Sonbahar geldi. Değişen mevsimle birlikte ben de işimi değiştirdim. Üzerinde fazla düşünülen her konunun yanlış karara varacağına inandığımdan, beş gün içinde eski işimden ayrılıp yenisine başladım. Son üç yıl içinde, üç farklı yerde çalıştığımdan kısa sürede uyum sağlayacağımı düşünüyorum.
Öngörüm beni yanıltmadı, ilk birkaç günden sonra hem çalışanları hem de müşterileri tanımaya başladım, ancak eskiden kalma alışkanlıkla bazen telefonları eski işyerimin adını söyleyerek açıyorum. Neyse ki bu durum ne diğer çalışanlar ne de müşteriler tarafından garipseniyor. İlerleyen günlerde, diğer çalışanların da telefonları “A Bank”, “B Bank” diye açtığını görünce içim rahatlıyor. Çalışanların içinde on dördüncü bankası olan var, şube ortalaması ise beş. Böylesine değişken bir iş yaşamı içinde, herkes, doğal olarak son durağını karıştırıyor. Çalışanlar, büyük bir rahatlıkla, eski bankalarının kendilerini andığını; orada da çok sevilen birisiyken, araya önemli kişiler konularak buraya transfer edildiğini anlatıyor. Devşirme ekibin üzerinde anlaştığı tek ilke: “Bugün burada çalışıyorum ama yarın bir lira fazla maaş veren olursa düşünmem, giderim.” İşle ilgili konuşmalarda hep aynı cümleler geçiyor: Ben mi kurtaracağım şubeyi; Ne kadar ekmek o kadar köfte; Akşam altı, sabah dokuz, hafta sonu biz yokuz. Çekmeceler yarı boş, gönüller açık. Herkes, kendilerini çağıracak yeni bir sesin peşinden koşmaya hazır.
İnsanları gözlemlerken, şubenin önünde toplanan kediler dikkatimi çekiyor. Büyüklü, küçüklü, sarman, tekir, kara kediler şubenin önünde volta atıp, gelene geçene yan gözle bakıyorlar. Müşteriler, ancak kedilerin içinden geçerek şubeye girebiliyor. Müşteri bolluğunu anlamak kolay: Yüksek faizler, televizyon reklamları… Peki ya kediler?
Şubede kadın çalışanlar erkeklerden fazla. Erkek nüfusu dört kişi görünse de güvenlik görevlimiz sürekli şubeyi bırakıp yandaki altılı ganyan bayisinde at yarışı oynamaya gittiğinden, şubede üç erkek kalıyoruz. O da arada bir kayboluyor. Arabaya bakayım, bakkala gideyim derken iki kişiye düşüyoruz. Bir ay içinde, onun kaçamakları ile şube önünde bekleşen kediler arasındaki bağlantıyı fark ediyorum.
Bir öğle arasında, olanı biteni anlamak üzere dışarı çıkıp, uzaktan onu izlemeye başlıyorum. Kendini bekleyen kedilerle birlikte arkadaki bakkala gidip, yiyecek alıyor. Kediler, yemeklerini yerken arabasından çıkarttığı mamaları da bir kağıdın üzerine döküp yanlarına çömeliyor. Kulağım dışarıda, bir işim varmış gibi bakkala giriyorum. Dinlerken, kedilerin hepsine bir ad taktığını fark ediyorum: Çöplük güzeli, balerin, kokarca, zilli, çıplak kral gibi onlarcası. Bakkaldan çıkarken göz göze geliyoruz. Şaşırıyorum: şubenin içindeki soğuk ve yılgın bakışlardan eser yok. Gözlerinin içi gülüyor. Kediler diyor, acıkmış. Yemeklerinin bitmesini beklemem gerek. Eğer yemekleri bitmeden yanlarından ayrılırsa, bazıları peşinden geliyor ve yemeklerini kaptırıyorlarmış. Biz konuşurken kediler, arada bir başlarını yemeklerinden ayırıp, ışıldayan gözlerle ona bakıyorlar.
Yeni işimin kırkıncı gününde, tam işe alışmışken, devlet bankaya el koyuyor. Şube, bir an önce paralarını almak isteyen sinirli insanlarla dolu. Sürekli kavga çıkıyor. Daha önce bize pasta börek yapıp getiren teyzeler, şimdi bizlerden “hırsızlar” diye söz ediyorlar. Elbette, işittiğimiz sözlerde, bankaya el konulduğu gün, patronunun elinde para çuvallarıyla bankayı terk ederken, güvenlik kameralarına yansıyan görüntüsünün de küçük bir payı var. Bu kargaşadan kendimi kurtardıkça, onu izliyorum. Batan paralar, bağıran insanlar, hiçbirisi umurunda değil. Kalabalığın içinden geçip şubenin kapısındaki müşterileri uyarıyor:
– Kapının önünü kapatmayın, biraz güneş girsin içeri.
Gülerek ona takılıyorum:
– Ne güneşi girecekmiş bu havada?
Açılan kalabalığın arkasından derin bir soluk alıp, of çekiyor.
Çalışanların işten çıkartılmayacaklarının açıklanması ve maaşların devlet tarafından ödeneceğinin anlaşılması ile şube eski günlerine dönüyor. Ama küçük bir fark ile: Bu seferki tabloda müşteriler ve iş yok. Şube boş, herkes günde ortalama beş gazete okuyor. Kariyer umudu giderek azalan orta yaş grubu, güvenlik görevlisinin kendinden emin hareketlerine inanıp, ortak para ile at yarışı oynuyor. Ben de üzerinde otuz gün çalıştığım iki yüz sayfalık kredi paketini sabah kuryesi ile gönderdikten birkaç saat sonra öğlen kuryesi ile geri alıp, üzerindeki “uygun değildir” yazısını gördüğümden beri bir işle uğraşmıyorum.
Bu arada devlet başka bankalara da el koyup, batık bankaları birleştirme kararı alıyor. Müdür, altındakilere, çatının bizim bankamız olacağını anlatırken, kapı önüne yanaşan bir kamyonetten iki usta inerek tabelamızı sökmeye başlıyor. Hepimiz merak içinde dışarı çıkıp, devletin sınırlı kaynakları ile hazırladığı bez afişten yeni bankamızın adını öğreniyoruz. Müdür, acilen çalışanları toplantıya çağırıp, bizleri uyarıyor:
– Bundan sonra telefonları “… Bank” diye açacaksınız.
Diğerleri de eski bankanın adına zaten bir türlü alışamadıklarını, yeni adın kulaklara daha hoş geldiğini söyleyerek, müdüre destek veriyor.
En başta çalışanların işten çıkartılmayacağı söylense de ilerleyen ayların gelişmeleri farklı oluyor. Kapı önlerinde fısıldaşmalar, alçak sesle konuşmalar artıyor. Herkes tanıdıklarını devreye sokarak kendini kurtarma derdine düşüyor ama sayımız her geçen gün azalıyor. Her Cuma akşamı gelen bir yazının ardından, müdür temizlikçiyi pastaneye gönderip, bir pasta aldırıyor. İşten çıkartılan kişi ağlayarak masasını toplarken, bizler bir yandan kestaneli pasta yiyor diğer yandan, müdürün anlamsız konuşmasını dinliyoruz. Herkesin yüzünde hüzünlü, garip bir huzur var. Bunların yaşamın doğal aşamaları olduğunu söyleyen müdürün yüzü, uykusuzluk ve işinden olacağı korkusuyla çıkan sivilceler yüzünden tanınmaz hale gelmiş durumda. İşten ayrılan kişi ise tuvalete gidip yüzümü yıkayım diyerek yanımızdan ayrılıyor. Ancak tuvaletin ince duvarından duyduklarımız farklı: Yolcu, son bir deneme ile hatırı sayılır yakınlarını arayarak, müdürün kendisini attırdığını, diğer çalışanların daha yüksek yerde tanıdıkları olduğunu söyleyerek kendi torpillerine verip veriştiriyor.
Gişe çalışanları, müdürün sıralamasına göre teker teker işten çıkartılıyor. Kalanlardan birisinin de müşteri hesaplarından kendi hesaplarına para aktardığı ortaya çıkınca gişede çalışacak kişi kalmıyor. Olayı soruşturmak üzere şubemize gelen müfettişler, bu olayın sıradan bir olay olduğunu, bankada çok daha profesyonel soygunlar olduğunu örneklerle anlatınca hepimiz rahatlıyoruz.
Bahar ayının başında, isteyenlerin haklarını alarak ayrılabileceği söylenince ben de masamı toplamaya başlıyorum. Arkada kalanlar, su alan gemilerinden bir yük daha ayrıldığı için mutlu. Bir kişi dışında. Herkesle vedalaşıp kapının ardında bekleşen kedilerin yanına geliyorum. Bahar güneşi ile birlikte içim ısınıyor. Kedileri sevmek için eğilip onların hizasından şubeye bakınca, kapı ile güvenlik masasının arasındaki küçük aralıktan onu görüyorum. Gülerek dışarı geliyor:
– Güneşi kapatma.