zerre ilgilenmez, bunların ilgilendiği tek konu iyilik meleği rolüne bürünüp hangi konuyu sömürerek, mallarını üç kuruş fazlaya satabilecekleridir.
Herhangi bir konuyu reklamlarına alet edebilir bunlar. Geçenlerde Rio’daki Paralimpik Oyunlarına katılan Tekerlekli Sandalye Erkek Basketbol Milli Takımı için Garanti Bankası tarafından yapılan reklamı izledim. Öyle bir reklam filmi çekmişler ki izleyince bunların sakatları acayip destekleyen bir banka olduğunu sanıyorsun. Ben bu bankada çalıştığım iki yıl boyunca bir tane bile sakat çalışana rastlamadım. Sakatları çirkin bulduklarından olacak işyerlerine kesinlikle sokmaz bunlar. Ülkemizdeki özel bankalar böyle çalışır, yasal cezası neyse öderler, ya da ‘sen evinde otur maaşını al, işyerine gelip de yorulma’ derler ama şubelerine falan sokmazlar sakat insanları. İşe alırken tipine, boyuna posuna, dişine, kıçına bakarlar. Herhangi bir sakatlığın varsa, ya da yüzünde leke, bir yerinde çarpıklık, sivilce, kıl falan varsa katiyen işe almazlar seni. Sadece güzel gördüklerini oturturlar şubelere. Sonuçta istedikleriyle çalışma özgürlüğüne sahipler kabul ama o zaman bu sakatlara destek numaraları ne oluyor? Bırak bari o reklamı da Ziraat Bankası yapsın, sen şubende bir tane bile sakat istihdam etme sonra bilmem neye sponsor oldum diye sakatları reklam yüzü olarak kullan.
Turkcell’in dışarı gösterdiği yüzü Kardelenler Projesi ile kız çocuklarına destek olmaktır ama şirket aslında Ensar Vakfına çok daha büyük bir destek sağlar. Tabii bu desteğin reklamı yapılmaz hiç.
Coca-Cola çocukların sağlığını düşünen “Çık Dışarıya Oynayalım” projesi yapar, OPET ‘Yeşili kaybeden, yaşamı kaybeder’ diyerek “Yeşil Yol” projesi yapar, çevrenin canına okuyan Ağaoğlu “Deniz Temiz” diye proje yapar. Bu firmaların çevre, sağlık, spor gibi konulara olan ilgileri bir katilin kurbanını öldürdükten sonra yeniden olay yerine dönme isteğine benzetilebilir ancak.
Bu sosyal sorumluluk projelerinin tek iyi tarafı bir firmanın neyi katlettiğini anlamamıza olanak vermesidir. Her firma neyin içine ediyorsa örtme gayreti taşıdığından, genellikle içine ettikleri kaplarla ilgili projeler hazırlarlar. Bir vatandaş için en doğru düşünme biçimi şöyle olabilir: “Bu firma bu konuda bir proje hazırlıyor, demek ki burada bir günahı var, acaba neyi örtmeye çalışıyor?” Eğer bizler böyle düşünebilirsek belki bu projelerin ufak bir yararından söz edilebilir. Ama yine de toplumu bir arada tutan değerleri rendelediği ve saf duyguları törpülediği için ben bu türden hileli reklam girişimlerine izin verilmemesi gerektiği görüşündeyim. Ayrıca böyle yollara başvurmaya tenezzül etmeyen üç beş düzgün firma açısından bakınca rekabeti bozan bir yönü de var.
Geçen bir pasajda gördüm. Lokantacı “Şehit Ailelerine Bedava” diye kocaman pankart asmış. Girip soracaktım, ‘Abi nasıl, bu pankart işe yaradı mı, işler arttı mı, ben de yaptırmayı düşünüyorum?’ diye. Millet çoluğunu çocuğunu kaybetmiş, sen iki kap fazla yemek satma derdindesin. Bir taraftan da kasılıp caka yapacak. Dallama, şehitler senin üç kuruşluk pilavına mı kaldı, iki liralık bir faydan olacak diye beş metrelik pankart asılır mı? Buna mı kaldınız, bu kadar mı düştünüz, yardım edeceksen git kendin savaş ya da kazancından bir miktar ayır, gizliden havale yap bir şehit ailesine. Ama olmaz, böyle pankartı asıp kimseye hava atmayacak olduktan sonra ne işe yarar bu yardımlar değil mi?
Efendim Mustafa Ceceli falancaya kırk bin lira yardım yapmış, çok istemiş duyulmasın diye ama işte afacan muhabirlerle, Ceceliseverler bir araya gelip ortaya çıkartmışlar. Yardım makbuzu falan da var. Yani sen adının duyulmasını istemiyorsan gider bir arkadaşın üzerinden yardım yaparsın olur biter. Eğer Mustafa Ceceli diye imzayı atıp, makbuzunu alıp, bir de o makbuzu el altından gazetecilere verdin mi onun adı yardım olmaz. Allah vere hesaplamıştır, konser için reklam yapsak 20 bin lira, oysa 40 kâğıt yardım yapsak hem vergiden düşeriz hem de 50 bin liralık gazete reklamı da çıkar içinden. Tesadüf bu ya, makbuzun ortaya çıktığı günler de Ceceli’nin kamuoyundan yoğun eleştiri aldığı günler.
‘Bilmem kim ramazanda iftar verdi’, ‘Çocuklara destek için oradaydı’, ‘Kan kanseri olan minik falanca için konser verdi’ türünden tüm haberler bana çirkin geliyor. İyilik, yardım, destek gizli yapılır, eğer açık yapılıyorsa bunun adına reklam denir. Ayrıca halka açık olarak yapılan yardımımsı reklamlar, destek alan kişileri kamuoyunda sadaka alan kişiler durumuna düşürür. Vıcık vıcık fotoğraflar, sahte gözyaşları, yalandan sarılmalar kimsenin ruhuna iyi gelmez. Bu tür yardımların devlet tarafından ve yardım değil sosyal bir hak olarak yapılması gerekir. Ancak bu durumda destek alan kişi ezilip bükülmez, olsa olsa yaşadığı yere sevgisi, birlikte yaşadığı insanlara güveni artar.
Düzenlediğin üç kuruşluk iftara iki fotoğrafçı bir kameraman ile geleceksin, yemeğe katılan insanları reklam filminde figüran olarak kullanacaksın, üstüne de herkesten alkış bekleyeceksin. Sonra üçkağıtların ortaya çıkınca da zırlayacaksın ‘ama ben bayramda yaşlıları ziyaret ettiydim’, ‘ama ben ramazanda iftar verdiydim’ diye. Bu sahte iyilik meleklerini iki gün yaşlılar evine koy, oradaki düşkünlere tekme tokat girişmezlerse ne olayım. Kameralar gittiği an altına yaptı diye hastalara, üstüme kustu diye barınaktaki hayvanlara girişir bunlar. Bu yalancı meleklerin bir de çok kullandıkları bir sözcük vardır: “Farkındalık”. Gerçekten de çok sinir bozucu. Hıyar cücüğü sen önce kendi çakallığının farkına var da ondan sonra başkalarına bir şey fark ettirmeye çalışsana.
Şimdi şu yukarıdaki reklama bakın. Arkadaş sen menüye veya içerideki masaların üstüne yazacağın uyarıyı cama astığında, hiç kusura bakma ama hayvanlara yapacağın üç kuruşluk yardımı bile satmaya çalışan uyanık bir kapitalist durumuna düşüyorsun. Bizim mahalledeki esnaf yirmi yıldır yapıyor bunu, hem de kimseye ilan etmiyor, böyle senin gibi pankart asmıyor, sorsan bile söylemiyor. Ben komşularından öğrendim.
Son kez yazayım da pekişsin: adı ister sosyal sorumluluk, ister farkındalık projesi, ister daha havalı bir şey olsun fark etmez, eğer yaptığın üç kuruşluk iyiliği senden başkaları da biliyorsa bunun adı reklamdır. Ama eğer sen bunu bir de pankartlarla, filmlerle sosyal medyada, televizyonda ilan ediyorsan bu iyi niyet sömürmeye yönelik, ucuz bir yöntemdir. Seni katiyen büyütmez. Tam tersine üç kuruş uğruna, kutsal değerleri, hasta çocukları, yoksul aileleri kullandığın için küçültür. Zaten yeterince küçüksün. Bari orada dur, daha da küçülme.
Burak Bey yazılarınızı keyifle ve yeni şeyler öğrenerek okuyorum. Tebrik ederim.