Vallahi bu sosyal medya işleri çok iyi oldu. Eğer Facebook olmasaydı, ben eski komşum Halit Abinin köpeğini götünden öptüğünü katiyen öğrenemezdim. Şimdi biliyorum. Eski işyerimdeki temizlikçi Hatice Ablanın bu hafta sonu kahvaltıda ne yediğini de biliyorum. Peynirli gözleme. Kayınvalidesinin memleketinde gözlemeye ‘döndürme’ diyorlarmış. Hatice Ablanın kayınvalidesi ‘döndürme’ deyince sofradaki afacan yeğenin ‘Dondurma isterim’ diyerek zırladığını da biliyorum. Zırlarken videosu var. Eski zamanlarda biriyle koptun mu kopardın. Şimdi öyle mi? Sosyal medya sayesinde on beş yıl önce bir arkadaş toplantısında tanışıp sonradan bir kere bile görmediğim A.’nın hemoroid tedavisini yakından takip edebiliyorum.
Bu işlerin saati de yok. Bir arkadaş var benim, geçen gece saat birde kendi sayfasına “İşte öyle bir şey” yazmış. Eksiği fazlası yok, hepsi bu kadar. “Abi bir sorun mu var?” diye sorulacak saat de değil. Neyse yattım uyudum, sabah ilk iş baktım yeniden, birileri “Hayırdır?” diye sormuş. Bu da “Önemli bir şey yok. Yazdığım gibi, işte öyle bir şey” yazmış. Ertesi akşam, bu sefer “Ben nereden bilirdim?” diye yazmış. Sonra çözdüm ben bunu. Geceleri kafayı çekip iki satır yazıyor, olta atar gibi. Hani çocuklar altına sıçar da biri gelsin diye bekler, bununki de o hesap. Biri sorunca da artistçe yanıtlar veriyor.
Bu işin eğlence tarafı. Sosyal medyanın bir de sağlık boyutu var tabii. Eski zamanlarda hastalandığın zaman, ölmediğin sürece kimsenin haberi olmazdı, şimdi nezle olsan dünyanın öbür tarafında duyuluyor. Uzaktan tanıdığım biri, kolunda serumla fotoğrafını yüklemiş geçen hafta. Gitmiş acilde fotoğrafını çektirmiş. Kolunda hortum, tepede serum, ölüyor gibi bir hava var yüzünde. Hemen sormuşlar tabii “Geçmiş olsun, neyin var?” diye. Bu da “Bir şey yok, iyiyim şimdi” yazmış. Dallama, bir şeyin yoksa niye yüklüyorsun lan o fotoğrafı? Yok bir şeye gereksinimin varsa onu da yazsana altına, kan mı arıyorsun, ilgi mi bekliyorsun, biz de ne yapmamız gerektiğini bilelim. Üşenmedim saydım. Fotoğrafın altında tam yetmiş iki tane “Geçmiş olsun” mesajı var. Bu hıyar da üşenmemiş, onların altına yetmiş iki tane “Teşekkür ederim. Allah hepimize sağlık versin” türünden bir şeyler yazmış. Normal bir insan, zaten yetmiş iki kere aynı cümleyi yazdıktan sonra acile gidip durumunu anlatsa, hiçbir şey sormadan koluna serum bağlarlar. Gene de efendiliğimi bozmadım, ben de yazdım geçmiş olsun diye. Yattığı yerden, on dört saniye sonra teşekkür etti sağ olsun. İyi ki kolundaki hortum kopmadı yaptığı ani hamleden.
Boşanmanın eşiğinde olduğunu tahmin ettiğim bir dostum var “Aşkımla Falanca Yerde”, “Aşkımla Yemekte”, “Aşkımla Helada” yazıp duruyor. Dayanamadım, “Oğlum her gördüğümde didişip duruyorsunuz ama sosyal medyada aşk fırtınası estiriyorsun. Neyin peşindesin lan sen?” diye sordum buna. Bu da “Hatun isteyince ben de Facebook şifrelerini ona verdim, ben ne yazdığını bile bilmiyorum. Akşamları genelde maç seyrediyorum o bilgisayardayken.” dedi. Ben biraz üstüne gidince de şikâyete başladı: “Bıktım bu hayattan” falan dedi. Ben de neden yaptım bilmiyorum, bunu gaza getirdim, “Git lan” dedim eve. “Karın uyuyunca, gir şifreni, sayfana ‘Bıktım bu hayattan’ yaz, sonra da ne istersen iste benden. Yalanla dolanla nereye kadar gideceksin, yarın yeni bir gün başlayacak senin için.” dedim. Gece geç saatte baktım bir şey göremedim. Ertesi gün fark ettim, beni çıkartmış arkadaşlıktan. Ya götü yemedi ya da yakayı ele verdi. Bilemiyorum artık.
Sosyal medyanın en büyük etkisi de şiirimize oldu. Aziz Nesin “Bizim memleketteki her üç kişiden dördü şairdir” demişti. Bugünleri görse, yaptığı hesap hatasına şaşardı herhalde. Şu anda yalnızca sosyal medyadaki şair sayısı ülke nüfusundan birkaç kat fazla. Sırf sayı mı, biraz da bıçkın bir tarz var şimdikilerde. Yol vermeler, posta koymalar, zamansız sevişmeler… Şöyle bir şeye rastladım geçenlerde:
Sahi Neydi Senin Adın?
Çok şey yaşadım, şu kısa hayatımda,
Kuru bir öksürük gibi
Zamansız hevesler biriktirdim dölyatağımda,
Bak! Unuttum bile adını,
Sen artık nedensiz bir sıkışımasın bağırsağımda.
Altına “Adı osuruk gibi bir şey olabilir mi?” diye yorum yazdım. Bir saat sonra baktım, yorumumu silip beni de engellemiş. Olsun, ben gene de aynı fikirdeyim. Bu sosyal medya işleri gerçekten de çok iyi oldu…
Bence Burak Kaya 24 saat yazmalı ve bende yazdıklarını okumalıyım. Muhteşem yazılar. Kaparoz muhteşem ve bir tek yazıyı kaçırmıyorum. Hepinize teşekkür ederim.