Artık yazmanın zamanı geldi. O, bunları okuyamayacak diye üzülmüyorum, nasılsa hayatta olsa da okumayacaktı. Bekir Amcanın ilgilenmediği şeylerin başında kendisi gelirdi. Bu, gösteriş amaçlı bir alçakgönüllülüğün ya da felsefi bir davranışın değil, yalnızca onun zamanını kullanmak ile ilgili seçiminin sonucuydu. İnsanlar, kendisinden söz edilince utanır, kızarır, sevinir, gurur duyar. Sözcüklerin pırıltısı insanın tenine yansır, övülen kişinin gözleri kibirle ışıldar. Bekir Amca ise kendisinden söz edildiğinde, yalnızca sıkılır. Ona göre tanıdık kişiler hakkında konuşmak anlamsızdır. İyi de kötü de, doğru da yanlış da zaten önünüzdedir.
Bekir Amcanın, seveni kadar sevmeyeni de vardı. Bir gün sokaklarındaki bakkalın çırağı dert yanmıştı. Gözleri iyi görmediğinden aldığı her şeyi çırağa okuturmuş:
– Bak bakalım üretim yeri İstanbul mu?
– Son kullanma tarihi geçmiş değil mi?
Bekir Amcanın bitmek tükenmek bilmeyen sorularını sabırla yanıtlayan çırak, iş gazetelerin ön sayfasını okumaya gelince yan çizmeye çalışırmış ama Bekir Amca, gözlüğü evde unuttum bahanesiyle çırağı kolundan yakalar, gazeteleri zorla okuturmuş. Çırağa bakarsanız, Bekir Amca, kendi kategorisinde bilinçli tüketici sayılabilir.
Bir keresinde alışveriş yaparken fiyata göre karar vermemek gerekir dediğimde beni uyarmıştı:
– Elbette fiyatına göre karar vereceksin ama her ürünün pahalısı iyidir, ucuzu kötüdür diyemezsin. Eğer yiyecek alıyorsan pahalı ürünü alabilirsin ama lavabo açıcı gibi bir şey alacaksan en ucuzunu bulmalısın.
– Neden?
– Pahalı olanı gözlere zarar vermesin, solunduğunda sağlığını olumsuz etkilemesin diye, olabildiğince hafifletilmiştir: Ne gözleri rahatsız eder ne de lavaboyu. Ucuz olanı ise serttir. El, göz, lavabo, neye değerse onun kimyasını değiştirir.
Beni, Bekir Amcanın düşüncelerinden çok, düşünme biçimi etkilemiştir. Liseyi beş yılda bitirmiş, gazete dışında bir şey okumayan, televizyonda Yıldo’dan başkasını izlemeyen birisi nasıl olur da çoğunluğun, herhangi bir politikacının ya da ünlü bir gazetecinin düşündüğü gibi değil de kendi bildiğince düşünür. Bunun nedeni, farklı görünmek arzusu değil, Bekir Amcanın yıllar içinde kendi kendine oluşturduğu bir doğa yasasıydı: Olayların ve insan davranışlarının arkalarında, göründüğünden başka bir neden yatmaktadır. Bu neden, kişisel çıkarlar, gelenekler, alışkanlıklar, korkular ya da başka bir şey olabilir. Ayrıca her olay ve davranış kendinden önceki ile sonrakini bağlayan, uzun bir zincirin halkasıdır. Bekir Amcayı farklı kılan, çoğunluğun yaptığı gibi görünürde olanla değil, arka plandakiyle ilgilenmesiydi.
Ne yazık ki Bekir Amca, bu ilişkiler zincirini ortaya çıkaracak, felsefe, tarih, coğrafya gibi bilimlerin yakınından geçmemiştir. Bu nedenle saptamalarında yanılır, tahminleri doğru çıkmaz. Kapıcıya, patlayan bir kalorifer kazanının İsrail’in terörist saldırısı olduğunu anlatıp ailesini benzer bir saldırıya karşı hazırlamasını söyler; mahallenin kasabına, hayvan kopyalanması nedeniyle et fiyatlarının kısa süre içinde hızla düşeceğini anlatır; kahvedeki dinleyicilerine küresel ısınma nedeniyle devre mülklerin kış dönemlerinin daha değerli hale geleceğini, bu nedenle kış dönemine yatırım yapmalarını öğütler. İşin ilginci kendisi de dahil olmak üzere herkes bu anlatılanları unutur. Tahminler, ertesi gün yanlış çıkmadan az önce, belleklerden silinir.
Birkaç yıl önceydi, Bekir Amcanın ısrarlı çağrısına uyup evine rakı içmeye gittim. Bekir Amca kimseyi kolay kolay evine çağırmaz, rakı içtiğini ise duyan olmamıştır. Yalnız yaşadığı ve ev yaşamı ile ilgili de kimseye bir şey anlatmadığı için, Bekir Amcanın akşamdan sabaha kadarki zamanı bizler için tam bir gizdir. Benimse bu gizi çözmek gibi bir niyetim yok, yalnızca Bekir Amcayı kırmamak için evine doğru yollanıyorum. Akşam, yarı karanlık.
Zili çalmamla kapı açılıyor, salona doğru yönelirken, sofrayı dışarı kurdum diyerek, beni balkona doğru çekiyor. Tam sofraya ne gerek vardı ki demek üzereyken, Bekir Amcanın sofra dediği şeyi görüyorum: Masanın üzerinde ufak bir kalıp peynir, birkaç dilim domates ve bir şişe büyük rakı var. Şaşkınlığımı belli etmeden, sandalyeme oturup, sakilik benim işim diyerek rakıları dolduruyorum. Ben de mezeleri koyayım, diyerek peynire uzanıyor. Peynirle domates alırım, diyorum. Neyse ki şakamı anlamadı. En azından anlamamış gibi bakıyor.
Hafif bir serinlik var, bardaklarımızı birbirine vuruyoruz, daha ilk yudumu almadan yan balkondan birisi rakıları işaret ederek:
– Yufka da mı bitmiş, Bekir Ağabey? diye alaycı biçimde sesleniyor.
Bekir Amca, ‘Sanki rakı içeceğiz desek verecekti deyyus’ diye duyulacak biçimde yanıtlıyor bu soruyu. ‘Ne yufkası?’ diye soruyorum.
– Eve gelirken yandaki bakkaldan peynir alırım diye düşünmüştüm ama geldiğimde baktım ki bakkal kapalı. Ben de hacılardan, börek yapacaktım diyerek aldım bu peyniri.
Gözüm sofranın en önemli mezesine kayıyor. Artık rakılar bardağa konmuş, ne olsa güleceğiz:
– Domates ile ilgili bir pürüz var mı?
Katılarak gülüyor, anlamam diyor rakı içmekten de, sofra kurmaktan da. Konuştukça gülüyoruz. Hava giderek soğuyor. Saat ilerledikçe, Bekir Amca ile ilgili özel konulara girme isteğim uyanıyor. Hiç yanıt alamasam da;
– Bir kere evlenmiştin değil mi?
– Niye yürümedi?
– Severek mi evlenmiştin?
türünden sorularımla iyice canını sıktıktan sonra gerçekten merak ettiğim soruyu sorup susuyorum:
– Kızın neden seni aramıyor?
Bu soruyla birlikte, dışarıdan geçen arabaların sesi kesiliyor, yanımızdaki parktan gelen sarhoş sesleri susuyor, rüzgârın uğultusu diniyor; bütün gözler Bekir Amcaya çevrilmiş. ‘Aramıyor işte’ veya ‘küsüz’ dese, nedenini sormayacağımı biliyor. Söylemek istedikleri bunlar değil ama çıkartmak istediği sesler gırtlağında düğümleniyor. Soruyu soralı neredeyse bir dakika oldu, başı önüne eğik, kıpırdamadan duruyor. Arada bir boğazını sıkan bir şey varmış gibi boynunu sağa sola çevirip derin bir soluk alıyor. Yüzü hafifçe kızardı. Zamanın derinliğinden su yüzüne çıkıyoruz, biraz daha bekledikten sonra konuşuyor:
– Ayakkabı alınca, kayısı yiyince ya da sinemaya gidince mutlu olan insanlara öyle özeniyorum ki; bazen benim terastan aşağı atlayasım geliyor.
Neden diye sormayacağım. Çünkü Bekir Amca rakısına uzandı; demek ki onun için bu yanıt yeterli.
Benim için de…
16 altı yıl içinde gelip gelip kaç kez okudum bilmiyorum. Her okuyuşumda aynı şekilde üzüldüğümü biliyorum sadece. Uzun ve hüzünlü bir roman gibi ama değil de bir yandan.