Pasifik’ten Esintiler: Nauru

Pasifik'ten Esintiler: Nauru

“Nauru Hava Yolları ON 244 uçuşu ile Tarawa ve Nauru’ya gidecek yolcular lütfen 6 No’lu giriş kapısına teşrif edin”. Anonsla beraber yerlerimizden kalkıyoruz. Kanadalı yol arkadaşım Warren uzun yıllarını Pasifik’te geçirmiş Uluslararası Çalışma Örgütünün duayenlerinden. “Hayret” diyor. “Hiç kalkacağımızı tahmin etmiyordum. Üstelik zamanında!”

Bir kaç haftadır Pasifik Adalarındayım. Fiji, Bati Samoa, Kiribati, Solomon Adaları ve Vanuatu gibi egzotik görünümlü bir o kadar da karmaşık topluluklar kümesiyle haşır neşiriz. Amaç, bu ada devletçiklerinin sosyal güvenlik sistemlerini raya oturtmak. Şaşırtıcı olan bu toplumların geçmişe dayalı cemiyet ve din odaklı güvenlik sistemleri var. Kolonilik dönemlerinde her biri Milli Emeklilik Fonu (National Provident Funds) kurmuş ve sistem ağır aksak da olsa işliyor.

Önce gezmediklerimden biriyle başlayacağım; Nauru. “Görmediklerinden bize ne ?” demeyin. Mazeretim var. Nauru 13.000 nüfuslu bir ada devlet. Evet yanlış duymadınız, beş beldeden yaptınız bir kasaba, iste size Nauru. Ellerinde kapı gibi Birleşmiş Milletler üyeliği yani BM Genel Kurulu’nda 1.2 milyar nüfuslu Çin’e denk bir oy hakları var demek. Nauru’nun 15 katı KKTC ve 1,770 katı Tayvan -ki ona da geleceğim- kapı kapı gezip diplomatik tanınma arzusuyla yanıp tutuşsun.

Nauru egemen bir devlet. Hükümeti, yönetim sistemi, emeklilik fonu, hatta üç uçaktan müteşekkil bir de havayolu işletmeleri var. Nauru ile tanışıklığım da zaten bu uçaklardan biriyle Kiribati’ye uçmak zorunda kaldığım için. Durun daha bitmedi. Nauru, 1960’lı yıllarda dünyanın kişi başına milli geliri en yüksek devleti. Gene yanlış duymadınız. Bırakın G7’leri ya da Lüksemburg, İsviçre gibi devletleri, Pasifik haritasında bir kahverengi noktalık cesameti olmayan bu ada bir zamanlar bolluk içinde yüzüyor.

Nedeni adanın tümünün zamanında bir fosfat yatağı olması. İngiliz Fosfat İşletmeleri adlı kurum, adanın kolonize edilmesi sonrası başlıyorlar orasını burasını oymaya, kazmaya. Nauru 1968 yılında İngiltere’den onaylı Avustralya yönetiminden bağımsızlıklarını almışlar. Ancak, ellerinde ne bu işi yapacak nitelikli insan gücü, ne de sermaye var. O yüzden fosfat çıkarma, nakliye, ihracat, satış, vs işlemleri gene yabancılar ve özellikle coğrafi yakınlığı ve yeraltı zenginliği avantajı olan Avustralyalı firmalar tarafından yürütülüyor. Ada yönetimi de bu işletmelerden royalite ya da rant sağlıyor.

Uyanık sermaye simsarları bununla da yetinmiyorlar. “Sizin gelecekteki yaşlı nüfusunuz için bir emeklilik fonuna ihtiyacınız var. Gelin bu aldığınız royaliteleri bir fonda değerlendirelim.” diyorlar ve Nauru Emeklilik Fonu kuruluyor. Ellerinde fon yönetiminden anlayan nitelikli beşeri sermayesi olmayan Fonun yönetimini de Avustralyalı yöneticiler alıyor. Gel gelelim adanın fosfat yatakları yavaş yavas tükeniyor. Mermer yatakları olan Marmara adasının bugünkü halini görmüş olanlarınız bilir. Yeşillikler içinde bir bölge öylece durur, adanın gerisi boz renkli yarim kalmış bir tahta oyma eseri gibi haline ağlar. Nauru da bugün aynen böyle. Lonely Planet adanın görünümünü adeta bir kuş pisliğine benzetmekte. Oyula oyula geriye bir tutamlık toprakları kalmış. Emeklilik fonunun ise çoğu, getirisi yüksek olmayan yatırım araçlarında orada burada çarçur ediliyor ve bir iki fon yönetim darbesi sonrası, ellerindeki milyonlarca dolarlık fonu, Avustralya’nın Melbourne şehrinde yapılan lüks bir bina işletmesine yatırıyorlar. Adı da uygun olsun diye “Nauru Evi” konuluyor.

İlk yıllarda bu süper lüks binanın işyerlerine prestijli firmalar, konutlarına da varlıklı kişiler yerleşiyor. Binanın bakım ve onarımından sorumlu olması gereken fon yöneticileri, kira gelirlerini orada burada çarçur edip binanın göz göre göre yıpranmasına sebep oluyorlar. Varlıklı kiracılar ve prestij düşkünü firmalar, bina eskiyince yavaş yavaş binayı terk ediyor. Kira çeşmesi de kuruyor ve iflastaki emeklilik fonu, mecburen binayı leblebi fiyatına bir başka yatırımcıya devrediyor.

Konunun trajikomik yönü bizleri ilgilendiriyor. Dünya bor rezervlerinin %60’ının topraklarımızda olduğunu söyleyip de yanıp tutuşanlar gelip Nauru’yu gezmeliler önce. İş yeraltı zenginliğiyle bitmiyor. Eğer beşeri sermayeniz yoksa yeraltı zenginliğinizin hiç önemi yok. Bugün İsviçre, Japonya hemen hemen hiç yeraltı zenginlikleri olmadıkları ve petrolde dışa bağımlı oldukları halde, dünyanın en refah devletlerinden. İsviçre’nin dünya madencilik devlerinden Xetra adında bir de firması var. Hatta bu firma boynuz kulağı geçer misali, 2005 yılında Avustralya’nın maden devlerinden MIM adli bir kurumu satın almak üzere teklif veriyor. Elin yeraltı zenginliği yok, başka ülkelerin yeraltı zenginliklerini işletiyorlar hatta bir de onların şirketlerine kafa tutabiliyorlar. İş geliyor gidiyor tekrar aynı noktaya kenetleniyor. Katma değerlerini sağlık, eğitim sosyal güvenlik, sanat ve spor gibi beşeri sermayeye yatıran ülkeler, yeraltı zenginliği olanlardan daha ileriler.

Neresine çukur açsanız petrol fışkıran Nijerya’ya ve hatta petrol zengini Ortadoğu’ya bakın. Her bakımdan geri kalmışlar. Gene petrolü olan Venezüella, gelişmekte, Viet Nam ise az gelişmiş bir ülke. Üstüne üstlük petrol ihracatçısı Viet Nam’ın rafinerisi bile olmadığı için sattığı ham petrolü işlenmiş olarak, petrolü olmayan Singapur’dan ithal ediyor. Sonuç ortada, yeraltı zenginliğiniz varsa bir güzel oyuluyorsunuz. Hatta o zenginliğin getirisini beşeri sermaye yerine mali kapitale yatırdıysanız, o kapitaliniz de oyuluyor.

Nauru’nun fakirleşen nüfusu da yavaş yavaş adayı terk etmeye başlıyor. Çoğu, şu ya da bu şekilde Avustralya vatandaşı olmaya çalışıyor. Avustralya, özellikle kendi firmalarının bu ülkeye yaptıklarından duyduğu vicdan azabıyla Nauru’ya hibe yardımı yapmaya başlıyor. Hatta bir ara Afganistan, Irak gibi savaşın halen devam ettiği bölgelerden kaçarak gemiyle Avustralya sahillerine kaçak giriş yapmaya çalışan mültecilerin bir kısmının Nauru’ya yerleştirilmesi fikri ortaya atılıyor. Fikir Avustralya’nın Liberal Parti liderliğiyle üç defa üst üste seçilme rekoru kıran başbakanı John Howard’a ait.

Pragmatist yaklaşan ekonomistler ise kabaca bir hesap yapıyorlar. Avustralya, Nauru’ya mali yardim yapacağına adanın kalan nüfusunun tümüne vatandaşlık vererek adayı boşaltsalar bunun maliyetinin alternatifinden daha az olacağını söylüyorlar. Nauru’dan göç talebinde bulunan nüfusa herhangi bir kota uygulanmasa bile Nauru halkı kuş pisliği betimlemeli ülkelerini terk etmek istemiyorlar. Çünkü bağımsızlar. Çünkü BM’de tanınıyorlar.

Warren, uçağın vaktinde kalkmasına şaşırdığı kadar, neredeyse ağzına kadar dolu olmasına da bir o kadar şaşırıyor. Hayretini Kiribati’nin başkenti Tarawa’da bizi karşılamaya gelen kurum yetkililerine aktarıyor.

– Nauru Hava Yolları, şu hani geçen yıllarda iflasın eşiğine geldiği için ellerindeki uçaklara el konan, Emeklilik Fonu’ndan para dilendiği ama o fon da batık olduğu için meteliğe kurşun sıkan, havayolu değil miydi?

– Evet, öyleydi, diyor Kiribati Emeklilik Fonu’nun yetkilisi. “Bütün borçları ödendi. Tayvan hükümeti tarafından.”

Zaten küçük bir ada olan Tarawa’nın büyükelçiliklerinin olduğu bölgesine geliyoruz. Gıcır gıcır, yeni yapılmış Tayvan Büyükelçilik binasının önünde gururla bayrakları dalgalanıyor. Bir kaç metre ötede ise terkedilmiş Çin Büyükelçiliği. Yıllardır doğal zenginlikleri ve umutları sömürülmüş Nauru gibi balık avlama izinleriyle kara sularını kiraya veren Kiribati hükümetleri mali krize düşünce Çin’in bütün itirazlarına rağmen Tayvan’ı diplomatik olarak tanıyorlar. Bağımsızlığı, doğal zenginliği olmadığı halde beşeri sermayesi olan Tayvan ise tanınma arzusuyla yanıp tutuşan haklarının umudunu Pasifik’in git gide yok olmakta olan adacıklarında umutlarını çoktan yitirmiş halklarına bağlıyor. Umutlar kolaylıkla alınıp satılabiliyor ama egemenlikler asla!

Dipnot: Tayvan’ın diplomatik tanınma konusunda sınır tanımadığını Dışişleri Bakanlığı’nın üst düzey yetkilileri 1999 Marmara depreminde Türkiye’ye parasal yardım yapma girişimlerinden bilirler. Tayvan hükümeti doğrudan Tayvan kökenli olarak kabul edilmek şartıyla yüklü bir miktar hibe taahhüdünde bulunur. Türkiye’nin Çin gibi önemli bir müttefikle aralarını bozamayacakları kendilerine Dışişleri yetkililerince bildirilir. Yardım, Dışişleri Bakanlığı yerine Sağlık Bakanlığı’na bağlı bir vakıf aracılığıyla Türkiye’ye ulaşır.

Tayvan – Nüfus: 23.000.000
KKTC – Nüfus: 200.000