Bugün bu yazıyı yazarken çok düşündüm, duraksadım ve tekrar düşündüm. Neydi bu kadar düşünmemi gerektirecek şey? Anlatayım; ister çok büyük bir alandan görünsün, ister hiç kimse farkına varmasın ve orada olduğunu sadece ben ve birlikte fikirlerimi paylaştığım insanlar bilsin, duvarda içeriyi aydınlatacağına inandığımız bir pencere açma kararı gerçekten beni heyecanlandırdı. Işığa hasret olup uzun süre karanlıkta kalan bir kişinin, perdeleri açtıktan sonra beklediği ışığa ulaşınca onun parlaklığına dayanamayıp da gözlerini kapatması gibi bir şey oldu benimkisi. Oysa ki şu ana kadar yaşamımda ne çok gözlemde bulunmuştum; konuştuğum bir insanın söylediği bir söz beni ne kadar düşündürmüştü, onca çıkarımlara ulaşmıştım sadece birkaç sözden; kokladığım çiçekler bana hep güzellikler anlatmış, bir filmdeki kötü adam bana iyiliğin anlamını öğretmişti; politikacılar ise bana açık olmanın ne demek olduğunu ve dürüstlüğün ne kadar değerli bir erdem olduğunu anlatmakta zorluk çekmediler; yaşadığım kent kentleşmenin nasıl olması gerektiğini gösterdi, içinde yaşadığım toplumun yanlışlarını da bizzat kendisinden öğrendim; seyrettiğim bir televizyon programında, ağaçları kesmeyi gaye edinmiş o eli baltalı adam ise yaşadığım dünyanın ne kadar değerli olduğunu bir kere daha anlamamı sağladı ve bunun gibi nicesi geldi ardışık olarak. Böyle yorumlar yaparak ve çıkarımlarda bulunarak bu güne gelmiştim ve bu pencereye koyacağım bir çok fikir olacaktı. Evet yazımın başında çok fazla düşündüğümü söylemiştim. Duraksadım ve düşündüm çünkü bu küçük alan aslında çok canlı olacağını umduğum penceredeki ilk paylaşımımdı. Dolayısı ile perdeyi açan adam gibi gözüm kamaşmış ve ilk başta elde edilen bu imkanı en iyi biçimde değerlendirme kaygısından olsa gerek duraksamıştım. Ve sonunda cesaret ve kararlılıkla bu penceredeki yerimi almak için gözlerimi açmaya karar verdim…
Bir işi severek, içten gelen duygularla, her aşamasından haz alarak, çıkan zorluklara karşı yılmadan ve içte duyulan haz dışında hiçbir parasal veya sosyal kazanım beklemeden yapmak…
Her gün ben ve tanıdığım diğerleri para kazanmak, kariyer atlamak, sosyal itibar sağlamak için sevmediğimiz, sevdiğimizi sandığımız ya da işin en kötüsü bazı toplumsal motivasyon programlarının etkisinde kalarak “ben, işte bunu seviyorum ve istiyorum” diyerek verimli olsun olmasın çalıştığımız yerlere artı değerler kazandırma gayreti içerisinde takım çalışmaları yapmaktayız.
İlk bakışta yukarıdaki genelleme çok acımasız bir ifade şeklinde görünmekte ve dünyadaki sonsuz sayıdaki iş tanımı ve milyarlarca insanın yaşam tarzını bir cümlede köle mantığına indirgeme gibi görünmekteyse de gelmek istediğim nokta bu değil. Ben, sadece toplumdaki körelen amatörlük ruhundan bahsetmek istiyorum aslında.
Amatörlük, yazımın ilk paragrafındaki gereklilikleri tam anlamıyla içeren bir olgudur ve bence bu ruh, insanların gerçek işleri dışında asıl olarak verimli oldukları ve belki ortaya çıkan eserin , kazanımın veya ürünün kişinin verebileceği en üst değerle ifade edilebileceği bir olgudur. Günümüzde ise, bu olgunun varlığı her alanda zayıflama eğilimleri göstermektedir. Öyle ki, en çok amatör ruh ile yapılacağı düşünülen uğraşılar dahi çağımızda birer, birer para kazanmanın bir fonksiyonu olma aşamasına girmiştir.
Amatörlük ruhunun en çok ifade edildiği sanat alanında şahit olduğum bir örneği size anlatmak isterim: İzlediğim bir programda, programını hazırlayan kişi, Amerika’da yaşamakta olan genç ve başarılı bir Türk ressamının belirli firmalarca keşfedilmesinin ardından, genç ressam ile firma arasında bir anlaşma imzalandığından, senede en az filanca sayıda resim üretmesi koşulu ile ve bu kişinin eserlerini sadece ilgili firmaya vermesi karşılığında belli bir meblağın kendine ödeneceğinden ve bu anlaşmanın bir kaç seneyi kapsayacağından övgü ile söz etmektedir.
Bence sanat gibi bireysel yaratıcılığın gerekli olduğu bir uğraşının üzerine finansal gölgelerin düşmesi, sanat tanımını zanaat tanımına yaklaştırmaktadır. Belki geçmişteki ressamlar, ekonomik yokluk içerisinde bunalarak hayatlarını sürdürmüşlerdir, ancak, eserlerinde hiçbir zaman finansal kaygıya yönelik bir leke görünmemektedir. Ayrıca şunu da ifade etmek isterim ki, bir eser elbette satılabilir veya başka insanların görüşüne açılabilir ancak, yukarıdaki gibi “al şu parayı bana on tane tablo yarat” gibi ısmarlama bir sanat anlayışı bana yanlış geliyor.
Bununla birlikte bir diğer örnek ise gazetecilikten verilebilir: Bugün dünyada, amatör ruhun hakim olduğu yerel gazeteler vardır. Bu gazetelerde, gazeteciliğe ilgisi olan kişiler amatör ruha yakın bir çizgiyle çalıştıklarından gazeteciliği siyasal baskıdan uzak ve ekonomik beklentilerin az olduğu bir ortamda yapmaktadırlar. Böylece önemli sayabileceğim iki kazanım olmaktadır:
Bunlardan ilki, bu gazetelerin, büyük merkezi gazetelere, amatör ruh ile yetişmiş elemanlar sağlaması, ikincisiyse bu gazetelerin siyasi v.s. kaygıları olmadığından habercilik yönünde tarafsız kalabilmeleridir.
Yoksa, ülkemizde yaygın olan hali ile tüm sektörü bir veya iki medya holdinginin elinde tuttuğu bir ortamda yayıncılık yapmanın olası sonucu, yayıncılık prensiplerinden sapma şeklinde olacaktır.
Bununla birlikte dünyada doktorluk , kamu hizmetleri ,öğretmenlik, arkeoloji gibi daha nice uğraşı vardır ki verilen hizmet, insanlığa ve tabii ki kişinin kendisine yüksek değerler katar, yaptığı iş kişiye büyük haz verir. İşte benim asıl gelmek istediğim konu bu. Örneğin, doktorluğu Albert Schweitzer’in yaptığı yönde yapıyorsan ve ölmekte olan bir insanın hayata döndürülmesi sonucunda, eline fazla bir para geçmediği halde büyük zevk alıyorsan, hayatını buradan kazandığın para ile idame ettiriyor olsan dahi içinde, sözünü ettiğim amatörlük ruhunu taşıyorsun demektir.
Aksine, sosyete doktorluğu veya para odaklı doktorluk ki sanıyorum ne demek istediğimi herkes çok iyi biliyor, yukarıdaki belirttiğim ruhu ortada kaldıracaktır.
Yirminci yüzyılda, amatörlük ruhunun, teknolojinin gelişmesi, liberal ekonomi ve liberal yaşam tarzının benimsenmesi sonucu ortaya çıkan para odaklı yaşam biçimi ile ilintili olarak körelmeye başladığı görülmektedir. Bunun temel nedeni ise günümüzde, paranın bir değişim aracı olma özelliğinin üzerinde fonksiyonlar üstlenmesidir. Bunlar, toplumsal güç ve itibardır. Bugün bu iki fonksiyonun, toplum tarafından mutlak olmasa dahi belli oranda özümsenmesi sonucu, sözünü ettiğimiz para odaklı yaşam tarzının günlük hayatımızdaki birçok sosyal ilişkide ortaya çıktığını görmekteyiz.
Beni bu yazıyı yazmaktaki amacım, amatörlük ruhunun toplumsal çalışma yaşamında her zaman bir yere sahip olmasının gerekliliğini vurgulamak ve onun azalması halinde, özellikle sanat gibi bazı alanların anlamını yitireceğini düşünmemdi.Yoksa, yazımın başında biraz sert olan yargım ile dünyadaki sosyo-ekonomik yapıyı hiçe sayarak veya onu tamamıyla reddederek insanların şu an içerisinde bulunduğu çalışma ilişkilerinin tamamen mantıksız olduğunu öne sürmek değildi amacım.
Şu bir gerçek ki, kaçınılmaz olarak ekonomik yaşam devam edecektir ve para, insan hayatındaki yerini mutlaka koruyacaktır. Ancak, bununla birlikte, insanlığa ekonomik değerler dışında çok büyük değerler kattığına inandığım amatörlük ruhunun da, insanlık yolunda devam edebilmemiz için, toplumsal yaşamımızda varolan yerini sonsuza dek korumasını diliyorum.