İran – Numune Ülkede Kayıp Nesil

İran

Beklediğiniz ile bulduğunuz farklı olduğunda sizde kalan kocaman bir şaşkınlık olur. İran’daki şaşkınlıkta biraz üzüntü, biraz sıkıntı, biraz da çekicilik harmanlanıyor.

Yetmişli yılların sonunda Şah Rıza Pehlevi yönetiminin devrilmesi ve Humeyni önderliğinde mollaların din rejimini getirmeleri, ülkenin yirmi birinci yüzyıldaki kaderini değiştirdi. Yirminci yüzyılın sonlarında dünyada yaşanan baş döndürücü hızlı değişimden molla rejimi kendisini soyutladı ve kendisine ayrı bir dünya yaratmaya çalıştı. İlk yıllarda, halk yeni yönetime desteğini verdi. Yönetim, bu destekle yasaları ve yaşamı hızla İslam kurallarına göre düzenledi. Dış siyaset temelini ise kendi uyguladığı rejimi özelikle Irak ve Türkiye gibi Müslüman ülkelere ihraç etmek üzerine kurdu. İran ülkeden yeni rejim yüzünden kaçan insanları takip etmek ve rejim ihracını gerçekleştirebilmek için yurt dışındaki istihbarat teşkilatına büyük yatırım yaptı. Bölgedeki bu tehlikeli gelişim ile ilk çatışan zaten serseri mayın halinde bulunan Irak’ın Saddam yönetimi oldu. Yedi yıl süren savaşta her iki taraf da para, zaman ve insan gücü kaybetti. Fakat bu süreç içerisinde savaşa odaklanmış halkın rejimi düşünmeye fırsatı olmadı. Rejim savaşla birlikte daha da güçlenmişti. Güç, çıkar çatışmalarını ve yönetim yozlaşmasını getirdi. Rejimi sorgulamaya başlayan halk daha fazla baskı ile sindirilmeye çalışıldı. Baskı, daha fazla tepkiyi yarattı. Sokakta geçerli tüm yasalar, evlerde hükmünü sürdüremez hale geldi; alkol, uyuşturucu ve zina. Hatta katı baskı, toplumda derin yozlaşmaya neden oldu. Bir de yasak olmasına rağmen çanak antenlerden ve internetten izlenen yurt dışındaki yaşam, toplumun değişim özlemini azdırdı. Bunu fark eden yönetim, iktidar sürelerini uzatabilmek için halk on istiyorsa, onlara bir vererek halkı yatıştırmaya çalıştılar. 2003 yılının Haziran ayında İran’ın geldiği nokta bu durumdadır. Bugünlerde İran halkı, Atatürk’e Türk halkının verdiği değerden daha fazlasını verir durumda.

İran’ı hala kara çarşaflar altında diye düşünenler, benim gibi şaşkınlık yaşayacaklardır. Kadınları yaz sıcağında bunaltan kara çarşaflar, rejimin simgesi değil nefretin simgesi olmuş. Çarşafla yaşayan kesimin çoğunluğu kırk yaşının üstü köylü kesim. Özelikle genç nesil ve şehirli, çarşafı ve türbanı rejimin zoruyla giyiyor. Yazının ciddiyetini bozsa da söylemek zorundayım, “Alışmamış popoda don durmazmış”. Din ve kültür muhakkak ki birbirini etkiler. Fakat dinin algılanışı ve uygulanışı kültürünüzle çelişmemelidir. Türkiye’de sürekli yaşanan kargaşalara en iyi örnek İran’dır. Dini yorumlarken ve uygularken kendi kültürünüzü yok sayamazsınız. Kültür alt yapınızdır. Bu alt yapının üzerine din gelir. Din, evin çatısı gibidir. Oysa ki, yaşam evin içerisindedir.

Nasıl şaşkınlık olmasın ki, her şehrin taksicileri şehir yaşamını en iyi bilen insanlardır. Eğer Tebriz’de bir taksici size “Abi, on beş yaşlarında çok güzel kızlar var, ister misiniz?” diye sorsa siz ne hissedersiniz? Ya da alkollü içeceklerin satışını yapan teşkilatın yerini tüm şehrin bildiğini ve evde devamlı içildiğini, ayrıca uyuşturucu kullanımının İran’da çok yüksek olduğunu öğrenseniz. Ya da küçük bir masraf karşılığında herhangi bir mollanın imzası ile bir haftalığına evlenebileceğinizi, bir hafta sonra evliliğin geçerli olmayacağını öğrenseniz. İşte size kocaman bir şaşkınlık, İran halkına duyulan üzüntü, yasakları delme isteğindeki çekicilik, yasaklar yüzünden sizin de baskı hissetmeniz ve kaçınılmaz sıkıntı.

Bu gözlemler altında, İran’daki yönetimin çok yakın zamanda tamamen değişeceği sonucuna varmak doğaldır. Afrika’da bir ülkede turistler ava götürülür, turist geyiği nişan alır ve ateş eder. Geyiğin vurulmaması olanaksızdır. Fakat, ateş sonrası geyik zıplayarak kaçmaya başlar. Avcı tekrar silahına davranır. Avcıların tecrübeli lideri tekrar atış yapmak üzere olan avcının silahını tutar ve “Boşuna mermi harcama, o öldü ama haberi yok” der. Geyik bir kaç zıplamadan sonra yere yığılır. İran’da aslında son gelmiş. Yaşananlar sonun başlangıcı değil, başlangıcın sonudur.

Türkiye’ye bu başlangıçlar sırasında çok önemli görevler düşmektedir. İran’ın nüfusu altmış beş milyon civarında, bu nüfusun yirmi beş milyon kadarının Azeri olduğu söyleniyor. Yaklaşık bir haftadır Tebriz şehrindeyim daha Farsça bir kelime duymadım, herkes Türkçe konuşuyor. Zaten İran’ın doğu bölgesinin coğrafi adı Azerbaycan. Azerbaycan, İran’ın Rusya ile on sekizinci yüzyıl sonundaki savaşından sonra ikiye bölünmüş. Kuzeyde sekiz milyon kadar Azeri’nin yaşadığı bölge Sovyet yönetimine girmiş. Sovyetlerin dağılmasıyla Azerbaycan Cumhuriyeti bağımsızlığını kazanmış. İran’da kalan Azeri halkının şu anki temel sorunu, aynı Fars halkının olduğu gibi, rejim. Azerilerin ve Farsların kendi arasında herhangi bir sorunu yok. O yüzden ilk etapta Azerilerin İran’dan koparak yeni bir devlet haline gelmesi beklenmemelidir. Bu, zaman içerisinde oluşabilme ihtimali olan bir sonuçtur. Bu gelişimin olabilmesi için yalnızca iç nedenlere değil, dış nedenlere de ihtiyaç vardır. Özelikle Amerika’nın Orta Doğu’yu yeniden yapılandırma programı içerisinde İran’da bulunmaktadır. Türkiye, İran ve özelikle Azeri kandaşlarımız konusunda çok dikkatli siyaset takip etmelidir. Kosova’da her evde Türkiye’ye yönlendirilmiş uydu antenleri, İranlı Azerilerin evinde de aynı durumdadır. Azeriler için Türkiye bir model haline geldiğinden, Türkiye’ye karşı son derece büyük bir sevgi beslemektedirler. Bu durum ister istemez Türkiye’ye sorumluluk yüklemektedir. Azerbaycan Cumhuriyeti’nde yaşayan Azeriler, Rusların yıllardır sürdüğü Anti-Türk siyaseti sonucu kendilerini ilk önce Azeri, sonra Türk olarak ifade ederler. Türklük kavramını da son on yılda yavaş yavaş hissetmeye başladılar. Oysa İran Azerileri için durum farklı. İran Azerileri, Türk kültürüne ve milliyetçilik anlayışına Azerbaycan Azerilerine göre çok daha yakınlar.

İran ve Azerbaycan Cumhuriyeti Şii’dir. Türkiye’deki bazı zihniyetlerin biz Hanefi’yiz, onlar Şii ayrıştırması son derece sakıncalıdır. Ev aynı ev, çatı aynı çatı. Yalnızca çatıların görünüşü değişik.

“Ben yirmi yaşındaydım, mollalar geldi. O zamanlar, İran Türkiye’den daha gelişmişti. Şimdi kırk beş yaşındayım, İran Türkiye’ye gıpta ile bakıyor. Benim neslim İran’ın kayıp neslidir” diyor bir Farslı ses.

“İran dünya için bir numune oldu. Böyle bir rejimin sonuçlarını tüm dünya hep birlikte gördük, benim gibi iki farklı rejimi görmüş insanlar bu rejime karşı bir ölçü de olsa hoşgörü gösterebiliyor, fakat televizyon ve internetten dünyayı gören yeni neslin bunlara karşı hiç hoşgörüsü yok” diyor bir Azeri ses.

Hepsi bir ağızdan “Türkiye’nin kadrini bilin” diyor.

İran’a özgü Çello pilavın ve kebabın eşsiz lezzetinden, İranlıların çay içme ve meyve yeme alışkanlıklarından, halkın son derece kibar ve misafirperver olduğundan, trafiğin inanılmaz karmaşasından, yurt dışında ve özelikle Amerika’da yaşayan kalabalık İran nüfusunun nedenlerinden, İran’daki yaşamın ne kadar sade olduğundan, Tebriz’in havasının bir ilaç niteliğinde olduğundan uzun uzun bahsetmek isterdim. Fakat o kocaman şaşkınlık sizde bunların çok ötesinde iz bırakıyor.

Gördüklerimi yazmak hiç bir zaman beni bu kadar sevindirmemişti. İstiyorsunuz ki, Türk halkı gezsin. İnsaniyetten uzaklaşmış soğuk Avrupalıyı, Arap kültürünü, Komünizm, din ve dikta rejimlerinin sonuçlarını, Anglosaksonlarca ve kapitalizmle sömürülmüş halkların yozluğunu ve zavallılığını, dinlerinin temelini savaşmak üzerine kuran siyonist dünyayı görsün. Görsün ki, mutluluğun kendi kültürüne sarılmaktan geçtiğini, mutluluğun ithalinin mümkün olamayacağını, mutluluğun insanın ve toplumun kendi içinden su yüzüne çıkarılabileceğini anlasın.