Yaşanacak Yer: San Diego

Yaşanacak Yer: San Diego

Dünya üzerinde yaşanacak en keyifli yerlerden biri San Diego şehri, California’nın en güzel plajlarına, en tatlı iklimine ve en hareketli modern kent merkezine sahip bölgesi. Plajlar, eyaletin diğer bölgelerindekilere göre daha sakin ve daha az kalabalık, iklim, rüzgardan dolayı daha yumuşak ve ferah, kent merkezi ise derli toplu ve insanı yormayacak ama ihtiyaç duyulacak her şeyi içinde bulunduracak kadar düzenli ve planlı. Kentin merkezinde Gaslamp Quarter, San Diego gezisine başlamak için en uygun yer ve geziye başlamak için en uygun saat de akşam üzeri saatleri. Bir film platosunu andıran semtin tarihi, San Diego’nun 1542 yılında, Portekizli kaşif Cabrillo tarafından keşfiyle yaşıttır. Yürüyerek gezebileceğiniz bölgede akşamüzerine doğru cafelerden, barlardan yükselen müzik ve kahkaha sesleri davetkardır. Dinlenmek için oturduğunuzda, semtin kızıl rengi, eski dokusunun modern yaşamla sentezlenişi, ılık esen rüzgarla birlikte bir kadeh California şarabının eşlik ettiği keyfin huzuru, size rahatlamışlık ve dinlenmişlik hissi verecektir.

Ertesi sabah, şehir turuna şehri keşfeden Cabrillo’nun, Gaslamp Qurter’ın çok da uzağında olmayan Loma Burnu’ndaki anıtı ile başlayabilir, buradaki doğanın tadını çıkarabilir, oradan da Old Town’a geçebilir güzel bir Meksika yemeği’nden sonra San Diego turistlerinin vazgeçilmezi olan Maritime Museum, Horton Alışveriş Merkezi ve Seaport Village’ı görerek gününüzü tamamlayabilirsiniz. Müze meraklıları için San Diego bir cennet. Şehrin merkezindeki Balboa Park ve onun bir bölgesi olan El Prado’da pek çok müze bulunmakta. Sayıları 15i bulan bu müzeler, yemyeşil bahçelerle çevrili. Ancak bana göre San Diego’da en ilgi çekici yerler, vahşi hayvanların arasında ister özel araçlarla, isterseniz yürüyerek dolaşabileceğiniz San Diego Zoo ve şehrin 50 kilometre dışındaki San Diego Wild Animal Park. Bir tam günü keyifle, doğa ve hayvanlarla içiçe geçirebileceğiniz hayvanat bahçelerinden San Diego Zoo, 1922 yılında yapılmış ve en büyük özelliği hayvanların kafeslere kapatılmaması, doğal ortamlarına yakın bir mekan ve şartlar oluşurularak özgürce yaşamaları. Wild Animal Park ise Afrika’da, Avustralya’da Yeni Zelanda’da ve dünyanın pek çok yerinde nesli tükenmekte olan pek çok çeşit vahşi hayvanın birarada, özgürlüklerinin tadını çıkardığı inanılmaz güzellikte bir park. Her iki park da insanlar için hiçbir tehlike oluşmayacak , ancak hayvanlara çok yaklaşmanızı, onlara dokunmanızı, ve park yönetiminin izin verdiği gıdalarla onları ellerinizle beslemenizi mümkün kılacak şekilde tasarlanmış. Ellerinizle bir zürafa beslemiş miydiniz hiç? Ya da bir timsah yavrusunu kucağınıza almış mıydınız daha önce?

San Diego’da, Meksika sınırına çok yakın yerlerde, eski Amerikan filmlerinden fırlamış, Meksika tarzı enteresan oteller bulunuyor. İki katlı bu oteller genellikle U ya da L şeklinde, ucuz malzemeden yapılmış, oda önlerinde kesintisiz bir balkon(tüm odalar için ortak) bulunan, oda kapıları binanın dışına doğru açılan, balkondan çamaşırlar sarkan, insanların bağırarak neşe içinde ve kimseyi umursamadan konuştukları, gece insanların odalarından çıkıp tüm kat için ortak su ve buz makinasından su almaya gittikleri, ilginç oteller bunlar. Gece okyanusun sesinin tüm gürültüleri bastırdığı bu yerlerde, tatil günlerinde oda bulmak imkansız. Bütün San Diego, okyanusun bu en güzel sahillerine akın ediyor. Normal şartlarda beş kuruş etmeyecek bu derma çatma oteller, odaları geceliği 400-500 dolardan satabiliyorlar. En güzel tarafı, bu bölgeler, Meksika Amerika sınırındaki Tijuana’ya çok yakın. Amerikan zenginliği ve yeşilliği içinde oturduğunuz yerden, sadece birkaç kilometre ötedeki fakir ve çorak Tijuana’yı izleyebiliyorsunuz. İsterseniz 4 saatlik ya da tam günlük turlarla Tijuana’ya geçebiliyorsunuz.

Amerika Meksika sınırındaki Las Amerikas Premium Outlets zincirinin San Diego şubesi de Meksikalıların hafta sonu akın akın sınırı geçip alışveriş yaptıkları tipik bir Amerikan Outleti. Burayı sabah ziyaret edip daha sonra dünyanın en güzel plajlarından biri olan La Jolla’ya gidip gün boyu güneşin ve okyanusun tadını çıkarmak harika olur. Burada güzel bir deniz ürünleri ziyafetine eşlik eden gün batımı manzaraları da hiç unutulmayacaktır.

San Diego’dan 15 dakikalık bir araba yolculuğu ile ulaşabileceğiniz Coronado İsland şehrin sakin ve iddiasız lüks yüzünü yansıtıyor. Entellektüel ve kültürlü San Diego halkı, burayı tatil mekanı olarak benimsemiş. Muhteşem plajları, çok lezzetli yemekler sunan restoranları ile patırtının olmadığı sakin ve keyifli bir yer. Şehirde kalmak için de çok ideal çünkü şehre çok yakın.

Ulusal Park kavramı, eyaletin bir çok yerinde olduğu gibi San Diego’da da çok duyacağınız bir kavram. Vahşi hayvanların bulunduğu, avlanmanın yasak olduğu, hayvanları beslemenizin hiçbir şekilde hoşgörülmeyeceği, kamp ve piknik yapmanın, bisiklete binmenin serbest olduğu, inanılmaz bir hassasiyetle korunan bu parkların en güzellerinden Yosemite Parkı mutlaka görülmeli. Nehir kıyısında, tam anlamıyla doğa ile içiçe, çağlayan şelalelerin sesinden bazen kendi sesinizi bile duyamayacağınız, dünyada hiçbir dert kalmadığını düşüneceğiniz yer bu parktır, unutmayın.

Orman yangınlarını zarar verir diye biliriz. Bir San Diego ziyaretçisinin görmesi gereken parklardan olan Sequoia Parkı’nda ise bu bilginin yanlış olduğunu öğreniyorsunuz. Tabii sadece Sequoia ağaçlarından oluşan bir orman için. Bu ağaçların tohumları, kalın kabukları içinde bulunduğundan, ancak dış kabuk yanarsa, tohum kurtulup toprağa düşebiliyormuş. Bu nedenle yangın, bu ağaçların üremesi için şartmış.Böylelikle boyları 100 metreyi bulan Sequoialardan oluşan ormanın devamı sağlanabiliyormuş.

San Diego’da gezmek son derece kolay. Şehrin merkezindeki Horton Plaza’da kapsamlı bir turist bilgilendirme ofisi bulunuyor. Buradan edineceğiniz haritalar ve otobüs-tramway çizelgeleri ile hiç zorlanmadan şehri dolaşabilirsiniz. Pek çok yerde bulunan HopOn-HopOff otobüslerle de panoramik şehir turu yapabilir, beğendiğiniz yerde inip, istediğiniz yerde tekrar aynı firmanın otobüslerine binebilirsiniz. Gaslamp Quarter’da bolca bulunan ve çoğunun sürücüsü Work and Travel sistemi ile Amerika’ya gitmiş Türk çocuklarından olan sepetli bisikletlerle de şehir merkezini gezmek mümkün.

Vegas’a Doğru

Los Angeles’tan sonra, San Diego’ya gitmeden en azından, bir günü ve geceyi geçirmek için Las Vegas’a gidilmeli. Nevada’nın içlerine doğru yapılan bu seyahat, tipik bir çöl ortası Amerikan Highway’i seyahati. Uçsuz bucaksız gibi görünen çölün ortasında ufka kadar devam eden otoyol boyunca, etraftaki inanılmaz sessizlik ve boşlukta, nadiren de olsa görünen kaktüsümsü bitkiler ve yolun sonuna doğru karşınıza çıkan uyduruk yol üstü konaklama yerinin bile gözünüze çok şık görünmesi. Hava kararınca girin Las Vegas’a. İnanılmaz bir ışık ve renk denizi, devasa, şık ve gösterişli otellerden oluşan, her yerden kumar makinalarının fışkırdığı, yine Amerikan ticari dehasının ürünü çöl ortasındaki bu şehri gündüz görmek kadar sizi üzecek bir şey olamaz çünkü.

Şehirdeki oteller dünya üzerinde görülebilecek en havalı oteller olsa da burada konaklama fiyatları son derece düşük tutulmuş, çünkü temel amaç, kumarın legal olduğu eyalette, size bol bol kumarda para kaybettirmek. Konsept bu. Öyle ki hamburgercilerde bile dünya kadar kumar makinesi var. Oteller çok çok geniş alanlara inşa edilmiş, malum arazi bol. Her otelin giriş katı kumarhane.Burada en az 5-10 dakikalık bir yürüyüş yapmadan odanıza ulaşmanıza imkan yok. Öyle ki bu kumarhanelerin büyüklüğünü anlatmak için, kumarhanenin kaç futbol sahası büyüklüğünde olduğunu size söylüyorlar. Tam da bu sebepten otellerde lobi bulunmuyor, olanlarında da lobi küçük tutulmuş. Turistlerin kumar oynamadan zaman öldürmesi konsepte aykırı.

Her otelin bir teması var Las Vegas’ta. Dünya seyahati yapmaya zamanınız ya da paranız yoksa Vegas’a gelin. Aynı cadde üzerinde New York’u Paris’i Venedik’i yaşayın. Dünyanın en ışıltılı şehrinin, uzunluğu hepi topu 5-6 kilometre olan iki ana caddesi -The Strip ve Fremont- üzerinde 5000 adet odası bulunan pek çok otel sıralanmış. Teması Venedik olan otelde San Marco Meydanı’ndasınız, New York olanda ise Özgürlük Heykelini seyrediyorsunuz. Karşıdan MGM’ın aslanı selamlıyor sizi, hatta otelin içinde gerçekten aslanlar dolaşıyor. Ağzınızı açık bırakacak güzellikte şovlar, su ve ışık gösterileri gecenizi dolduruyor.Yılda 40 milyondan fazla turisti ağırlayan şehrin gecesi, milyonlarca ampulün, neonun yanısıra, güzel giyinmiş güzel insanlarla, şık ve lezzetli yemek ve şaraplarla, arada bir esen çöl rüzgarıyla, Luxorla, Monte-Carlo ile, Excalibur ile renkleniyor, aydınlanıyor.

Gece bitmiyor Las Vegas’ta. Bitmesin de. Çünkü karanlıkta, makyajıyla kendine hayran bırakan bu şehir, sabah olunca yüzündeki çizgileri saklayamıyor. Çorak, zavallı bir çayır gibi. Zaten Las Vegas kelimesinin anlamı da ‘çayır’mış. 19. Yüzyılda California’ya giden yolcular, burada konaklayıp, hayvanlarını otlatırlarmış. Sonra kaderi değişmiş çayırın. Amerika’nın en büyük barajlarından birinin inşa edilmesine karar verilmesiyle, cazibe merkezi olmuş şehir. Bugün para basan bir ticarethane olması, kumarın legal hale getirilmesi ile başlamış. Kumarda kazanan tabii ki yok. Ama en azından 1-2 gece kalıp mutlaka görülmesi çok keyifli ve hakikaten çok eğlenceli bu şehrin.

Gündüz de amaç, aynı gece olduğu gibi, misafirlere kumar oynatmak olduğundan, gündüz aktiviteleri çok bol değil. Yine o hain aklın eseri olarak, otel havuzlarında, doğru dürüst gölge bir yer bulamıyorsunuz. Sizi, iklim kontrollü -ve tabii bol kumarlı- iç mekanlara çekmek için üretilmiş bu akıl işliyor, çünkü gündüz sıcaklık 45-50 dereceyi buluyor. İç mekanlar ise serin ve ferah. Çok temiz ve çok bakımlı. Oteller, günde ortalama 10.000 misafir ağırladıklarını söylüyorlar ancak hizmette en ufak bir aksama yok, her şey dört dörtlük düşünülmüş burada.

Korkacak bir şey yok. Kumara kaptırmazsanız, pahalı şovların müdavimi olmazsanız, kalacak yerler ihtişamıyla ters orantılı fiyatlara olduğundan, her keseye uygun yeme-içme seçenekleri de bulunduğundan, Las Vegas çok da maliyetli olmayacaktır. Paranızı Vegas’tan alacağınız bir Grand Canyon turuna harcayın. Helikopter ve özel uçaklarla yapılan bu turlar, bizim Kapadokya’da yapılan balon turlarından daha ucuz. Dünya gözüyle kanyonu görmek. Unutulmaz bir deneyim!

California’nın Sonu

Araya küçük bir Nevada sıkıştırdığımız California turumuz biterken, dünyada heryerin görülmeye değer olduğunu, insanın yaşadığı sınırlardan çıkıp yeni yerler keşfetmesinin, yeni insanlar ve kültürler tanımasının, dünyayı görmesinin, ufkunu her geçen gün biraz daha genişletmesinin hem çok eğlenceli, hem de çok gerekli olduğunu bir kez daha tekrarlıyor, dünyanın geri kalanını görebilmemiz için önce sağlık diliyoruz. Sevgiler.