“Dur Dağı” Türküsünü Duydunuz mu?

Dur Dağı - Erkan Oğur

Dur Dağı… Abdal Musa’nın dağı… Abdal ile semaha duran dağ… Kaygusuz Abdal, Abdal Musa’nın yanında terbiye görmek, dergâhına katılmak ister. Abdal Musa, keramet sahibi olduğunu anladığı bu yeni öğrenciye kucak açar. Dur Dağı sevinir Kaygusuz’un gelişine.

Amma velakin…

Kaygusuz Abdal Alanya Beyi’nin oğludur. Zengin, çok zengin beyin oğlu olmak kolay değil. Ama zenginliği elinin tersiyle itip mürşidinin divanında olmayı istemek kolay değil. Alanya Beyi, oğlunun bir dergâhta yaşamasını istemez. Haber salar yörenin Tekke Beyi’ne. Ferman büyük yerden gelmiştir. Tekke beyi de Abdal Musa’yı cezalandırmak için üstüne askerlerini gönderir. Ateşe verir askerler Abdal Musa’nın çevresini.

Abdal Musa durur mu? Korkusuzca yürür Tekke Beyi’ne. Dağ da ardından… Abdal “Dur dağ” der, dur. Dağ durur. Dağın adı o günden sonra “Dur Dağı” kalır. Dağ, durmasına durur ama her yan yanmaktadır. Bu kez ağaçlar, kurtlar, kuşlar, taşlar Abdal Musa’nın ardına takılır. Onlar da Musa’nın ve dervişlerin ardında Tekke Beyi’ne yürür. Dur Dağı’nda ne kadar canlı varsa halka olup semah döner. Dağ semaha döner. Kayalar, taşlar, ağaçlar, kurtlar, kuşlar semaha durur. Abdal Musa ve dervişleri ateşi söndürürler. Pirin yeridir orası. Abdal Musa’nın… Kaygusuz Abdal’ın…

“Dur Dağı” türküsünde geçen dağın hikâyesi böyle. Menakıpnameler böyle yazar, böyle rivayet eder.

Ya türkünün sözleri?

Sarıkamış Harekâtı… Alahuekber Dağı… Yazlık giysileriyle savaşa katılan 90.000 askerin donarak öldüğü dağ… 90.000 fidan… Kiminin ayaklarında ayakkabısı yoktur. Ama fidanlar, eksi 40 dereceye dayanmaz. Çoğu ayakta silahına sarılmış halde donar. Tam bir insan ormanı… Daha sonra türküye dönüşecek şiirin sözleri, dağda donan Mehmet Beşir Şahin adlı askerin cebinden çıkar.

“Dur Dağı” türküsü böyle doğar. Dağda donan 90.000 askerin hikâyesini anlatır sanki türkü. Dinlediğinde insanın en derin yerine hüzün çöker. Ta en derinlerine ama… İnsan olan yerine…
Özlemi anlatır türkü. Askerin memleketini… Çamlarını, lalelerini, sümbüllerini…

“Arzı eder sılayı divane gönül” der asker şiirin daha ilk dizesinde. Der ama çamlar bir türlü görünmez, hayalini kurduğunda canlanmaz gözlerinde.

“Sılada zinnetli çamlar görünmez.”

Neden cimrisiniz çamlar? Neden görünmezsiniz Mehmet’e? Mehmet az sonra donacak zinnetli çamlar. Bilmez misiniz, az sonra Mehmetler donacak. 90.000 Mehmet donacak.

“Ezelden yazılmış bu kara yazı” şiirin en acı dizesi…

Mehmet, sanki sonunu, sanki 90.000 askerin sonunu biliyormuşçasına duygulu… Genç Mehmet, az sonara donacaktır Sarıkamış’ta… Allahuekber Dağlarında 90.000 fidan, 90.000 can, 90.000 yeşil, 90.000 insan, 90.000 ciğer, tam 90.000… Anaları ölsün gayrı! Vah ki ne vah!

Şiir; Allahuekber Dağ’ında, 90.000 insan ormanından, bir askerin cebinden çıkar. Mehmet’in cebinden… Mehmet ne de çok özlemiş sılasını, lalesini, sümbülünü, gülünü, bülbülünü, çamlarını…

Sahi laleler, güller, bülbüller… Hele sen çam… Hele sen neden görünmedin Mehmet’e? Bilmez misin az sonra Mehmet donacak? Tatlı bir uyku çökecek önce. Göz kapakları kapanacak ardından. Sonra mı? Sonrası yok cam ağacı. Sonrası yok. Bir daha Mehmet de hiçbir Mehmet de uyanmayacak. 90.000 askerin hiçbiri, biri bir daha uyanmayacak.

Ya siz keklikler… Sizi zalim avcılar mı avladı ki Mehmet’in düşüne görünmezsiniz? Ah kınalı keklik, doksan bin Mehmet donuyor. Görmüyor musunuz? Görmüyor musunuz kınalı keklikler? Mehmetler, birbirine sokulmuş uyuyor. Ötme artık kınalı keklik! Ötme. Mehmetler uyuyor. Uyandıracaksın. Bırak uyusunlar. Artık, Mehmetlerin muradı huzuru mahşere divana kalsın kınalı keklik. Dertli dertli ötme. Bırak anaları ağlasın artık. İnsan olan ağlasın. Ama sen değil kınalı keklik. Sen değil.

Çam ağacı yapılır mı bu? Yapılır mı hiç?

Vah ki ne vah!

Eyvah ki ne eyvah!

Öf ki ne öf!

Vay ki ne vay!

Derler ki çamların uğuldaması hep bundandır. Acıdan, pişmanlıktandır. Derler ki bülbülle gülün kavuşamaması bu ah’tandır. Derler ki lalenin çiçek açıp kısa sürede yapraklarını dökmesi bu acıdandır. Derler ki kekliklerin çalı dibi eşmesi utancındandır. Derler ki…

(Elif… O ormanı… Alalhuekber ormanını… İnsan ormanını… Doksan bin Mehmet’i görürsen hepsine yelek ör. Üşümesinler. Ayaklarına patik ör. Donmasınlar. Ne olur Elif! Mehmetler uyanmadan doksan bin yelek, doksan bir patik ör. Ne olur Elif unutma.)

Sonra Erkan Oğur’un eline geçer şiir. O ezgiye döker. Erkan Oğur sanki söylemez. Sanki eksi kırk derecede yanar, kül olur. Allahuekber’deymiş gibi donar.

Arz eder sılayı divane gönül
Sılada zinnetli çamlar görünmez
Nice nazlı gelin sefil analar
Giyinmiş karalar allar görünmez

Seyreyledim Dur Dağı’nın taşını
Zalim avcı avlar keklik kuşunu
Lavü ümran poyraz aşmış düşünü
Her gelen avcıya ağlar, görünmez

Ezelden yazılmış bu kara yazı
Zehirden acıdır düşmanın sözü
Felek bize mesken kurdu Sivas’ı
Laleli sümbüllü bağlar görünmez

Bülbülde ah çeker güle de kalmaz
Sivas’ın çevresi askeri almaz
Acemi askerler talimi bilmez
Karışmış ağalar beyler görünmez

Kamilem der ben tuttum bu destanı
Gider kalmaz bu dağların dumanı
Okunuyor seferberlik fermanı
Hani yeşil sancak, tuğlar görünmez

Amma velakin… Ezcümle… ha söyle de söyle!