(Bizimkisi Sadece Bir Şubat Tatili – 2002)
Yaradanı aramasanız bile o sizin karşınıza geliyor. Dünya O’nun gölgeleriyle dolu.
Bu gölgelerden birisi Hurghada sahili; Kızıl Deniz.
Mısır’ın Kızıl Deniz sahilinde iki önemli dalış merkezi var. Birisi Sharm El Seyh, diğeri Hurghada. Şarm El Şeyh, Suveyş Kanalı’nın Sina Yarım Adası tarafındadır. Hurghada kanalın karşı tarafında yani Afrika kıtasındadır.
Hurghada’da tüm yıl denize girmek mümkün. Kızıl Deniz’in sıcaklığı buna müsait. Fakat, hava sıcaklığı Aralık-Şubat ayları arasında 20 derecelere kadar düşüyor. Kışın özellikle geceleri çölden gelen soğuk rüzgarlar nedeniyle hava oldukça soğuyor. En güzel mevsimler son bahar ve ilk bahar.
Hurghada sahilinde onlarca beş yıldızlı otel yan yana dizilmiş. Bu otel dizisine paralel uzanan bir otoyol bulunuyor. Bu yolun diğer yanında hemen çöl başlıyor. Çorak bir düzlük sonrası kel dağlar görüyorsunuz. Katılacağınız çöl safarisi turu size ilginç bir gün yaşatıyor. Jeep’le çöle dalıyorsunuz, asfalt yok. Çorak zeminde hoplaya zıplaya yol aldıktan sonra üstünüz başınız toz içinde kel tepelerden birisine ulaşıyorsunuz. Tepenin zirvesindeki manzara karşısında çölde yaşayan bir bedevi olmadığınıza dua ediyorsunuz.
Ne yalan söyleyeyim ben ayrıca çölde deve olmadığıma da sevindim. Hani şu “Çölde şanssız deveyi kutup ayısı…” esprisi var ya. O yüzden.
Orada toprak, taş ve kumdan başka hiç bir şey yok. Askerler hala şehirler arası yollarda nöbet tutarak bedevilerin saldırılarını önlemeye çalışıyor. Bu yüzden Mısır’da şehirler arası seyahati ancak konvoy şeklinde otobüslerle yapabiliyorsunuz. Otobüsten dışarı baktığınızda ise yol kenarını koruyan silahlı insanlar görüyorsunuz.
Çöldeki gezintinin sonunda zavallı bedevilere konuk oluyorsunuz. Çay ve akşam yemeği ikramından sonra (“çölde çay” kulağa hoş geliyor ama bu filmlerde seyrettiğiniz cinsten değil, midenizin sağlamlığı bu aşamada önemli) en keyifli anlar geliyor.
Çölde gün batımı. Sarı çöl kumları, sizi bir süreliğine yanıltıp kızıla çalıyor. Sonrası, hiç durmayın oralarda, son gaz otele…
Kızıl Deniz’in bildiğimiz denizlerden iki büyük farkı var. Birincisi mercanlar, ikincisi farklı tuz oranı sayesinde değişik türlerde balıkları.
Otellerin sahilinden yüz metre kadar açıldığınızda mercanlara ulaşıyorsunuz. Otelinizin karşısında değil de Kızıl Deniz’in ortasında mercanları görmek istiyorum diyorsanız aynı manzara için tekneyle açılmanız gerekiyor. Kızıl Deniz mercan öbekleri ile dolu.
Hurghada’da kaldığım sürece mercanları her seferinde gördüğümde sanki ilk kez görmüşcesine heyecanlandım. Heyecanım hiç azalmadı. İnanılmaz bir manzara.
Mercanlara ulaştığınızda, deniz yüzeyinde mercanlara paralel yüzmek zorundasınız. Çünkü mercan adaları su yüzeyinden bir metre kadar derinlikte.
Küçük, minnacık kıp kırmızı balık sürüsünün hemen yanı başında kocaman sap sarı, ağzı lacivert yamuk yumuk bir balık, onların hemen yanında irili ufaklı mor, eflatun, pembe balıklar.
Doğanın tüm renklerinin yanı sıra günlük hayatımızda çokça rastlamadığımız canlı renkler.
Akvaryumun içerisinde yüzer gibisiniz. Ürperip korkuyorsunuz. Denizin içerisindeki en renksiz canlı siz gibisiniz. Siz bu denize ait olmasanız da balıklar size sevgi ile yaklaşıyor. Aslında bunun nedeni sizden çıkarları olması. Turistlerin ellerinde getirdikleri yemlere alıştıklarından dolayı, balıklar sizden kaçmıyor. Hatta yem getirme ihtimalinize karşı sizi izliyorlar. Hele bir de gerçekten yem getirmişseniz eğlence başlıyor; siz paletlerinize vurup kaçıyorsunuz, arkanızda binlerce renk sizi kovalıyor. Yakaladıklarında da saldırıyorlar elinizdeki yeme. Doğal yaşama zarar verdiği için elden yem vermek yasak, fakat tüm turistler bunu yapıyor.
Bu heyecan size yetmediyse, tekne ile açılıp dalış yapma imkanınız var. Eğer yüreğinize güveniyorsanız, diplerde vatoz ve köpek balığı besleme imkanı da bulabilirsiniz.
Luksor şehri Hurghada’dan karayolu ile dört saat kadar uzaklıkta. Harita üzerinde Alexanderiya (İskenderiye) şehrinden Nil’i takip ederek aşağı doğru inerseniz, ilk önce Kahire’yi sonra daha güneyde Luksor’u bulursunuz.
Şehirde “Krallar Vadisi”, “Hatshepsut Tapınağı”, “Karnak Tapınağı” görülmesi gereken yerler.
Karnak Tapınağı beni Dünya’da en çok etkileyen tarihi eserlerden biri.
Uzunluğu bir buçuk, genişliği sekiz yüz metre. Firavun döneminin en büyük tanrısı olan Amon-Ra için yapılan tapınağın duvarları, yüz otuz dört adet taş sütunun bulunduğu, altı bin metrekarelik bir alana yayılmış “Hypostyle” salonu ile sizi asırlar öncesine sürüklüyor.
Bu sütunların yapılışı ise büyüleyici. Sütunlar en aşağı kısmından yapıldıkça etrafı kum ile kaplanıyor. Sütun yükseldikçe, bu kumlar da yükseliyor, böylece taş ustaları çok rahat çalışıyorlar. Eser bittiğinde kumlar kazılıp başka bir yere götürülüyor. Böylece yapılan sütunlar tüm görkemiyle ortaya çıkıyor. Basit ama dahice.
Tapınağın binlerce yıl önceki halini gözünüzde canlandırdığınızda o zamanın medeniyetinin ne kadar gelişmiş olduğuna şaşırıyorsunuz.
Karnak tapınağında beni en çok etkileyen ise dikili taşlar oldu. Hani bilirsiniz ince uzun bir minare veya ucu sivriltilmiş büyük bir kaleme benzeyen taşlar. Bizde de (İstanbul’da) bir dikili taş var. Bu taşın Karnak Tapınağı’ndan getirildiğini biliyor muydunuz?
Bunlardan beş tane varmış. Bir tanesini Paris’teki Concorde Meydanı’nda gördüm diğerlerinin New York’ta, Londra’da olduğunu söylediler. Biri hala Karnak’ta, biri de İstanbul’da. İstanbul’a götürülen taş yerinden taşınırken kırılmış, yani bizdekinin boyu biraz daha küçük, kırılan alt kısmı hala Karnak’ta yan yatmış duruyor.
Bu dikili taşların ne işe yaradığını Karnak’a gidene kadar hiç düşünmemiştim. Bu taşların tapınağa dikilmesinin nedeni halkın tapınağın yerini bu taşlar sayesinde bulmasını sağlamakmış. Ayrıca bu taşlar Amon-Ra’yı simgeliyorlar. Soyut dinlerle, somut yani kitabı olan dinler arsında ne kadar benzerlik var değil mi? Camilerin minarelerinde de veya kilise kubbelerinin altın ile kaplanmasında da aynı mantık kurulu.
Bu taşlardan birini de Firavun Hatshepsut dikmiştir. Bu taşın en üst kısmındaki sivri kısmının altın kaplandığına inanılır. Taşın inşası ise ilginçtir. Kumdan bir tepe yapılır. Tepenin ortasından en alt zemine kadar inen taş genişliğinde bir boşluk vardır. Taş tepeye çıkarılıp bu boşluktan içeri bırakılır. Daha sonra taş temelinde sağlamlaşır ve kumlar kaldırılır.
Tarih meraklıları hatırlayabilir.
Luksor’a damgasını vuran firavunlardan biri Hatshepsut olmasına rağmen II.Ramses Luksor için esas unutulmaz firavundur.
II.Ramses’in dönemi Luksor’a altın yıllarını yaşatmış.
II.Ramses, 19.Hanedanlığın üçüncü kralı olarak nam salmış; gerek Kadeş savaşındaki (Hititlilerle yapılan savaş) yiğitliği, gerek adil bir lider olması, gerek ortaya koyduğu Ebu Simbel tapınağı, Piramses şehri gibi yapıtlarla ölümsüz bir hükümdar olarak tarih sahnesinde kendine yer bulmuştur. Antik Mısır’ın en büyük hükümdarlarından biridir. Eşi Nefartari ile yaşadığı aşk, yüzün üzerindeki çocuğu (bunlardan 52 tanesinin mumyaları bulunmuştur) ve yakışıklılığı ile popüler bir sima olarak ölümünden yaklaşık olarak 3230 sene sonra dahi adını andırabilmiştir.
Efsane; Hazreti Musa’nın bir sepet içerisinde Nil’de sürüklenerek firavun ailesine ulaşması ile başlar. Firavun Musa’yı evlat edinir ve Musa firavunun çocuğu Ramses ile kardeş gibi büyür. Daha sonra Musa kendisinin Ramses’in gerçek kardeşi olmadığını anlar ve kölelerin yani kendi halkının yanına döner. Sinirlenen Ramses kölelerin bütün çocuklarını öldürmeye başlar. Musa, Ramses’in bunu yapmaması aksi halde kendi çocuğunun da öleceği konusunda Ramses’i uyarır.
Uyarıya kulak asılmayınca, Ramses’in oğlu ölür. Bunun üzerine deliye dönen Ramses, Musa’yı ve köleleri kovalamaya başlar. Süveyş Kanalı’ndan Sina Yarım Adası’na geçerken yakalanırlar.
Musa asasıyla Süveyş Kanalı’nı ikiye ayırır, köle halk buradan yürüyerek geçer, daha sonra kanal kapanır, Ramses ve askerleri sular içinde kalarak boğulurlar.
Hiç savaş kaybetmeyen Ramses, İsrailoğulları’nın tanrısına de meydan okumuştur, ancak bu kazanabileceği bir savaş değildir. Onlara karşı kazanan tek kişi Faşist Hitler olacaktı, O’na da tek topu (testis) var dediler, yaptığı tüm vahşice katliamların yanı sıra “tek top” yakıştırması O’nu bitiren son bıçak darbesi oldu. (Kafanız biraz dağılsın diye araya parça soktum, buraya kadar yazıyı hala okuyorsanız yazara teşekkür etmelisiniz.)
II.Ramses’in mumyası Kahire Müzesi’nde teşhir edilmektedir.
Aynı Kahire’de olduğu gibi Luksor’da da yaşam alanı Nil’in Doğusu’nda, mezarlıklar ise Batısı’nda yer almaktadır. Yaşam güneşin doğduğu kısımda, ölüm ise battığı kısımdadır.
“Krallar Vadisi” ve “Hatshepsut Tapınağı”, “Karnak Tapınağı”nın aksine Nil’in batı kısmında yer alırlar.
Firavun döneminde reenkarnasyona inanılırdı. Bu yüzden firavunlar öldüğünde piramitlerine gömülürken yanlarına yeniden doğduklarında kullanılmak üzere özel eşyaları ve hazineleri konulurdu. Fakat, bu mezarlar hemen soyulduğundan sonraki firavunlar mezarlarını birbirlerine yakın koyarak, toplu halde korumaya çalıştılar.
İşte bu yüzden şekil olarak piramite benzeyen Al-Qurn (boynuz) Dağı’nın eteklerine firavunlar toplu halde gömülmeye başlandılar. Krallar Vadisi’nde bir çok firavunun mezarı bulunuyor. Vadi içerisinde dağlar oyulmuş ve mezarlıklar oluşturulmuş. Fakat, bu mezarların da hepsi soyulmuş.
Tabii yalnızca “Tutankamun” hariç. Tutankamun’un son derece önemsiz bir firavun olması sayesinde mezardaki eserler günümüze kadar ulaşmış. Tutankamun önemsiz bir firavun olduğundan dolayı, yol üzerinde bir yere gömülmüş. Önemli firavun mezarları soyulurken çıkan kumlar Tutankamun’un mezarını iyice kapatmış.
Hatshepsut’a gelince ise anlaşılan o ki bu bayan kendine münhasır bir kişilikmiş. Babasının bir tanrı olduğunu iddia ederek kendini firavun ilan etmiş ve Mısır’ı yirmi yıl yönetmiş. O’nun döneminde Mısır mimarisi en iyi yıllarını yaşamış.
Onca homoseksüel firavun varken bir de kadın firavun olması aslında çok da şaşırtıcı değil hani. Ama işin en ilginç yanı tüm firavunlar içinde tek kadın firavun Hatshepsut. Varın düşünün ne kadar güçlü bir kişilik olduğunu.
Kendisi için yapılan heykellerde Hatshepsut bir erkek gibi sakallı tasvir edilmiş. Bunun nedeni olarak Hatshepsut’un kendisini halka güçlü göstermek istemesi olduğunu söylerler.
Ayrıca Hatshepsut’un ilginç bir hikayesi de var. Hatshepsut’un gizemli şekilde ortadan yok oluşundan sonra (nasıl öldüğü tarihi kayıtlarda yok) kendisine ait tüm heykeller bilinmeyen bir nedenden dolayı kırılmış ve yok edilmeye çalışılmış. Hatta öyle ki, Karnak tapınağında O’nu tasvirleyen şekillerde dahi kafa kısmı yok edilmiş. Anlaşılan o ki Hatshepsut tarihten silinmeye çalışılmış.
Bunun nedeni tam olarak bilinmiyor. Bir kısım tarihçi Hatshepsut’dan sonra gelen firavunun geç tahta geçmesinden dolayı Hatshepsut’dan intikam aldığını söyler. Bir kısım tarihçi ise Hatshepsut kadın olduğu için daha sonraki firavunların dişi firavunluğun önünü kesmek için bu işi yaptıklarını söyler.
Hatshepsut Tapınağı (Deir al-Bahri) Krallar Vadisi’ne üç kilometre mesafededir. Otuz yedi metre uzunluğundaki rampadan çıkılan, farklı yükseklikteki üç terastan oluşuyor. Bu tapınağı anlamak için bilgili bir rehbere ihtiyacınız var. Oysa ki rehberler, Japon turistlerin bu tapınakta teröristlerce öldürülmesinden dolayı batıl bir inanca saplanmış ve tapınağın rampasından öteye gitmiyorlar.
Bu atmosferi soluyunca, eski devirlerdeki insanların hiç de yabana atılmayacak kadar kapasiteli olduğunu anlayabiliyorsunuz. Ne kadar her yeni nesil günümüzde her şey değişti dese de, bin yıllar öncesine göre insana dair değişen temel olarak çok fazla bir şey yok. O devirlere göre insanın fazladan başardığı en büyük gelişme, Ay’a ulaşım.
Savaşlar aynı, aşklar aynı, şehvetler aynı, hırslar aynı, dostluklar aynı…
Dünya’da bir çok şehri ikinci kez görmektense yenisini görmeyi her zaman tercih etmişimdir. Bazı yerler ise istisnadır.
Bana ne zaman gidelim deseniz, Kızıl Deniz’e girmek için şortum, Luksor için de fotoğraf makinem hazırdır.