Yolculuk

Yolculuk

En büyük keşif kendinizsiniz.

İnsanların çoğu daha eşyalarını toplamaya başlamadan huzursuzlanır seyahat öncesi. Bilseniz de ne kadar güzel bir yere gittiğinizi ve isteseniz de gönlünüzden o yerlere gitmeyi, bir yanınız huzursuzluk verir size. İşte o yanınız, size ve insanlığa mirasdır, bin yıllardır beyninize yerleşen. Size hep dur diyen. Her insanda vardır bu duygu, kişi bundan kaçamaz.

Kaçanlar da, bizler gibi ararlar Kaf Dağı’nın arkasındaki hazineyi. Bulanlarsa “Yok Olur” derler. Bu yok oluş tüm gezginlerin hayalidir aslında.

Ey Hacca gidenler! Neredesiniz, neredesiniz?
Sevgiliniz buradadır; geliniz, geliniz!
Sevgiliniz, sizin komşunuz; hem de
Duvarı duvarınıza bitişik komşunuz!
Hal böyle iken siz, çöllerde sersem
Sersem dolaşıyorsunuz!
Hangi tutkuyla.
Eğer sevgilinin manevi olan suratini,
Yüzünü görseydiniz,
Ev sahibi de siz olurdunuz, ev de siz olurdunuz,
Kabe de siz olurdunuz!

Mevlana

Varlığımızın Kaynağı’na olan yolculuğun doğası öyledir ki yaşamımızda en az bir kez olsun yapmamız gerekmektedir. Tıpkı Hac yolculuğu gibi.

Bizim içimizde başlayan ve bizim içimizde biten bir yolculuk, bu Mevlana’nın dediği gibi kendinin farkına varmanın yolculuğudur.

İşte bu yüzdendir ki, Gazali on yıl boyunca gerçeği yollarda aramıştır, Buda arkasındaki kocaman bir Nepal prensliğini boşayıp yollara düşmüştür. Marco Polo’nun aradığı şan şöhret veya para değildir, Evliya Çelebi değilmidir rüyasının peşinde koşan, Çin’den Anadolu’ya mitolojik gezgin haline gelen Nasreddin Hoca arayıp bulduğunu bize kahkahayla anlatmaya çalışmamışmıdır hep.

Mitolojilerde karşılaşılan “Kayıp bir ülkenin aranması” ya da “Kaybolmuş bir sevgilinin arkasında gidilmesi” hep aynı bilginin sembolleri olmuştur.

Aslında, fethedilecek ilk ülke insanın kendisidir. Acaba bunu anlamışmıdır, Atilla, Cengiz Han veya Büyük İskender?

Kaf Dağı’nın ardında aranan kayıp hazine ya da sevgili de zaten aslında bildiğimiz hazine veya sevgili değildir.

O bilinen anlamıyla elde ettiği hazinenin, kavuştuğu sevgilinin, keşfettiği bir yerin artık anlamı kalmamıştır. Öylesine fikri değişmiştir ki, maddiyatın önemi kalmamıştır. Çünkü artık o en büyük hazineyi, yani kendi sırrını bulmuştur.

Necip Fazıl’ın yolculuğu, Nazım’ın 1960’daki Akdeniz yolcuğu veya Orhan Veli’nin Uzunköprü’den başlayan araba yolculuğuna benzemez.

Yolculuk, her zaman düşündüm onu;
İçimde bu azgın davet ne demek?
Oraya, nerdeyse güneşin sonu,
Uçmak, kayıp gitmek, kaçıp dönmemek.

Altımdan kaydırdı bir el minderi;
Herkes yatağında, ben ayaktayım.
Bir gece, rüyada gördüğüm yeri,
Gözlerim yumulu, aramaktayım.

Beni çağırmakta yabancı dostlar;
Bu dostlar ne güzel, dilsiz ve adsız.
Eski evde, şimdi bir başka ev var:
Avlusu karanlık, suları tadsız.

Her akşam, aynı yer, aynı saatte,
Güneşten eşyama düşen bir çubuk;
Yangın varmış gibi yukarı katta,
Arkamdan gel diyor, sessiz ve çabuk!

Başım, artık onu taşımak ne zor!
Başım, günden güne kayıtsız bana.
Dalında bir yaprak gibi dönüyor,
Acı rüzgarların çektiği yana…

Necip Fazıl Kısakürek

Yaşamın anlamı;

Öyle bir koşuşturma var ki hayatımızda, aslında aramakla görevlendirildiğimiz amacımızı unutuyoruz.

Hangimiz kendine yılda bir kaç hafta ayırıyor?
Hep bir koşuşturmacadır gidiyor. İçimizde istekler var ama hep erteliyoruz onları. Bir de bakmışız ki hayat uçup gitmiş.

Ben kimim ve neden var oldum?
Yaşamın amacı nedir?
Ölünce ne bekliyor beni?
Tanrı?

Bunca zor soruların ulaşılması zor cevapları için bildik bir ipucu var;

– Çok gezen mi bilir? Yoksa çok okuyan mı?

Cevap ise basit; her ikisini de çok yapan.

Ya her ikisini de yapmayanlar, belki de dünyanın yüzde doksan dokuzu. Sizler değilmisiniz, bizleri garip ilan eden.

Acaba hangimiz garip?
Sizler mi uyuyanlar? Yoksa bizler mi gerçeği arayanlar?

Zamanı gelmedi mi artık kabuklarınızı yırtmanızın, kaç yüz yıl veya bin yıl gerekecek aramaya başlamanız için.

İnsanoğlu çok ama çok önceleri bulmuş bu soruların cevaplarını, tek yapmanız gereken geçmiş uygarlıkların peşinde koşup, ipucu kırıntılarını toplamanız.

Gerçek o kadar yanımızda, ama onu avuçluyabilmek için yol yapmanız gerekli…..

Ben zor yolculukları severim,
Zor yolculuklarda buldum gönülden insanları,
O yollar ki değiştirdirler beni,
Yollar bizi değiştirmiyorsa, yola çıkmaya hiç gerek yok ki……

Ya arkamda bıraktıklarım,
Ya da önümde bulacaklarım,
Seçmem gerekir biliyorum,
Gönlüm yürü diyor, aklım dur.

Neden bunca çaba,
Kim itiyor arkamdan beni,
Sıcak yatağımı özlerim sonra; canım annemi, babamı, karımı, oğlumu, ocağımı, kardeşimi.
Gel de bunu anlat içimdeki bana.

Evet içimde BİRi var,
Gezeceğim tozacağım,
Tekrar tekrar doğacağım
Ama sonunda bulacağım….