O Yar Gelir

O Yar Gelir

Söz yakar mı? Yakar. Acıtır mı? Acıtır. Yanar mı peki? Hem nasıl… Ha söz ha köz… İnsan, kimi zaman közde yürüse yanmaz da bir tek sözle kül olur.

Söz, köz, kül…

“O Yar Gelir” türkü tadında bir ezgi. Sözleri doğa ile iç içe. Bağlaması omzunda yollara düşmüş halk âşığı sanki Ruhi Su… Sanki dağ bayır gezen bir Karacaoğlan… Sanki sevdadan incinmiş bir Erzurumlu Emrah.

1910 yıllarının başı… Dar zamanlar… Yoksulluk, yokluk dönemi… Ruhi Su, tam da o yokluk, o yoksulluk günlerinde annesini, babasını kaybeder. Tek başına kalakalır. Sonra birileri evlatlık edinir bala Ruhi’yi. Kız çocuğu eve sığar, derler. Ama erkek çocuğu öyle mi? Girdiği eve fazlalık gelir, sığmaz. Ruhi, şaşkın, Ruhi yoksul, Ruhi yoksun, Ruhi’yi bir eve sığdıramıyorlar. Ruhi denize düşmüş. Bala Ruhi, denize düşmüş de sarılacağı yılanı bile yok. Üstelik çocuktur daha. Baladır daha. Ruhi Su, bacak kadar çocuk, Ruhi Su sabi…

Öksüzler yurduna yerleşmek için ta Van’dan ta Adana’ya günlerce süren yolculuk yapar. O yılan yolları Ruhi Su çok iyi bilir. O bilmesin de kimler bilsin? Kurdun çakalın, haraminin pusu kurduğu yolları Ruhi Su bilmesin de kimler bilsin? Onun trenin camına yapışmış yanaklarına akan çocuk gözyaşlarını, trenler bilir, yollar bilir. Bala Ruhi, gurbet nedir bilmesin de kimler bilsin? Dağları, taşları, turaçları, turnaları o bilmesin de kimler bilsin? Çayırı çimeni de lale, sümbülü o bilmeye de kimler bile? Yaban güllerini o bilmeye de kim bile peki?

– Ruhi Su, halk edebiyatının son büyük ozanıdır, dediği için bir edebiyat öğretmeni hakkında dava açılmıştı.

– Resmi kitaplara göre halk edebiyatının son ozanı Âşık Veysel’dir, Ruhi Su değildir. Ama öğretmen, öğrencilerine, halk edebiyatının son büyük ozanı olarak Ruhi Su’yu gösteriyor, diye suçlanmış, yargıç önüne çıkarılmıştı o kadın öğretmen.

Öğretmen, mahkemede aynı şeyleri söyler, söylediklerinde kararlıdır:

– Halk edebiyatının son aşığı Ruhi Su’dur, der. Yargıç, öğretmeni haklı bulur, davayı düşürür.

Ruhi Su, halk edebiyatı geleneğinin büyük ozanıdır. Kitaplar varsın söz etmesin. Varsın adını yazmasın. Aydınlara türkü dinleten adamı, türküler bilir ki… Yaban gülleri bilir ki onu.

“O yar gelir yazı da yaban gül olur, yar yar
Yüzün görsem tutulur dilim lal olur yar yar”

Deme böyle Ruhi Su. Böyle güzel dizeler yazma. Hak etmeyene yazma bunları. Bu kadar çok sevme. Hak etmeyeni bu kadar çok sevme. Kırılırsın. Sen yürek taşıyorsun. Sen çok zarif adamsın bala yürekli koca Ruhi Su. Gözyaşları tren camlarından kalan adam, senin yüreğin hâlâ bala… Bu kadar çok sevme.

“Aşka düşen divane gezer del’olur yar yar”

Bir halk ozanına yaraşır incelikli benzetmeler var dizelerde. Bir gönül, sevdiği zaman yârini gördüğü zaman yazılar, yaban gülleriyle dolar. Sevgilinin yüzü görüldüğünde sevinçten dil, boğaza akar, lal olur. Aşka böyle bir şey… Ama üretilirse… Ama iki başlı olursa…

Karacaoğlan sevdası, Köroğlu yiğitliği var ozanda. Var olmasına var da sevilen de acı çektirmekte ustadır nedense. Göz veriyor ışık vermiyor âşığa. Genç adam, sevgiliyi görme umuduyla evinin çevresinde dolanır ha dolanır. Ama ne bir nefes ne bir haber ne bir işmar… Tam bir kırgınlık, tam bir umutsuzluktur bu. Yiğitçe bir kırgınlıkla, Pir Sultan Abdal’a yaraşır mertlikle sızlanır ozan.

“Evlerine var gele usandım yar yar
El kızını ben kendime yâr sandım yar yar
Yüreğime hançer de soktu gül sandım yar yar”

Ruhi Su, sanmıştır ki sevdiği kendisine yardır, hayattır, her şeydir. Değilmiş meğer. Öyle değilmiş demek. Oysa nasıl da çok sevmiş, nasıl da bağlanmıştır. Sevgilinin unutmayacağına nasıl da inandırmıştır kendini. Nasıl da temiz, nasıl da saf, nasıl da çocukça, nasıl da… Sevdiği kız, paslı bir hançeri Ruhi Su’yun yüreğine saplar ama Ruhi Su, bunu gül sanır yine. Gül sanır çünkü sevgili kendine görünmüştür. Hançerin acısı, sevgilinin yüzünü görmekten aldığı hazzın yanında nedir ki?

Bu kadar sevme Ruhi Su. Böyle deme! Böyle sevmeler hayra delalet değil! Bu sevmeler…

“Mezarımı derin de kazın dar olsun yar yar
Altı lale üstü çimen bağ olsun yar yar
Ben ölürsem sevdiceğim sağ olsun yar yar”

Halk edebiyatı ozanlarından ayrısı gayrısı mı var dizlerin? Karacaoğlan kokmaz mı “bağlar, laleler” deyince? Mertliğiyle Köroğlu’na benzemez mi Ruhi Su? Ya dik duruşuyla Pir Sultan Abdal değil midir? Sıdkı Baba’ya edebinden dolayı eş değil mi üslubu?

O yâr gelmiyor Ruhi Usta. Gelmiyor işte. Sen, vefasız birini neden bu kadar çok sevdin? Sen neden bu kadar gurbet, neden bu kadar yol kokarsın? Böğrüne, yüreğine Ruhi Usta, sevdiğin hançer saplamış da sen neden hâlâ gül sanırsın? Bak o yâr gelmiyor işte.

Böyle yapma bala yürekli. Hak etmeyeni bu kadar çok sevme! Bu sevmeler hayra delalet değil.

“Hep senin içindir boyun eğdiğim / Yoksa zapt edemez buralar beni.” diyen Sıdkı Baba’dan mı ders aldın? Gönül acısıdır bu sözler usta. Bilirim, edebindendir suskunluğun. Mertliğindendir isyan etmemen. Buna da amenna… Ama Sıdkı Baba gönlün, Pir Sultan duruşun, Köroğlu mertliğin, Karacaoğlan sevdan oldukça sen daha çok hançerlenirsin Ruhi Usta! Daha çok yaralanırsın. Etme böyle, deme böyle. Sen çok insansın. Seni kırarlar bala Ruhi Su.

Sana sevgili mi yoktu? Neden bir bizebana tutuldun? Hal iledir, kâl ile olmaz, derler. Sen sözünle de halinle de belli ettin sevdiğini. Görmek için evlerine gide gele yoruldun. Hançer yedin, “Gül sandım” dedin. Sen sevmişsin, o gülmüş, geçmiş. Emeksiz sevgi bu Ruhi Ustam… Sevgine sevgi katmamış o bizeban. Sana kurban olaydı sevdiğin.

Aşkta eziyet çekmekle sevenin değeri artmıyor. Asla. Keşke bu kadar çok sevmeseydin. Sevgi iki başlı olur Ruhi Usta. Ah yaralı yürek, ah bala gönüllü Ruhi Su! Koca âşık, sesiyle dağları titreten adam… Senin gibi seven yok artık. Ölse de sevdiceğim sağ olsun, diyen, hançer saplansa da bunu gül sanan âşıklar yok artık.

Sen kimsin Ruhi usta, sen neden bu kadar insansın?

Çok sonraları hastalanmıştın ve yurt dışına tedavi olmak için gitmen gerekiyordu ama pasaportuna el konulduğu için gidememiştin. Kalakalmıştın yine. Annen, baban öldüğünde olduğu gibi kalakalmıştın. Kimse evine sığdırmadığı günlerde olduğu gibi kırıldın. İkinci kez kırdılar seni Ruhi Usta? Senin yaban güllerini ikinci kez mi yoldular? Bağını talan ettiler. Senin laleni, senin sümbülünü çiğnediler.

Peki, Ruhi Usta, yağmur yok, dere yok, çay yok; yok da bu sel neyin nesidir? Köz yok, alev yok, yangın yok; yok da Ruhi Usta, peki bu duman nedir, bu har neyin nesidir?

Bu kadar sevme Ruhi Usta, bu kadar sevme demiştim sana. Hak etmeyene böyle güzel sözler deme demiştim. Bu sevmeler, hayra alamet değil demiştim. Bala Ruhi demiştim sana. Sana ben demiştim. Ben demiştim. Ben sana…

Ah, Ruhi Su Usta, sevdiklerimizin saramadığı yarayı sen sarıyorsun. Senin türkülerin sarıyor.

Bunu biliyor musun?

Trene her bindiğimde senin camlara yapışan gözyaşlarını arıyorum ama bulamıyorum.

Bunu da biliyor musun?

Ne diyeyim. Senin derdin var ya, senin derdin divana kalsın bala yürekli Ruhi Su! Divana kalsın. Divana…

O yâr gelmez Ruhi Su, o yâr gelmez. Ne edersen et o yâr gelmiyor.

Nereden mi biliyorum. Biliyorum işte.

Amma velakin… Ezcümle ha söyle de söyle!

3 Comments

  1. Bu kadar güzel yazmayın. Ömür kısa. Zaman yetmez okumaya her yazan böyle yazarsa.

Yorumlar kapatıldı.